Ali Efe, Umut Yazıları

Emperyalist savaş konjonktürü üzerine belirlemeler -I- Ali Efe

Soyut Giriş:

Küçükburjuva Sosyalizminin İdeolojik Gericiliği ve Emperyalizm Meselesi

Komünist Manifesto, küçükburjuva sosyalizmini gerici karakteriyle kategorize eder.

Burjuva toplumda küçükburjuvazi, kapitalist üretim ilişkileri içinde sürekli tasfiyeye uğrayan bir toplumsal katman olarak kendi sınıfsal varlığını koruyabilmek için proletaryanın mücadelesini deforme ve dejenere ederek kendisine destek kılmaya çalışan gerici bir tutum içindedir. Tekelci kapitalizm çağında bu tutum daha da keskin düzeylerde kendini sürdürür. Denebilir ki, küçükburjuva sosyalizminin ideolojik gericiliğinin kendini en açık bir şekilde ortaya çıkardığı siyasal zemin emperyalizm konusudur.

Emperyalizm çağında, bir taraftan burjuvazinin ulusal pazardaki tekelleşme eğiliminin şiddeti küçükburjuvaziyi daha güçlü bir çabayla proletaryayı kendi sınıfsal hakimiyeti altında tutmaya mecbur kılıp onu, bu amaçla proletaryanın davası içine daha etkin bir şekilde girmeye yönlendirirken, diğer taraftan, evrensel planda, sınıf mücadelesinin uluslararası burjuvaziyle uluslararası proletarya arasındaki tayin edici sahnesindeki küçükburjuvazi, nihai olarak tarihsel özel mülkiyet bilinci gereği uluslararası proletaryanın devrimci çizgisinden uzak, uluslararası burjuvaziye yakın bir duruş gösterir.

Ait olduğu sınıfın bu çizgisi itibariyle küçükburjuva sosyalizminin dünyada ve ülkede öne çıkan bu karakteri emperyalist bunalımın 2020 Mart’ından bu yana gelişen dünya savaşı dinamiğinde daha da görünür oldu. Emperyalizmin bunalımdan çıkış için geliştirdiği politikalar karşısında küçükburjuva solunun uluslararası ve ülke proletaryasını edilgen, tavırsız bir depolitizasyona yönlendiren tavrı salgın sürecinden sıcak savaş zeminine aynı çizgisel doğrultuda sürüyor. Küçükburjuva solunun salgın zemininde uluslararası emperyalizmin sağlık, medya ve diplomatik merkezlerine tabiiyetle sürdürdüğü sağlıkçı, kaderci ajit-prop, bugün, Ukrayna savaşı sürecinde keza, uluslararası emperyalizmin politik yönelimini proletaryanın ve emekçi yığınların gözlerinden saklayan ve onları emperyalist tahakkümün yeniden yapılandırılmasına dair sürdürülen savaş politikaları karşısında tavırsız, tarafsız, hayırhah kalmaya yönlendiren liberal pasifist ajit-prop’a eklemlenerek ilerliyor.

Kautsky Solu

Küçükburjuva sosyalizminin ideolojik alanı kendi küçük mülkiyet ilişkileri alanıyla sınırlıdır. Bu alan içinde proletaryanın verili evrensel burjuva egemenliğini zorlayacak bir politik eğilim göstermesi küçükburjuvazinin işine gelmez.

Küçükburjuva sosyalizmi açısından emperyalizmin sadece emperyalist anayurtlar ve onların özellikle askeri kurumları üzerinden bir “dış olgu” olarak görülmesi, emperyalizmi, ülkede banka ve sanayi sermayesi üzerinden egemen bir finans kapital diktatörlüğü olarak görmemesi onun ideolojik gericiliğinin siyasal tezahürüdür. Bu nedenle küçükburjuva sosyalizminin kendi mülkiyet sahasına yani ulusal pazara doğrudan bir müdahale olmadıkça emperyalist politikalar karşısında egemen sınıf söylemleri eşliğinde sürdürdüğü tarafsızlık ve tavırsızlık tavrı onun politik özelliğidir.

Mülkiyet ilişkilerindeki tarihsel bilinç ortaklığı, küçük mülkiyetin küçükburjuva sosyalizmiyle tekel dışı burjuvazinin burjuva sosyalizmini emperyalizme karşı politikada, daha doğrusu verili emperyalist politikalar karşısında proletaryaya vazedilen politik yönlendirmelerde sarsılmaz bir beraberliği ortaya çıkartır. İç pazarın ulus devlet politikalarında rekabet halinde olan küçükburjuva sosyalizmiyle burjuva sosyalizminin içinde bulunduğumuz emperyalist savaşın bütün evrelerinde aynı politik çizgide bütünleşmeleri hiç de şaşırtıcı değil, deterministiktir. Ortak politik çizgi ülke proletaryasını emperyalizme karşıt uluslararası duruşlarda tavırsızlığa ve tarafsızlığa yöneltecek esastadır: Salgın doğaldır; Çin de Rusya da emperyalisttir; İran gericidir!

Burada küçükburjuva sosyalizminin emperyalizm meselesinde açığa çıkan özel mülkiyet ideolojisi, kaba bir nedensellik bağlamı içinde ele alınmamalıdır. Burada söz konusu olan, küçükburjuvazinin toplum-tarihsel varlığı ve bu varlığın oluşturduğu özel mülkiyet bilincinin modern toplumun emek sermaye biçimlenmesinde taşıdığı geçiş biçimleridir. Siyasal alanda daha ziyade halkçı özellikleriyle bilinen küçükburjuva sosyalizminin yukarıda açıklanan nedenlerle proletaryayı kendine yedekleyecek tarzda proletaryaya ait ideolojik ve siyasal biçimlenişlerle benzerlikler taşıyor olmasına karşın, tarihsel farklılık, proletaryanın bir sınıf olarak kendini ortadan kaldıracak bir tarihsel yönelim içinde olmasının karşısında kücükburjuvazinin aynı çerçeveyi kendi sosyal varlığını tahkim edecek kertede bir temellük ilişkisi olarak ele almasında oldukça görünür durumdadır. Küçükburjuva sosyalizminin emperyalizm meselesi dışında proletaryanın devrimci kolektif aksiyonunun üretilme ve yaratılmasındaki öncelliğe de karşıt olarak kendi siyasal varlığının yeniden üretimindeki tercih ve eğilimleri öne çıkarması bu küçük mülkiyetçi temellükün tezahürleri olarak görülmeli ve adlandırılmalıdır. Birleşik devrimin sorunlarında da bu sürtünme vardır ve proleter devrimci yaklaşım açısından ancak bilince çıkartılabildiği takdirde tolere etme imkanı bulunabilir.

