Ali Efe, Umut Yazıları

Güncelde devrimimizin sorunları – Ali Efe

Rosa Luxemburg’un Fransız sosyalistlerinin 3. Cumhuriyet karşısında içine düştükleri bunalımı anlatan değerlendirmesi (Fransa’da Sosyalist Kriz, 1901) tamamlanmamış bir çalışma olmasına karşın Türkiye’deki reformist solun içine düştüğü krizi son derece açıklayıcı değerdedir. Luxemburg bu çalışmasında, Fransa’da 3. Cumhuriyet sırasında küçük burjuva solunun 1799 ve1851 darbelerinin oluşturduğu siyasal hafıza itibariyle Cumhuriyet’i korumak adına bütün “af” manipülasyonları ve grevci işçilerin katledilmesine rağmen kendi siyasal “cenazesi” üzerinden proletaryayı nasıl burjuva parlamentoya “zincirlediğini” anlatır.

Feodal gerici Avrupa’nın saldırılarına karşı “Cumhuriyet tehlikede” söylemiyle üretilen politikalarla küçük burjuva solu, bir yandan büyük burjuvaziyle arasındaki siyasal farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışırken, diğer yandan bunun gereği olarak, burjuvazinin proletaryayla arasında büyüyen toplumsal farklılıkları kolayca görmezden gelmektedir.

Luxemburg, yüzyıl öncesinden, Millet İttifakı eklentileri, diplomatik Natocu tutumlarıyla sanki EÖİ’yi anlatmaktadır. Artık güncel sonuçlarıyla bir kez daha kanıtlanmış olan tarihsel tez şudur: “proletarya kendi sınıf düşmanlarıyla güçlerini birleştirerek demokratik iddialarını savunamaz!..”

Devrim ve reformistler

Birleşik devrim, seçim sürecinde tümüyle bir “üçüncü yol” önermesindeyken, Kürt liberalleri ve Türkiyeli liberal sol, el birliğiyle bir taraftan “bağımsız aday” çıkarmakla oluşacak üçüncü yol öznelliğinin sadece lafızda kalmasını sağladılar, diğer yandan üçüncü yol gölgesine sığınan EÖİ cepheleşmesiyle burjuva çözüm zeminine dâhil oldular. EÖİ, Millet İttifakına eklemlenmeyi gözeten süreç yönetimiyle üçüncü yol taktiğini likide etti.

Kılıçdaroğlu’nun kazanması koşullarında Fransız 3. Cumhuriyetçilerinden daha başka bir tutum alamayacakları, toplumun değişim talebini oligarşinin yeniden yapılanma sürecine altlık edecekleri, başkanlık seçimlerinin ikinci turunda artık bir öngörü olmaktan çıkmış, somutluk kazanmış bir durumdu. Burjuva ve küçük burjuva solu, Rusya’ya karşı “Türkün devleti” adına içindeki Zelensky’yi, “Teröre karşı” içindeki Bahçeli’yi açığa çıkarmasına karşın Kılıçdaroğlu’na desteklerinden ve bağlılıklarından vazgeçmediler.

EÖİ ve SGB’deki reformist ve revizyonist partilerin, laiklik, modernizm ve “çözüm” arayışları üzerinden AKP/RTE gericiliğine karşı hiç değilse elde kalanı koruma adına geliştirdikleri “demokrasi ve cumhuriyet” söylemi, onlar için düzene bağlılığın ve proletarya ve halk sınıflarını düzene zincirlemenin tarihsel anahtarıdır.

Bu, yetmez ama evet’çiliğin yakın tarihimizde ikinci kez karşımıza çıkarılmasıydı. Birincisi uluslararası burjuvazinin 2010 yılında “Erdoğan’ın 12 Eylül’ü”nü emekçi halk sınıflarına yutturmak içindi. İkincisi, keza uluslararası burjuvazinin, bu kez AKP/RTE’den kurtulma programına Kürtleri ve solu bağlı tutabilmek içindi. Şimdilerde ise, küçük burjuva solu ve sömürge liberalleri kendi krizlerine terk edilmiş durumdalar.

Birleşik devrimin “batı”lı örgütleri bu tarz gelişmelere dair Leninci marksizmden edindikleri referanslar itibariyle bir yandan, proleter muhalefetin taleplerini burjuva egemenliğin başı üzerinde sallayabilecekleri “keskin bir silah” haline getirebilmek için parlamento seçimlerine katılırlarken diğer yandan düzenin yönetimine katılmaya dair bölümünü boykot ettiler.

Böylece hem devrimci sosyalizmin,  burjuva demokratların “cumhuriyetçi bataklığı tarafından yutulma”sını engellediler hem de cumhuriyetçi restorasyonla proletarya ve emekçi halkın değişim taleplerinin devrimci bir ayaklanma umudu olmaktan çıkartılarak “burjuva toplumun normal bir varoluş biçimine dönüştürülmesi”nin önüne geçtiler.

