İsmail Güldere, Umut Yazıları

Bolsonaro’ya bakıp Erdoğan’ı görmek – İsmail Güldere

Brezilya’da, 2022 Ekim ayında yapılan seçimler sonucunda faşist Bolsonaro kaybetti. İktidarı ise İşçi Partisi’nin adayı olan Luiz Inaciao Lula da Silva kazandı. Brezilya siyasetini göreceli-sınırlı olarak yeniden şekillendirecek olan bu seçim, faşist Bolsonaro karşısında birleşen demokrasi güçlerinin zaferi olarak görüldü. Ancak Lula da Silva 1 Ocak’ta yemin törenini gerçekleştirip Başkanlık koltuğuna oturmasına rağmen, faşist Bolsonaro destekçilerinin iktidardaki hak iddiaları son bulmadı. Ulusal Kongre binası önünde aylara yayılan eylemler gelişti. Bu gruplar, seçimlerde hile yapıldığını iddia etti ve orduya darbe yaparak yönetime el koyması çağrısında bulundu. Son olarak 9 Ocak günü Bolsonaro destekçileri, Kongre binasını basarak işgal etti. Kısa süreli işgalin ardından 1200 kişinin gözaltına alınması ile olaylar şimdilik son buldu.

Seçimleri kaybetmesinin hemen ardından Amerika’ya giden Bolsonaro ise yaşanan olaylar hakkında; “Görevim boyunca her zaman anayasanın dört satırına bağlı kaldım; Yasaları, demokrasiyi, şeffaflığı ve kutsal özgürlüğümüzü savundum” dedi. Bu sonuçlar itibari ile Balsonoro’nun seçimlerin hemen sonrasında ülke dışına çıkması ve anayasal çerçeveyi işaret etmesi gösteriyor ki, Brezilya’da Lula iktidarına geçişin ülke burjuvazisi ve oligarşinin diğer bileşenleri açısından önemli bir soruna tekabül etmiyor. Brezilya’nın liberal-demokrat yönetimi tarafından genel olarak onay görüyor. Ve şimdilik son bulan Bolsonaro destekçilerinin eylemleri de ülkede yeniden yükselişe geçebilecekleri bir siyasal ortam bulana kadar iyice zayıflamış görünüyor.

Brezilya’da yaşanan Kongre baskını, ABD’de yaşanan seçimler sonrası kongre baskınını anımsatıyor. Zaten Trump’ın, Tropikal varyantı olarak adlandırılan Bolsonaro siyaseti, ABD’nin Trump dönemi iktidara gelmiş ve söz sahibi olmuş başkanı idi. Ancak önemli olan bu benzerlik değil her iki seçim kaybedildiğinde yaşanan mağlubiyetin kabul edilmemesi ve parti üyeleri tarafından örgütlenen eylemlerin benzerliğidir. Bu eylemler, kuşkusuz daha büyük parti tabanlarını harekete geçirmek için sınırlı sayıda parti üyesi tarafından yakılan fitil niteliğini taşıyor. Ancak istenilen infiali ülkenin tamamına yayamaması nedeniyle kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanıyor. Yine ordudan istenilen taleplerin karşılık bulmaması bu girişimlerin cılız kalmasına neden oluyor.

Hem ABD’de hem de Brezilya’da yaşanan Kongre baskınlarının başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenlerinden biri de tüm devlet kurumlarında yeterli düzeyde örgütlenecek, kök salacak, paramiliter güçlerini oluşturacak, ordu kademesinde söz sahibi olacak nitelikte süreye sahip olmamaları oluşturuyor. Hem Trump hem de Bolsonara bir dönemlik iktidar hayatlarının sonunda koltuklarını terk etmek zorunda kaldılar. Bu sebepten devlet içindeki ve burjuvazi içindeki nüfuzlarını arttırmakta ve geleneksel yapılardaki dengeyi bozmakta başarılı olamadılar.

Brezilya’da, Bolsonaro’nın iktidarı kaybetmesinin başka ve önemli nedenlerinden biri de, Lula da Silva’nın sosyal demokrat politikaları oluşturuyor. Kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik krizin yarattığı siyasal gelişmelerin en görünür hale geleceği, devrimci mücadelenin isyancı kıtası olan Latin Amerika’nın kalbi Brezilya’da sınıfsal ayaklanmanın önüne geçmenin tek yolu olarak sosyal-demokrasi politikaları bulunuyor. Neo-liberal politikalar sonucu işçi sınıfına ve ezilen halklara en ağır sömürü, yoksulluk ve adaletsizliği dayatan burjuvazi şimdi bu politikalara karşılık verecek sınıfsal öfkenin büyümesinden korkarak ılımlı, yumuşak bir yol haritasını önüne koymaya çalışıyor.