Tekelci gelişmenin tasfiye tehdidi altında olan mülkiyet biçimlerinin tarihsel güvence olarak proletaryayı yedekleyen ancak proletarya dışı olan küçükburjuva ve burjuva sosyalizmlerinin, proletarya ve emperyalist burjuvazi arasındaki çelişkinin en keskin olduğu emperyalist kriz içinde proletaryayı devrimden uzak tutmaya çalışan kendiliğinden bir blok oluşturmaları, II. Enternasyonel’in Basel Kongresinden bu yana bilinir bir durumdur ve bugün bu blokun güncel izdüşümünü Kautsky solu olarak adlandırmak anılan sürecin tarihsel bağlamı itibariyle gereklidir.

Kautsky solu, uluslararası emperyalist burjuvazinin saldırganlığı karşısında devrimci proletaryanın uluslararası hattını geçersiz kılan, bunun yerine mülk sahibi sınıf politikalarının temsili bir tezahürü olarak ortaya çıkmış siyasal bir kesiti ifade eder.

Sosyal Emperyalizm”den Bu Yana…

Küçükburjuvazi, yapısalcı burjuva sınıf teorilerinin aksine topyekûn bir sınıf kimliği göstermekten uzak ve aslında kendi başına bir sınıf olmayan bir sosyal kümedir. Sahip olduğu mülkiyet ilişkileri bağlamında “küçük” de olsa burjuva sınıfına dahildir. Ve onun bir alt kategorisi olarak kendi içinde oldukça parçalı “kat kat katmanlı bir sosyal kategori”dir (Kıvılcımlı). Zaten Manifesto’daki tasnif de, kadim ve modern küçükburjuvazi üzerinden ve bu çerçevede, ilaveten Alman solunun reel sosyalizmi somutluğunda ele alınmış çeşitliliğiyle bu farklılıkları önümüze koyar.

Modernleşme süreçleri oldukça sürtünmeli geçen Türkiye kapitalizmi içinde küçükburjuvazi daha da fazla çeşitlilik gösterir.

Ancak emperyalizm meselesinde küçükburjuva solunun gerici ideolojisinin kendini en güçlü bir şekilde açığa çıkardığı zemin, özellikle Türkiyeli devrimin hızlı bir yükseliş içine girdiği kadim küçükburjuva kesimleri oldu. Manifesto’nun feodal sosyalizm olarak kadim üretim ilişkilerinin egemenleri üzerinden tarif ettiği bu siyasal alan, bu üretim ilişkilerinin yarı serf, yarı proleter alt sınıfları üzerinden de tarif edilebilir ve kadim küçükburjuvazinin dünya algısı üzerine Marx’ın belirttiği tarzda ortaya çıkan “modern dünyanın seyrini algılayamama” darlığı, kategorik bir bilinç düzeyi itibariyle onun sosyalizmi için de geçerli olarak ele alınabilir.

70’lerde, Deng Hsiao Ping’in gericiliğine paralel olarak ülkede Doğu Perinçek/Aydınlık çizgisi üzerinden gelişen ve uluslararası proletaryanın uluslararası emperyalizme karşı cepheleşmesini değersizleştirip düşmanlaştıran sosyal emperyalizm teorisi özel olarak ulusal burjuvazinin kadim küçükburjuvaziyle ittifakının bir yansıması olarak kolejli ve köylü kadrolarıyla oldukça etkin bir siyasal alan oluşturdu.

Sosyal emperyalizm kavramı Lenin’in Kautsky eleştirileri içinde ifade ettiği üzere, emperyalizme ait politikaların sosyalizm makyajı altında ileri sürülmesine tekabül eden ideolojik bir tanım idi. Ancak 70’lerde bu ideolojik tanım, Sovyetler Birliği’nin emperyalizmini kanıtlama zorlamaları içinde doğrudan bir sistem tanımına yükseltildi. Yani sosyal emperyalizm, bildiğimiz emperyalizmin sosyalist etiketlisinden daha başka bir şey değildi. Parti yöneticilerinin sermaye fazlasına el koyduğu, bunu sömürgelerine ve uydu ülkelerine ihraç ettiği bir emperyalizm.

Sonuçta, Sovyetler Birliği 90’da dağıldı. Ancak özellikle Sovyetler’in sosyal emperyalist olduğu tezini ileri süren küçükburjuva sosyalistleri açısından şu soru açıkta kaldı: Emperyalistler arasındaki kriz halinin çözümünün nihai olarak emperyalistler arasındaki bir paylaşım savaşıyla mümkün olabileceğine dair Lenin’in tezine karşı dünyanın üçte biri üzerinde egemen, Rusya’nın bugünkü yükselişiyle kanıtlandığı haliyle askeri ve sosyal üretim seviyeleri itibariyle güçlü ve büyük potansiyelli bir ülke olarak Sovyet “sosyal emperyalizmi”, batı emperyalizmi karşısında nasıl oluyordu da “anahtar teslim” barışçı bir çöküşü kabul ediyordu? Lenin’in Kautsky’e karşı ileri sürdüğü emperyalist birikim ve yol açtığı zorunlu savaşlar teorisi mi yanlıştı yoksa emperyalizmin “sosyal” etiketi bu “barışcıl” sonuca yol açabilecek kertede yeniden yapılandırıcı bir özellik mi ifade etmekteydi?

