Cemre Abrek, Gündem, Slider, Umut Yazıları

159 yıl süren adalet arayışı ve Çerkeslerin var olma mücadelesi- Cemre Abrek

“Dersim dağlarında HBDH birlikleriyle sömürgeciliğe karşı savaşırken, ölümsüzleşen DKP/BÖGlü Çerkes gerilla Mustafa Barış Kalafat’a, Kobane’yi inşa için yola çıkan ve Suruç’ta katledilen Ferdane ve Nartan Kılıç’a, açlık grevi direnişiyle ölümsüzleşen Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’e ve zulme karşı direnen tüm Çerkes devrimcilerine…”

21 Mayıs 1864 yüzbinlerce Çerkes’in zorla anayurtlarından koparılarak insanlık dışı koşullarda kara ve deniz üzerinden sürgün yollarına sürüklendiği tarih. Tarihin en büyük katliamlarından biri olacak kayıtlara geçen ama üzerinden geçen 159 yıla rağmen yüzleşilmeyen Çerkes Soykırımı’nda yaşanan soykırımın boyutu öyle büyük ki kaynaklar bölgede yaşayan halkın çok büyük bir kısmının bu sürgünle katledildiğini gösteriyor. Sürgünden sonra hayatta kalanların yaşadıklarıyla herkesin malumu… Ruslaştırılmak istenen ve Rus sömürgeciliğine, işgaline karşı direndikleri için özgür topraklarından söküp atılan Çerkesler sürgün sonrası ise asimilasyonla Türkleştirilmeye çalıştırıyor.

Tarihsel arka plan: Savaş ve sürgün

1556’da Rus Çarlığı’nın başlattığı Çerkes halklarının yaşadığı topraklara yönelik işgal saldırıları aralıksız 101 yıl devam ediyor. Çarlığın amacı Kafkasya bölgesinin kontrolünü tamamen ele almak, işgal saldırılarana karşı köy köy direnen Çerkesleri bölgeden tamamen temizlemek. 1856 yılında Çarlık Rusya girdiği Kırım Savaşı’ndan Karadeniz’de donanma bulundurma hakkını dahi kaybettiği mağlubiyetle çıkıyor ve yaşadığı büyük prestij kaybı sonrası Kafkasya’ya hakim olmak için önünde kalan tek engele, Çerkesya ve Abhazya’ya daha ağır saldırılar başlatıyor. 6 yıl boyunca şiddetlenerek devam eden saldırılarda köyler basılıyor, yüzlerce Çerkes katlediliyor ancak 1864’e kadar Çerkesler büyük bir direniş göstererek Kafkasya’da varlıklarını koruyor. Köylerin basılması, tarlalarının yakılıp yıkılması nedeniyle bir kısmı dağlara çekilerek direnen Çerkes halkları aç kalıp ölmek dışında seçeneklerinin kalmadığı 21 Mayıs 1864’a kadar direniyor. Çerkes köylüler ve milsilerin yanında 20 bin kişilik Çerkes ordusu dönemin şartlarına göre ağır silahlarla donatılmış 100 bin kişilik Rus ordusuyla karşılaştığı son muharebe olan ve Soçi sırtlarındaki Kbaada’da gerçekleşen savaşta ise Çerkesler mağlup oluyor. Tarihçilerin düştüğü notlara göre bu son savaşın yaşandığı alan günümüzde “Krasnaya Polyana” yani “kızıl çayır” olarak biliniyor. Adınıysa tepeden nehre akan Çerkes kanından aldığı iddia ediliyor.

101 yılın ardından Çerkes nüfusun yüzde 85-90’ı öldüğü ya da sürüldüğü belirtiyor. Kafkasya’nın Çerkes ve Abhazlardan arındırılması için çalışmalar başlatılıyor ve Çerkesler yaşadıkları özgür topraklardan sökülüp atılarak Osmanlı limanlarına gönderiliyor. Özgür topraklarından koparılan ve Osmanlı limanlarına gönderilen 1.5 milyon Çerkes’e en bilinen haliyle Karadeniz adeta mezar oluyor.

Sürgün yollarında ve vardıkları limanlarda 500 binden fazla Çerkes hayatını kaybettiği belirtiliyor ki bu o dönem için var olan Çerkes nüfusunun çok büyük bölümü anlamına geliyor.

Sürgünden hayatta kalanlar

Karadeniz’i aşıp Osmanlı limanlarına inen ve hayatta kalanlar için sürgünün yeni boyutu başlıyor. Çerkes halkları Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu’ya (Suriye, Irak, Ürdün gibi) dağınık bir şekilde Osmanlı’da iskan ediliyor. Savaşçı karakterleri, savaşta kolay mobilize olmaları kabiliyetleri nedeniyle özellikle savaşçı açığının olduğu bölgelere gönderilen, kriz ve hassas dengelerin olduğu yerlere yerleştilerek bölgede denge ve tampon işlevi görmeleri esas alınarak yapılan bu dağıtılma sonrası Çerkeslerin kimlikleri, dilleri, örgütlenmeleri yasaklanıyor.