Sondan başlayarak Brezilya’da yaşanan tüm bu gelişmeleri seçim kulvarına giren Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkların geleceği açısından ele alırsak; Türkiye burjuvazisi uzun süredir, yüksek sesle Erdoğan iktidarının ekonomi politikalarını eleştirmektedir. İşçi sınıfının ayaklanma korkusu burjuvaziyi çoktan sarmış durumdadır. Faşist iktidar bu tablo karşısında, siz kazanmanızı bakın diyerek, burjuvaziye güven ortamı sağlamaya çalışmaktadır. Ancak Erdoğan’ın konuştukları ile sokağın dilinin anlattığı bambaşkadır. Ülkede kıvılcım düşse alev almayacak yer kalmamıştır. Zor bir kış geçiren Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkları, ülkede siyasal örgütlenmenin ibresinin sandığı gösterdiği bir noktada kıvılcımını içinde tutarak, kendini yakmaya devam etmektedir. Peki kitleler sandıkta AKP-MHP faşizmine kaybettirmek için hazır iken, kitlelerin oy vereceği partiler seçim sandığından çıkacak sonucu korumaya ne kadar hazırdırlar?

İşte bu noktada faşist Erdoğan iktidarını, ne Trump ne de Bolsonara ile kıyaslayarak sandıktan %50+1 alındığında her şeyin tamam olacağına, iktidarın merasim ile değiş-tokuşunun gerçekleşeceğine inanmamak gerekiyor. Çünkü faşist Erdoğan, 20 yılı aşkın bir süredir iktidar partisi olarak örgütlenmektedir. Bunun yarattığı avantajlar bugün apaçık ortadadır. Faşist Erdoğan iktidarı bu 20 yılda sadece zenginliğine zenginlik katmadı, iktidar gücünü arttırdı ve kendi burjuvazisini yarattı. Paramiliter güçlerini oluşturdu. Ordu’da tasfiye hamleleri geliştirdi, askeri yapıyı yeniden dizayn etti. Aynı zamanda emperyalizmin en kirli işlerini, başta DAİŞ çetelerinin örgütlenmesi ve mültecilerin tutulması olmak üzere yürüten kullanışlı bir ortağı oldu.

Bugün, AKP-MHP faşist iktidarının seçimleri kaybettiğinde Bolsonaro gibi çekip gideceğini öngörmek bu nitelikler itibariyle hayalperestlik olur. Siyasi rakiplerini tutuklaması, Kuzey Kürdistan kentlerinde seçimi kaybetmesine rağmen belediyelere kayyum atayarak gasplar gerçekleştirmesi, İstanbul’da kaybedilen belediye seçiminin tekrarlatılması ve belediyenin çalışmaması için tüm devlet gücünün kullanılması bile faşist iktidarın önümüzde seçim taktiğine dair ipuçlarını veriyor. Bunu anlamadan “güzel günler göreceğiz” demek iyi niyet temennisinden öteye gitmeyecektir. Lenin’den çokça duyduğumuz bir söz var ki, o bu temenninin nereye varacağını göstermektedir; “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşları ile döşenir”.

Bugün altılı masa etrafında buluşan Türkiye’nin liberal, muhafazakar, sosyal-demokrat, milliyetçi partilerinin tam olarak hedefledikleri Brezilya seçimleri gibi bir sandık zaferidir. Kitleleri de buna inandırmaktadırlar. Ancak bu ülkenin siyasal göstergeleri ile çelişmektedir. AKP-MHP faşist birliği bu seçimleri kaybetmemek için büyük bir savaşa hazırlanmaktadır. Başta Kürt halkı ve işçi sınıfına karşı yürütülen emek sömürüsü ve sömürgeci savaş şiddetlenecektir. Savaşın içinde kurulan bir sandıktan zaferle çıkmak için savaş araçlarının örgütlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Altılı masanın bunu anlayacak politik bakış açısı yoktur. Sandıktan AKP-MHP faşizminin pusulası çıktığında “adam kazandı” diyerek sistem içi siyasetlerine devam edeceklerdir. Bu sebepten esas olarak görev işçi sınıfı ve ezilen halkların siyasal öncülerine, devrimci güçlerine düşmektedir. Kitleler şimdi oylarını altılı masanın adayını vermeye hazırlanıyor olabilir ancak o adaya sahip çıkmayan partileri gördüklerinde önce masayı, sonra AKP-MHP faşizmini yıkacak olan örgütlenme gücünün yanında yer alacaklardır.

Paylaşın