Bu basit soruları yanıtlama zorluğu bugün bu çizgi devamcılarının Çin’e artık “sosyal” etiketsiz bir emperyalizm ölçeği koymalarından, sanki, hissedilir bir durumdur. Oysa, Türkiye kapitalizminin gelişimi itibariyle küçükburjuvazinin de, hiç değilse ideolojik düzeyde kadim kalıplarının dışına doğru zorlanmasının bir tezahürü olarak var sayılabilecek bu teorik kapsam, örneğin Hindistan Komünist Partisi (Maoist) tarafından hâlâ bildik jargonla ileri sürülmektedir. Türkiye’deki egemen finans kapitalizmi görmezden gelen küçükburjuva solunun, salt küresel oyuncu olmalarından dolayı Rusya ve Çin’i kendi kolaycı emperyalizm kavrayışlarıyla etiketlemenin teorik imtiyazına sahip olabilmeleri için öncelikle geride kalan bu tarihsel sürecin olgu ve kavramlarıyla biraz uğraşmaları gereklidir.

Sorunun Marx’ın söylediğince ideolojik ve sınıfsal olduğu, kendi ülkemizde de salt bugüne ait olarak ortaya çıkmayışından bellidir. Kıvılcımlı, Emperyalizm; Geberen Kapitalizm kitabının 1935’teki ilk baskısının önsözünde “Bursa ovasındaki leylekleri yaralayan kartallardan emperyalistlik kokusu alanlar”la onu “bulutlar arasında kanat germiş bir zümrüdüanka sanan”ları hicveder. Bu ikisi emperyalizm üzerine iki ayrı bakış açısı değil, küçükburjuvazinin emperyalizm meselesine bakışındaki bütünsel kapsamı oluşturur.

Küçükburjuvazi ülkedeki finans kapitalizmin doğrudan emperyalizm demek olduğunu görmezden gelerek proletarya ve devrimci sınıfların siyasal yönelimlerini perdelediği gibi, emperyalizmi salt bir dış müdahale gücü olarak tanımlayarak onu düşüncede ülke sınırlarının dışında konumlandırır. Yani her durumda ülke oligarşisini emperyalizmin günahlarından arındırır. Kautsky solunun Nato’ya karşıtlıkla daraltılmış anti emperyalizmi budur.

Kautsky solu emperyalizm meselesini, Lenin’i bypass ederek Kautsky’den Negri’ye uzanan bir burjuva çizgide ele almayı daha uygun ve vazgeçilmez görmektedir. Leninizmin tarifince emperyalizmin bir finans kapital hakimiyeti olduğu umurlarında bile değildir.

Onlar açısından emperyalizm, ulusların mülkiyet alanlarına saldırıdan başka hiçbir şeydir. Emperyalizme ait biricik kriter kutsanmış mülkiyet alanlarına yapılan müdahaleler üzerinden tarif edilebilir. Kendi bilinçlerinin ve varlıklarının şekillendiği mülkiyet alanlarına müdahaleye dönüşmediği sürece emperyalizm nihai olarak tarihsel özel mülkiyet düzeninin güncel temsili ve koruma kolonudur. Proletaryayı onunla birlikte yaşamaya ikna edecek politik ve ideolojik tutum Kautsky solunun tümünü tarif için geçerlidir. Bu bakış açısı itibariyle devasa askeri güçleri olan Rusya ve Çin’in emperyalistliği onlar için tartışılmazdır. Örneğin Ukrayna savaşında mali ölçeklerdeki küçüklüğü bilinir olan Rusya, ekonomik olamıyorsa da askeri olarak emperyalisttir. (Ziya Ulusoy, Rusya Emperyalist Değil mi?) Oysa Lenin’in Kautsky’le tartışmalarından biliriz ki, askeri emperyalizm diye bir şey yoktur, yerine, emperyalizmin askeri politikaları vardır. Bu pürüz, bir dil sürçmesi ya da Lenin’i bilmezlik sonucu değildir. Burada söz konusu olan, soyut doğruların ne tür politik doğrultulara dönüşeceğini tayin eden tarihsel bilinç prizmasının yol açtığı kırılmadır. Bu kırılma süreci, küçükburjuva solunun ideolojik gericiliğini, onu dünyanın içinde bulunduğu yeniden paylaşım konjonktürünün 2020 bunalımından itibaren artık bir dünya savaşı evresine atladığını görmelerini engelleyecek kertede bir teorik gerilik olarak karşımıza çıkartmaktadır.

Somut Gelişme:

Ukrayna Savaşının Politik Karakteri

Savaş politikanın başka araçlarla devamıysa verili bir savaşa karşı tutumumuz bizim politikamızı ifade eder, nasıl ki, Ukrayna’daki savaşa karşı ülke aydınının ve solunun liberal pasifist barışçılığı ve “savaş karşıtı” tavrı bu kesimlerin uluslararası emperyalizmin politikalarına yakın düştüklerini gösteriyorsa… Öncelikle belirtilmelidir ki, Leninci marksist bakış açısı itibariyle, savaşa karşı tavrı savaşın içerdiği şiddet ve yıkım üzerinden açıklamak liberal pasifizmdir ve burjuvazinin ideolojisine içkindir. Savaşların iyice çığırından çıktığı emperyalizm çağında, emperyalist savaşlara karşıtlık bile bu savaşların içerdiği şiddet ve yıkım üzerinden olmaz. Emperyalist gelişim içinde barışçı umutlar taşıyan Kautsky’e karşı Lenin, bu umudun saçmalığının yanısıra emperyalist savaşların karakterini de şöyle açıklar: “Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa bunu kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kar sağlamak için kendilerini bu yola başvurma zorunda bıraktığından yapıyorlar.” (Emperyalizm, Kapitalizmin Yüksek Aşaması) Günümüzdeki savaşların bu karakteri itibariyle verili bir savaş karşısındaki tutum liberal pasifistlerin takındığı gibi savaşın içerdiği şiddet ve yıkım bağlamıyla ifade ediliyorsa, bu tutum, tıpkı Kautsky’nin yaptığı gibi egemen emperyalist burjuvazi adına savaşın sınıfsal özünü gizlemek ve taraf tutmak anlamına gelmektedir. Emperyalist zorbalık, karşıt her türlü kimlik, varlık, ifade ve davranışı yasadışı ilan ederek egemen düşüncenin egemen emperyalist politikaya göre şekillenmesini sağlamaya çalışırken ülkede bundan hiç rahatsız olmayan sol aydın ve liberaller paralel bir tutumla sanatçı, politikacı, tabip, sendikacı, yazar kimlikleriyle Rusya’nın müdahalesine karşı tekil ya da toplu bir şekilde egemen düşüncenin kalıcılığı için büyük bir çaba gösteriyor.