Sürgün içinde sürgün

I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Çerkesler farklı cephelere yerleştiriliyor. Aynı dönem başlayan “Kurtuluş Savaşı” sürecinde kendisi de bir Çerkes olan Rauf Orbay’ca yönlendirilen gerilla birlikleri ağırlıklı olarak Çerkeslerden oluşuyor ve savaşçılıklarıyla “nam salan” Çerkesler planlamalara uygun “başarılar” kazanıyor. Yine aynı dönemlerde Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin örgütlenmesinde de öne çıkan Çerkesler, Çerkes Ethem’le birlikte “hain” ilan edilerek Erken Cumhuriyet dönemi kadrolarınca başlatılan Gönen-Manyas Çerkeslerinin tehciriyle yüzyüze geliyor.

Aralık 1922’de başlatılan sürügnde Gönen ve Manyas’a bağlı 14 Çerkes köyü Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülüyor ve yıllarca jandarma nezaretinde tutuluyor. Devletin kurucu dinamaği Çerkesler üzerinde daha başından örgütleniyor; halklara ve diğer bölgelerdeki Çerkeslere de göz dağı veriliyor.

Asimilasyon sürüyor: Moskof dilinden Vatandaş Türkçe konuş!’a Çerkesce’nin yasaklanması

Çerkeslerin yaşadığı bölgelere gönderieln cumhuriyet imamlarınca Çerkesce önce kefere dil olarak nitelendiriliyor. “Moskof dili” yaftasıyla camilerde konuşulması engellenen Çerkesce köy isimleri de değiştiriliyor. 1926 yılında çıkan soyadı kanunuyla Çerkes soyadlarının kullanılması yasaklanırken, yeni doğan çocuklara Çerkes isimlerinin verilmesi engelleniyor. 

Üstelik baskılar sadece dille de sınırlı kalmıyor. Çerkesler düğün, eğlence ve müzik konusunda da asimilasyona tabi tutuluyor. Cumhuriyet dönemi köylere gönderilen imamlarca, Çerkes müziğinin temel enstrümanlarından olan mızıka da nasibini alıyor. Kadın erkek bir arada dans edilerek düğün yapmanın ve mızıka çalmanın dine aykırı olduğunu salık eden imamları dinlemeyen Çerkeslerin düğünlerinin Jandarmalar tarafından basıldığı, mızıkalar toplanıp yakıldığı, mızıka çalanlarınsa nezarethanelerde şiddet gördüğü kaynaklarda yer alıyor!

Günümüze gelindiğinde ise Türkiye’de tehlike altındaki diller arasında yer alan Adıgece ve Abhazca’nın yok olma tehlikesi sürüyor…

159 yıllık adalet arayışı….

Şimdilerde Çerkesler, asimilasyon sonrası yok olmaya yüz tutmuş dilleriyle, “hain” olmadıklarını “kanıtlamak” için devletçe kuşaltılmış Türk üst kimliliği inşasında yaşatmaya çalıştıkları kimlikleriyle soykırımın adalet arayışını sürdürüyor. Osmanlı’dan devralınan planlama mevcut sistem tarafından işletilmeye devam ediyor. Çerkes kimliğinin asimile edildiği Çerkesler, başlangıcından itibaren oldukları gibi bürokraside, ağırlıkla istihbaratta ve orduda görev almaya devam etseler de asla kendi kimliklerini öne çıkardıkları bir temsiliyet kuramıyor. Kendi gibi yıllardır asimile edilen, ağır katliamlarda geçse de işgale direnen Kürt halkının yarattığı kazanımlar bir düzey etkileyici olsa da tarihin katliam dolu sayfalarıyla hesaplaşma diasporada mücadele eden dernekler dışında örgütlenmiyor.

Çerkesler tarafından yürütülen adalet arayışı, geçmişle hesaplaşma ve var olma mücadelesi geçmişten bu yana kesintisiz şekilde sürse de asla sistemin mevcut sınırlarını zorlamıyor. Çerkes derneklerinin büyük kısmıysa anadil taleplerinden, kimlik mücadelelerine değin taleplerini bütünlüklü bir hatla örgütleyemediklerinin yanı sıra Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere direnenlerle de “mesafeli” durmaya gayret ediyor.

Yaşanan soykırımla gerçekten hesaplaşmak, ezilen dayanışmasını yükseltmek, asimilasyona karşı direnmek içinse Dersim dağlarında HBDH birlikleriyle savaşırken, ölümsüzleşen DKP/BÖGlü Çerkes gerilla Mustafa Barış Kalafat’a, Kobane’yi inşa için yola çıkan ve Suruç’ta katledilen Ferdane ve Nartan Kılıç’a, açlık grevi direnişiyle ölümsüzleşen Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’e ve zulme karşı direnen tüm Çerkes devrimcilerinin pratiklerine bakmak gerekiyor.

Paylaşın