Devrimci sosyalizmin boykot taktiği

Bunu ‘solculuk sayanlar vardı. Oysa Türkiye’nin metropol çelişkileri itibariyle öyle olmadığı açıktı.

Bilinir ki, bolşevik boykot taktiği, genel kavrayış açısından daima bir ayaklanma arifesine uygun görülür. Devrim bir süngü hücumu eşiğinde değilse boykot elbette ‘solculuk sayılırdı ve zaten devrimci sosyalizm tam da bu nedenden ötürü seçimlere katıldı; ülkede kitle hareketi ve örgütlülüğü geri düzeydeydi. Devrimci sosyalizmin katılmayı reddettiği seçim, düzen yönetimi için oligarşik kanatlardan biri lehine tercihte bulunmaktı. Bu konu, ilkesel olarak devrimin ve devrimci proletaryanın konusu dâhilinde değildir.

Bir diğer taraftan, boykot taktiği sadece bir güç denklemiyle kurulmaz. Henüz yeterli gücü barındırmayan süreçlerde bu taktik, muarızları tarafından sürekli olarak “pratik amaçlar için sonuçsuz kalmak”la eleştirilmiştir. Ancak diğer taraftan devrimci öncü kendi taktik planlamasını “yaklaşan mücadelenin nasıl bir biçim alacağı” sorusuna verdiği cevapla da belirler. Dolayısıyla bir devrimci “belli bir mücadele yöntemi” olan boykota ilişkin kararını “bunun uygulanmasına olanak tanıyan özel koşulların varlığına bakarak verir.”

Kimi iyi niyetli boykot karşıtları, bu “özel koşulların varlığı”nı devrimci sloganlar için ön koşul olarak koyarken devrimci öncü, boykot gibi özel mücadele yöntemleriyle proletaryaya “yaklaşan mücadelenin alacağı biçimleri” göstermeyi esas alır. “Yakın gelecekte ortaya çıkacak olan mücadele yolunun tercihi için mücadele etme gerekirliği[nin] tarihsel olarak kaçınılmaz” olduğu koşullarda devrimci öncünün “aktif boykot savunusu meseleyi ateşlemenin bir yolu” olarak ele alınır. (Lenin, Boykota Karşı, vurgu Lenin’in, sendika.org çevirisi) Devrimci komünizm, seçimlerle ülkenin sömürge faşizmi/demokrasisi ikileminde değil, bizzat devrim ve karşı devrim ikliminde olduğunu saptamıştı.

Ve buna bağlı olarak boykot taktiğini, seçimlerden sonra ülkenin derinlemesine içine gireceği emperyalist savaş ve yeni oligarşik denge nedeniyle halk sınıflarına devrimci mevzilenmenin, devrimci mücadele yolları ve tutumun bildirilmesi bağlamında öne çıkarmıştı. Bu, taktiğin kesintisiz devrim hattı üzerinde belirlenmesidir.

Liberaller ve çaresiz küçük burjuva solu bugün kendi moral varlığını korumak için verili olanın “normal bir toplumsal varoluş” hali olduğunu öne çıkartıyorlar. Proletaryayı bu verili “toplumsal varoluş”un normalleri içinde de yaşayabileceğine ikna etmeye çalışıyorlar. Boykot taktiği bu ideolojik ve politik tutuma karşı devrimci bir itiraz ve duruş referansı teşkil etmektedir. Halk sınıflarının değişim talebine cevabın seçim ya da sair düzen araçlarında değil doğrudan devrimde olduğunun net bir ifadesi olarak okunmaktadır.

Devrimci sosyalizmin siyasal yetersizlikleri bu taktiğin etkisini yok dereceye kadar çekebilir ve çekmiştir de, ama aşılması gereken ve aşılmayı mümkün kılacak kertede zaafları sergileyen bir talihsizlik olarak görülebilir ama yanlış, hele ki onu anlama gücünü kuşattığında sahibini devrimden ve halktan uzaklaştırır.

Devrimci sosyalizm boykot taktiğiyle halka ve devrime karşı konumunu korumayı başarmıştır.

Bununla birlikte bu taktiğin birleşik devrimci saflarda uygulanması içinde önemli sorunlarla karşılaşılmıştır. Bunlardan birincisi, boykot taktiğini öne çıkartan batı cephesi örgütlerinin boykot taktiğini “oy vermeme” gibi seyreltik bir çerçeveye çekmeleridir. Diğeri ise Kürt devriminin birleşik devrim içindeki yapıların boykot taktiğini keza ‘solcu bulup kendi taktiğine destek vermelerini gerekli görürken birleşik devrimin birçok örgütünün de Kürt devriminin aday göstermekten geri çekilmesini yanlış bulmasıdır. Yani birleşik devrimin bir bileşke hat üretmekteki zaaflı yapısıdır. Bu birleşik devrimin üzerinde yükseldiği “iki ülke iki devrim” gerçeği çerçevesinde teşhisi belli, aşması zorlu bir devrim sorunudur.

Önce daha tali olandan başlayalım.