Kautsky solu da bu koroya katılıyor. Kapsamlarından uzaklaştırılmış bir leninist terminolojiyle Ukrayna’daki savaşı emperyalizmin genel propagandasına paralel hale getirerek Rusya’nın işgali ya da emperyalist niyetlerine bağlıyorlar. Böylece emperyalist paylaşım konjonktürünün içinde bulunduğumuz evresinin özelliklerini ve buna karşı alınması gereken tavrı devrimci kamuoyunun ve ülke proletaryasının gözlerinden saklıyorlar; sürece devrimci bir müdahalede bulunmanın en uygun koşullarını değerlendirmenin önüne geçiyorlar.

Savaşlar karşısında leninist tutum sadece liberal pasifizmin karartmalarını aşmayı değil aynı zamanda sınıfsal özünün az çok görüldüğü savaşlar karşısında taktik tutumlar geliştirebilmeyi de gerektirir. Bu bağlamda ayrıştırıcı kriter, uluslararası burjuvaziyle uluslararası proletaryanın karşılıklı mevzilenişine göre öne çıkar.

Devrimci proletaryanın savaş karşısındaki konumunu liberal pasifizmin burjuva çerçevesi ötesine taşıdığımızda çözülmesi gereken bağlam haklı ya da haksız savaşlar ayrımıdır. Lenin savunma savaşlarını ve küçük devletlerin büyüklere karşı savaşlarını “ilk saldıranının kim olduğuna bakılmaksızın” haklı savaşlar kategorisinde ele alır. (Sosyalizm ve Savaş) Elbette emperyalizmin başlangıç aşamalarında küçük büyük devlet kategorileri esas olarak emperyalist ve sömürge devletler kategorisine tekabül ediyor olsa da emperyalizmin bir dünya sistemi olduğu günümüzde bu kriterler dünya devriminin uluslararası mevzilenmesindeki taktik tercihleri belirleyebilecek daha dolaylı ağırlıklar taşıyabilir. Örneğin Arjantin cuntasının Falkland adaları sorununda İngiliz emperyalizmine karşı yenilgisi ya da Yunan cuntasının Kıbrıs sorununda TC’ye yenilgisi bu ülkelerde cuntaların devrilmesine yol açmıştır. Keza, güncel koşulların sabitliğinde TC’nin Doğu Akdeniz paylaşımında Fransa’ya karşı var sayılabilecek bir savaştaki kaybı ülke devrimi açısından taktik bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Bunlar ülke çelişkileri üzerinden gelişen savaşlardır. Bu çerçeve Ukrayna savaşına indirildiğinde Rusya, hem Nato’ya karşı bir savunma savaşında olmasından, hem uluslararası emperyalist dengelerde görece küçük bir devlet olmasından, hem de onun başarısının emperyalizmin güncel bunalımını ve dağınıklığını derinleştirerek küresel güneyin yoksul halklarının kendi egemenlerine karşı başkaldırısına daha uygun koşullar getirecek olmasından dolayı, dünya devriminin ve uluslararası proletaryanın çıkarı, güncel tezahürünü Ukrayna savaşında gördüğümüz üçüncü paylaşım savaşında Rusya’nın yenik ya da verili olandan daha geri bir duruma düşmemesindedir; bugünlerde tartışmalarda “kolektif batı” olarak kodlanan uluslararası emperyalizmin mutlaka kaybeden taraf olmasındadır. Uluslararası proletaryanın doğru taktik tutumu, yaratacağı uygun koşulları her ölçekte devrimselliğe tırmandıracak kertede Rusya karşısında uluslararası emperyalist dünyanın mutlak başarısızlığından yana olmaktır.

Finans kapitalizmin uzantısı durumundaki liberallerden ayrı olarak Kautsky solunun buna karşıt bir tavır içinde bulunması içinde bulunduğumuz üçüncü paylaşım savaşının diyalektiğini kavrayamamasından kaynaklıdır. Lenin’in emperyalist savaş ve dengeleri içinde bir Alman zırhlısıyla ülkeye girmesi, tarih bilinci çarpıklığı ve metodik düşünce yoksunluğuyla inmeli bu kesimlerin asla geliştiremeyecekleri bir inisiyatif düzeyidir. Türkiye’de yüksek düzeyde olgunlaşmış nesnel devrim koşullarına rağmen buna karşılık gelecek bir öncü öznelliğin kendini hâlâ öne çıkartamamış olması devrimimizdeki bu küçükburjuva ideolojik ve politik kuraklığın bir sonucudur.

Rusya’nın Saldırısı Savunma Hakkıdır, Haklıdır

Ülkedeki sol gericilik, emperyalist merkezlerle aynı söylemi tutturarak Rusya’nın bir başka ülkenin egemenlik alanına saldırıda bulunduğunu söylüyor. Görünen budur; Rusya hedeflerini gerçekleştirdikten sonra geri çekileceğini açıklıyor olsa da, her şey bir kenara savaşın bir belirsizlik alanı olmasından ötürü mevcut durumda Ukrayna’da bir askeri hegemonya kurmakta, ülkenin siyasal yapılanmasını kendi kontrolü altına almaya çalışmaktadır. Söz konusu operasyonel hedefler ise emperyalistler tarafından 2014’ten beri ülkeye sokulan 5 milyar dolarlık silah yığınağını ve Nato formatlarında eğitilen orduyu tasfiye etmek, yani silahsızlandırmak; keza ülkeye egemen olan neo nazi güçleri tasfiye etmek ve Ukrayna’nın Nato vb emperyalist ittifaklara katılımını önleyecek bir siyasal hukuk oluşturmak olarak açıklandı.

Bu hedeflerin hiçbirini kimse meşruiyet dışı ve geçersiz sayamaz. Her şeyden önce 2014 darbesiyle işbaşına geçen neonazi fraksiyon Donbass Halk Cumhuriyetleri’nde yaşayan Rus halkına karşı bir soykırım saldırısı içindedir; bugüne kadar 14 bin sivili katlettikten başka savaş hazırlığı olarak Zelensky yönetiminin Donbass çevresine yaptığı askeri yığınağın amacının bu soykırımı daha da geliştirmek olduğunu savaş sürecindeki uygulamaları ve söylemleriyle pervasızca açığa vurmuştur. Neo Nazi iktidar, Rusya’nın müdahalesini provoke etmek üzere Minsk anlaşmasına rağmen özellikle İngiltere ve ABD’nin desteğiyle saldırılarını artırmış, saldırgan amaçlarını öne çıkartmış ve en son aşamada Rusya’yı nükleer bir savaşla tehdit etmeye başlamıştı. İngiliz dışişleri bakanı Elizabeth Truss ve Zelensky’nin bu yönlü sözleri şimdi Rusya savunma bakanlığının, neo Nazilerin eski sovyet nükleer üretim mekanizmalarına nükleer silah üretimi için yeniden işlerlik kazandırmaya çalıştıklarına dair bulgularıyla tamamlanmaktadır.

Bu sürecin konjonktürel nedenleri ötesinde, Rusya sınırlarının Amerikan nükleer silahlarıyla kuşatılması emperyalizm açısından bir zorunluluk durumundadır, çünkü askeri analizlere göre, uluslararası emperyalizmin, Rusya’nın nükleer vuruş gücündeki üstünlüğünü yakın dönemde başka bir şekilde eşitlemesi mümkün görünmemektedir. Rusya’nın nükleer vuruş üstünlüğü hipersonik yönlendirme teknolojisinden kaynaklıdır. Nükleer vuruş gücü değişik silahlarla binlerce kilometre uzağa sesten 9 kat daha hızla ulaşabilmektedir. ABD, sesten iki kere daha hızlı bir roketle ilgili geçtiğimiz yıl sonundan bugüne üç kez deneme yaptı ama her seferinde başarısız kaldı. Sonunda hiç değilse kendi egemenlik alanı içindeki ağırlığını koruyabilmek için hiçbir resmi kayda geçmeyen bir başarı hikayesi uydurmak zorunda kaldılar. Nasıl olsa koca Sovyetler Birliği’ni uyduruk “yıldız savaşları” projeleriyle teslim almayı başarmışlardı; hiç değilse liberal hükümetlerin ve sol liberallerin bu hikayelere inanması beklenebilirdi. Bu durumda emperyalist dünya Rusya’nın teknolojik üstünlüğünü onu kuşatarak ortadan kaldırmaya yöneldi. Örneğin Amerika’ya gönderilecek bir füze 25 dakika yol alacaksa Ukrayna’dan Moskova’ya gönderilecek bir roket 4 dakika içinde hedefine varacaktır. Rusya’nın buna sessiz kalması elbette düşünülemezdi ve kalmadı.

Ukrayna’nın silahsızlandırılması bir taraftan bu fiili duruma son vermek için olduğu gibi aynı zamanda ülkenin Nato’ya katılması ihtimalini ortadan kaldıracak bir tarafsız yapılanma için de gerekliydi. Nato üyesi olan Ukrayna ve Finlandiya gibi ülkelerin doğrudan Rusya’yı hayati bir tehdit altına alacak olduğu açıktır ve elbette Rusya’nın böyle hamleye karşı “saldırı” inisiyatifini kullanması onun savunma hakkının bir gereğidir.

Ukrayna, Nato’ya katılmayı 2014 darbesinden sonra anayasasına almış bir ülkedir ve bugün Rusya’nın savunma savaşına karşı barış meşaleleri yakan emperyalist dünya ve Nato, bir kelimeyle Ukrayna’yı Nato’ya almayacağını bildirmektense bu tehdidi Rusya’nın başı üzerinde bir kılıç gibi sürekli sallıyor. Türkiye ve dünyadaki liberal pasifistler ve Kautsky solu ise Rusya’nın egemenliğinin tehdit altına alınmasını tartışmaktansa Ukrayna’nın işgalini öne çıkartarak emperyalist propaganda ve politikadan yana tavır alıyor. En vicdanlısı, askeri gerçeklerin üstünden atlayarak demagojik bir biçimde Rusya’nın Donbass’ı savunma hamlesini yerinde görüp sahanın bütününe yönelik bir müdahale kapsamını reddediyor. Oysa emperyalist dünya, her koşulda Rusya’ya karşı saldırgan bir tavır içinde olunacağını daha Biden yönetimi iktidara gelmezden önce açıklamıştı (bkz, Pinning Down Putin, V. Nuland). Ve bugün bu yaklaşım, Ukrayna savaşında uygulamaya sokulduğu gibi önümüzdeki bütün bir emperyalist bunalım sürecinde de Rusya’nın her türlü askeri meydan okumasına karşı doğrudan bir askeri karşıtlık yerine konvansiyonel vekalet savaşı biçimleri üzerinden projelendiriliyor. (bkz, The Price of Hegemony, R. Kagan) Böylelikle ABD, hem Doğu pazarları üzerindeki yayılma inisiyatifini, kendini daha önceki savaşlardaki gibi bir ada tecriti içinde koruma altında tutarak sürdürürken aynı zamanda Avrupa’yı kendisine bağlayacak bir savaş tehdidi altına sokarak bu yeni emperyalist bunalım döngüsünden de gene hegemonyasını koruyarak çıkmayı planlamaktadır. Yani, emperyalist üçüncü bunalımın üçüncü savaş çıkışı, biyolojik savaş cephesinin yanı sıra, Ukrayna üzerinden Rusya’ya yapılan saldırı itibariyle -nükleer boyuta çıkmasından elden geldiğince kaçınılacak bir düzeyde- sıcak savaş cephesiyle de artık açılmış bulunmaktadır. Bu konjonktürel gidişin güncel somutluğu Ukrayna savaşında ortaya çıktığı için, bugün Ukrayna ve oradaki Banderacı örgütlenmeden geliyorken, yarın geleneksel olarak emperyalist işbirlikçisi olan ve Polonya ve Baltık ülkelerince sürdürüleceğinin işaretleri daha şimdiden ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Rusya, oldukça zor olan savunma içindeki saldırı taktiğini bir zorunluk olarak göze almış durumdadır.

Kautsky solu, ideolojik ve teorik sınıfsal darlığı itibariyle emperyalizmin içinde bulunduğu bunalımı iktisadi ve siyasi kurgularıyla bir dünya savaşı niteliğiyle kavrayamadığı için, tıpkı Kautsky gibi, böyle bir konjonktürde hâlâ gündelik varlığını sürdürecek barışçı ve tarafsız bir denge hayali içindedir. İçinde bulunduğumuz evrensel savaş konjonktüründe uluslararası proletarya adına devrimi öngörmeyen bu tutum küçükburjuvazinin siyasal çaresizliğinin dışavurumudur.

Rusya Emperyalist Bir Ülke Değildir. Henüz…

Rusya’nın savunma savaşına mecbur edilmesinin ona verdiği haklılık karşısında Kautsky solu Rusya’nın emperyalist yayılmacı ve işgal savaşına yöneldiğini ileri sürerek hem saldırgan kimliğiyle Rusya’nın öncelikli hedef alınmasını hem de emperyalistler arasındaki bir savaşın ülkeye görece uzaklığında devrimci kamuoyunu ve devrimci sınıfları mevcut savaşa karşı hayırhah, umarsız bir politik çizgiye davet ediyorlar. Kautsky solu, istisnasız bütün çevreleriyle, bu politik tutumu, doğrudan Rusya’nın emperyalist olduğu ön kabulü üzerinden temellendirmeye çalışıyor. Oysa Rusya tarihinin orijinal kavşakları itibariyle bugün henüz emperyalist aşamaya gelememiş bir ülkedir.

Öncelikle karşımıza çıkacak teorik gerilikleri tartışmamızdan ayıklayabilmek için emperyalizmin en özlü tarifi, Lenin’in ustalık ölçeğindeki anlatımı itibariyle şöyle kayda geçmelidir: Emperyalizm, alt yapısı finans kapital, üst yapısı finans oligarşisi olan bir sistemdir. Bu sistemin bir ülke sınırları içinde ya da dışında değişik genişlikte ve değişik derinlikteki tezahürleri onun sermaye ve siyasal gücünün düzeylerine bağlıdır. Bu bağlamda Rusya’nın bugününe bakıldığında devlet ve sermaye ilişkileri düzeyinde karşımıza çıkan cumhuriyet kapitalizminin başlangıç evreleridir. Devlet sınıflarının siyasal ağırlığındaki bir devlet yapılanmasıyla kapitalist gelişmenin güçlendirilmesi esas alınmaktadır. Aradaki temel fark, cılız cumhuriyet burjuvazisinin kapitalist üretim ilişkilerini işletebilmek için tefeci bezirganlık gibi kadim toplum artığı bir tabakayla işbirliğine gitmek zorunda kalışına karşın Rus burjuvazisinin, geçmiş Sovyet tarihinin bir hediyesi olarak böyle ara süreçlere ihtiyaç duymayışıdır. Zayıf cumhuriyet burjuvazisi, üretim ilişkilerindeki egemenliği için tefeci bezirganlığa ihtiyaç duymasına karşın aynı zamanda kendi sermaye egemenliğini koruyup sürdürebilmesi için devlet sınıflarının siyasal hegemonyasına sığınmak zorunda kalmış, bu süreç hızla devlet ve finans kapital bütünleşmesini geliştirmiştir. Türkiye kapitalizmi rekabetçi aşamayı yaşamadan tekelcileşmiştir. Rusya’da ise devlet kapitalizmi böylesi hızlandırıcı itkilere sahip olmadığı için güçlü devlet tekellerinin yanısıra bunun içinden bir finans oligarşisi çıkartarak henüz siyasal iktidara yerleştirmiş değildir. Mevcut devlet yöneticilerinin iddia edilen servet birikimleri ne üretim süreçlerinde ne hisse yapılanmalarında hiçbir resmiyet taşımamaktadır. Emperyalizmin sola dönük ideolojik odaklarından Birikim çevresi yazarlarından Ümit Kıvanç’ın Duvar’da Rus oligarklara dair yayınladığı yazı (08.03.2022) onun çabasının aksine tam da bu durumu göstermektedir. Devlet sektörü yöneticileri hiçbir özel mülkiyet ve özel sermaye temsilcisi olmaksızın “oligark” olarak sıralanırken bu çabanın sefilliği karşısında Ü. Kıvanç’ın kendisi kendi yazısında başka ehil ellerden daha iler tutar destekler dilenmek zorunda kalmıştır.

Gene de sürecin bu yönlü gidişi elbette Türkiye’de yaşandığı gibi, devlet kapitalizminin fideliğinde doğrudan sermaye sahiplerinin tekelleşmesini ve tekelci sermaye sahiplerinin devletleşmesini getirebilecektir. Bu belirleme geleceğin teorik çıkarsamasıdır. Bu çıkarsamanın realize olmasında karşı yöndeki etkiler itibariyle keza Rus vahşi burjuvazisinin yani tekel dışı kapitalistlerin konumu da önemlidir. Tekel dışı burjuvazinin tekellerle rekabetinde kredi ve hammadde imkanları için devletçilik hayati bir sığınaktır ve bu itibarla, örneğin ülkemizde devletçilik tekel dışı burjuvazinin, küçük üretmenlerin ve burjuva sosyalizminin daimi sloganıdır. Aynı bağlamda Rusya’nın hem sosyalist geçmişi hem de büyük Rus sermayesinin iç piyasadan ziyade daha çok enerji ve metal gibi dış piyasa ürünlerinde egemenliğinin, Rus devlet kapitalizminin finanskapitalistleşmesinde önemli bir sürtünme alanı yaratacağı beklenmelidir. Buna bir de sovyetik dağılış sonrasında emperyalist kapitalizmin Rus toplumu için hiç de kabul edilir bir mukayeseli üstünlük yaratamamış olması eklenmelidir.

Bugün Rus halkının %75’e kadar çıkan oranlarda (Moscow Times, 75% of Russians say Soviet era was ‘greatest time’ in country’s history-Poll, 24 Mart 2020. Burada özellikle belirtilmelidir ki Moscow Times yeminli bir Sovyet ve sosyalizm düşmanı çizgi sahibidir) Sovyetler Birliği’ne duyduğu özlem ve özellikle Stalin önderliğine bağlılığının (keza, 23 Temmuz 2021, %56’lık “büyük bir lider” kabülü ve 2016’ya göre iki kat yükseliş) Rus devlet sınıflarının ve devlet kapitalizminin finans kapital tahakkümünün kurumlaşmasında yine önemli bir direnç alanı oluşturacağı kestirilmelidir. Aşağı yukarı on yıllık (2010-2020) bir gözlem içinde Rusya’nın GSYH’sı yaşadığı bütün büyük dalgalanmalara karşın sektörel dağılımda (yaklaşık %3+ tarım, %30 sanayi ve %56 hizmetler) ve bunun içindeki küçük ve orta boy işletmelerin payının son yıllardaki faaliyet endeksinin yükselişine karşın esas olarak stabil kalması (%20+) ülkedeki üretim, sermaye ve pazar ilişkilerinde tekelleşmeye dönük durgunluğu bize göstermektedir. Bunda ayrıca, ülkenin stratejik enerji, bankacılık ve silah sektörlerinde devletin %50-70 arası hakimiyeti ve sair sektörlerin kamu ekonomisi üzerinde hakimiyet geliştirebilecek bir ağırlık oluşturamamasının doğallığı da rol sahibi olmaktadır.

Ukrayna savaşı sürecinde emperyalist dünyanın uyguladığı yaptırımların Rus sermaye yapılanmasında önemli değişiklikler yaratma ihtimali güncel gelişmeler itibariyle ele alınabilir.

Örneğin, bugün Sovyetik ekonomi modeli üzerinden önerileriyle öne çıkan Sergey Glazyev’in (Events Like These Only Happen… The Saker, 27 Mart 2022) dikkatimizi çektiği haliyle rublenin değer kazanıyor olması (70-80 bandından alış 120 bandında satış üzerinden) büyük Rus burjuvazisinin sermaye gücünü artırarak finans kapitalistleşmeye evrilmesi ve keza yaptırımların yol açtığı iç piyasa boşluğu içinde yönelinen devlet destekli ithal ikameci modelin tıpkı Türkiye’dekine benzer finans kapitalizmin gelişimine son derece uygun bir birikim modeli oluşturması gibi koşullar itibariyle Rusya, finans kapitalizm ve oligarşik şekillenmelerin egemen olmasına son derece elverir bir gidişat içindedir.

Ancak bu gelişme potansiyeli, açıktır ki bugünkü gerçeklik hali demek değildir. Bugün Rus devlet sınıflarının kamuculuğuyla Rus burjuvazisinin neoliberalizmi arasındaki şiddetli gerilimi olayların gelişimi içinde de görmek mümkündür. Savaş arifesinde Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina’nın 600 ton altını dolara çevirip Amerikan bankalarında rehine bırakması olayında Rusya Federasyonu Komünist Partisi Zuganov, infazını önerirken Nabiullina’nın Putin’in önerisiyle Duma tarafından yeniden görevlendirilmesi bu gerilimin potansiyel derinliğini bize göstermektedir. Bu yeniden görevlendirmede, kuşkusuz ki Rusya Merkez Bankası’nın uluslararası piyasalar karşısında ülkeyi temerrüde düşürmemesi ve rubleye dolar karşısında değer kazandırması gibi başarılı politikaların da altı çizilmelidir.

Sonuç olarak, güncel somutluk itibariyle Rusya’nın emperyalist olgunlaşması üzerine, İran’daki vakıflar ya da Çin’deki parti egemenliği üzerine uydurulan özel mülkiyet yakıştırmalarından daha öte ciddi ve bilimsel veri henüz ortada yoktur.

Bunun yanısıra Rusya zengin enerji kaynakları ve bunların yüksek ihraç değerlerine rağmen emperyalist dünya pazarında hiç de “büyük” bir konumlanma içinde değildir. Örneğin Çin’in başını çektiği ihracat büyüklüğü itibariyle Tayvan ve Singapur’un bile arkasından, dünyada 16. sıradadır. Dünyanın en büyük 100 bankası içine ancak 66. sıradaki Sberbank’la girebilmektedir. Onu 113. sıradaki VTB Bank takip etmedir ki her iki banka da devlet bankasıdır. Forbes 2020-21 listesine göre ABD’nin 590, Çin’in 289, Almanya’nın 54 şirketle girdiği dünyanın en büyük 2000 şirketi içinde de toplam 24 şirketle vardır ve yukarıda anılan iki banka dışında çoğu enerji ihracatçısı olup bunların da ön sıralardaki dizilişinde Rosneft, Gazprom gibi devlet şirketleri yer almaktadır. Özel sermaye ağırlıklı Surgutneftegas 309. sırada yer alıyor. İlk 100 içinde ise 41 Amerikan şirketine karşılık 2 Rus şirketi vardır. Bütün bu verilerin toplamında 95 trilyon dolarlık dünya safi hasılasında Amerika %25, Çin ve AB %18 yer tutarken Rusya %1.6’lık bir hasıla gerçekleştirebiliyor. Görüleceği gibi yüzölçümünü bir kenara bırakacak olursanız Rusya dünya pazarındaki değeri itibariyle “küçük” bir devlettir ve bu itibarla büyük ve emperyalist Amerika tarafından tıpkı 90’lardaki gibi sömürgeleştirilmesine karşı bir savaş içinde olması onu bu savaşta bir kez daha haklı çıkarmaktadır.

Bununla birlikte bugünkü Rus burjuvazisinin askeri ve politik çabası emperyalist dünyanın dışında bir yer tutma gibi burjuva demokratik devrimci bir nitelikte de değildir. Aksine Rus burjuvazisinin bu yöndeki tercihleri emperyalist dünyanın bir parçası olmaktır ve hatta emperyalist üçüncü bunalım döneminin yıkımı sonrasında kurulacak yeni dünya düzeninin kuruluşu çerçevesinde öncü bir rol oynamaya da adaydır. Rus devlet kapitalizminin bu yönelimini bir süre önce Dünya Ekonomik Forumu’nun Büyük Sıfırlama programında tutmaya çalıştığı özel konum itibariyle de gözlemek mümkün olmuştur. Burada daha ötesi mümkün olmayan bir özet aktarımla ifade edecek olursak DEF’in sıfırlama ve salgın konjonktüründe sağladığı ilerlemenin üzerine inşa etmekte olduğu dijitalleşme perspektifi ve sunumu Rusya’nın yukarıda anılan ve son yaptırımlarda en başta payını alan Sberbank’ın ortaklığında gerçekleştirilmiştir. (bkz, Cyber Polygon, 9 Temmuz 2021) DEF’in literatüründe “gerçekleştiğinde salgın krizinin onun yanında küçük bir rahatsızlık gibi kalacağı” bir siber kilitlenmeye yönelik uluslararası sermayenin tedbirleri üzerine düzenlenen önemli bir konferans kendisi uzman bir bilişimci olan Rusya başbakanı Mişustin’in konuşmasıyla açıldı. Tıpkı pandemi öncesinde yapılan Event201 simulasyonuyla benzer işlevli Cyber Polygon 2021 simülasyonu, 48 ülkeden 200 organizasyonun ve 78 ülkeden 7 milyon izleyicinin katılımıyla gerçekleşti. Sberbank bu platformda dijital sektördeki yan kuruluşu olan BI. ZONE’la yer aldı. Bankanın dijital sektöre yaptığı yatırımlar oldukça öne çıkmış durumdadır ve Rus rublesine endekslediği kendisine ait bir kripto parayı piyasaya süren dünyadaki tek banka konumundadır.

Bunun dışında DEF’le Putin yönetiminin ilişkileri Schwab’ın Merkel’in yanı sıra Putin’i de “dünyanın genç liderleri” sınıfından biri olarak anması, Putin’in bir DEF konferansında Schwab’a “sevgili Klaus” diye yakın bir tarzda seslenmesi de akılda tutulmalıdır. DEF’in “dünyanın genç liderleri” sınıfından bugüne kadar Macron’dan Blair’e kadar birçok emperyalist lider geçtiği gibi, bugünün Nato ve savaş kışkırtıcılığıyla öne çıkan yöneticilerinden Kanada Başbakanı Trudeau, Yeni Zelanda Başbakanı Ardern ve Alman Dışişleri Bakanı Baerbock da aynı tezgâhtan geçenlerdendir.

Bu ilişki kurgusunu, uluslararası emperyalist elitin sermayenin yeni birikim ve denge alanı olarak Asya’ya Rusya üzerinden giriş kolaylığı sağlama çabası şeklinde yorumlamak mümkündür. Zaten Rusya’ya ilişkin yaptırımlarda Avrupa kapitalizminin yanısıra dolar üzerinden Amerikan egemenliğinin de çökeceğine dair birçok analiz Ukrayna savaşını bu ihtimal üzerinden de okumaktadır. Henüz bu konuda bir belirleme yapmanın hiçbir verisi ortada yoktur ancak Rus devlet sınıflarının geçtiğimiz yıldan itibaren Batı’ya tümüyle arkalarını dönene kadar uluslararası emperyalizmle en ileri ilişkileri geliştirmeye oldukça açık oldukları ortadadır.

Bununla birlikte, emperyalist bunalım konjonktürünün çelişki dinamiği kendini bir kez daha burada da göstermiştir. WEF, emperyalist bunalımdan çıkışın kaçınılmaz tek yolu olarak sermayenin mutlak merkezileşmesini yani süper emperyalizmi önerir ve dünya finans kapitali Black Rock, Vanguard, State Street ve benzeri 20 trilyon dolar gibi dev bir bütçeyi yöneten süper tekellere geçerken, mevcut bunalımda bu tekelci hegemonyanın siyasal güvencesini veren ABD emperyalizminin içinde bulunduğu kriz ve sermaye zaafları nedeniyle ülkelerin tekelci burjuvaları kendi bağımsız sermaye güvencelerinin arayışına yönelmektedirler. Lenin, Kautsky’nin süper emperyalizm teorisini zaten uluslararası finans kapitalizmin bu iç çelişkisi üzerine yaptığı saptamayla teorik olarak mümkün ama tarihsel olarak geçersiz bulmuştur. Suudi Arabistan’dan Meksika’ya, Pakistan’dan Brezilya’ya kadar yayılan bu eğilim elbette Rus devlet kapitalizmini de emperyalizmin verili açmazının dışında bir alan yaratmaya doğru sevketmektedir. Bu yönelimin bir gereği olarak devlet sınıflarının kamuculuk eğiliminin öne çıkması sonucunda Lukoil ve Norilsk Nickel gibi özel tekelleri krize sokup Tinkoff Bank gibi özel bankaları batırırken, örneğin Rosneft hisseleri değer kazanmaktadır.

Rusya’nın, Ukrayna müdahalesiyle uluslararası emperyalizmin süper emperyalizm projesini bozması üzerine WEF, savaşın hemen başında Putin’i ve Rusya’yı eleştirerek kendi yaptırım alanı içine aldı. Elbette gelecek için umutlarını koruyarak… (https://www.weforum.org/agenda/2022/02/ukraine-our-full-solidarity/).

23042022

Paylaşın