Utangaç “oy vermeme” taktiği

Kürt özgürlük hareketinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mutlak surette AKP-MHP faşizminin siyasal yenilgisine kilitlenmesi karşısında batı cephesi örgütleri onun propagandasını boşa düşürmemek için başkanlık seçimlerinde boykot taktiğini ileri sürmektense “oy vermemek” gibi daha yumuşak bir politikayı öne çıkarttılar.

İster siper yoldaşlığının zorladığı diplomatik bir esneklik eseri olsun, ister doğrudan politik bir tercih sonucu olsun bu utangaç ifade doğrudan Lenin’in tanımlamasıyla “pasif bir çekimserlik” (Bulygin Dumasını Boykot ve Ayaklanma) olarak değerlendirilmelidir. Nominal düzeyde bir tür küçük burjuva karasızlığın yansıması; “pratik amaçlar için” etkin olmayan bir taktik uğruna ittifak zeminlerini zora sokmak gibi pragmatik bir tutum olarak görülmelidir.

Bu durum itibariyle devrimci sosyalizmin merkezi örgütleri ve demokratik alan uzantıları, niyet ne olursa olsun,  boykot yerine “oy vermeme” tutumuyla seçim taktiğini net ve gelecek sürece gönderme yapan politik bir tutum olmaktan çıkararak “çekimser” bir tavırsızlığa düşürmüş oldular.

Seçim sonrasında küçük burjuva solunun moral bozukluğu ve siyasal dağınıklığı altındaki siyasal nüfuz alanlarını devrimci sosyalizmin kararlılık ve perspektif netliğiyle devrimden yana etkileme gücünü oldukça zedelediler. Mevcut süreci doğru devrimci taktiklerle yönetebilmek ve siyasal alanda baş gösteren dağınıklığı devrimci temelde örgütleyebilmek için devrimci sosyalizmin bütün alan ve saha örgütlenmeleri mevcut politik tutumların daha net ve doğru ifadesini hızla öne çıkaran tashihlere gitmelidirler.

Kürt devrimi ve seçim

Türkiye ölçeğinde, boykot taktiğinin yığınların karşılanmayan değişim taleplerinin varlığında öncünün elinde “ateşleyici” bir değer taşıdığını ve bu değerin anda ve gelecek süreç boyunca, kitle eyleminin devindirici gücü haline getirilmesine yarayabileceğini yukarıda belirtmiştik. Bu, taktikteki klasik bağlamın kesintisiz devrim hattındaki değeridir.

Boykot taktiğinin klasik çerçevesi, yani bir kopuşma, atılım öncesine tekabül eden bir taktik olması itibariyle, yeni bir serhildan yükselişinde olmayan Kürt halkının boykot değil, seçimlere katılması ve demokratik muhalefetin yükselen dalgasını gözeterek Kürt devriminin eylemsizlik konumuna geçmesi keza doğru taktikler olarak değerlendirilmelidir. Verili aşamada Kürt devrimi, “demokratik ulus” paradigmasıyla siyasal bağımsızlık değil özerklik esaslı bir “radikal demokrasi” zorlamasındadır.

Ancak, önemlidir, bu değerlendirme seçim momenti üzerinde daraltılmalıdır. Taktiğin bu şekilde belirlenmesinde Kürt devriminin bir yılı aşkın bir zamandır ısrarına karşın Üçüncü Yol’un kendi adayıyla yürümemesinde Kürt liberallerin tasarrufu ve sorumluluğu kesinlikle görülmelidir.

Bu saptama uzun bir süreç takibi ve değerlendirmesi gerektirir, ancak burada şöyle kısa bir özetle yetinmeliyiz:

2020 Haziranı’ndan 2022 Nisanı’na kadar TSK’nın Haftanin, Gare saldırılarını başarıyla püskürten Kürt devrimi hem AKP-MHP faşizmini yıkmak hem de Türkiye’de demokratik devrimin önünü açmak ısrarındadır. Bu ısrar siyasal alanda giderek kızgın ifadelerle Kürt liberallerin politik hesaplarını da hedefine koyar:Tayyip Erdoğan yönetimine karşı on binlerce şehit vererek yürütülen mücadele, yerine Kemal Kılıçdaroğlu geçsin diye değildir.” (S. Erdem, 21 Kasım 2021) Ancak, 2022, 17 Nisan’da TSK’nın KDP işbirliğiyle Zap’ta başlattığı Pençe-Kilit operasyonu bir Nato operasyonudur ve Kürt devrimini “varlık yokluk” cenderesine alacak kapsamdadır. 2022 Temmuzu’nda HDP kongresini yapar, Kürt devrimi siyasal sürecin insiyatifini Kürt liberallere bırakmak zorunda kalır: “Bu HDP çözer” (S.Erdem, 7 Temmuz 2022)

2022 Nisanı’na kadar üçüncü yol’u devrimci halk savaşı parantezinde ele alan Kürt devriminin Natocu ve sömürgeci son kuşatma karşısında Kürt liberallerin öncülüğünde gelişebilecek bir genişlemeye insiyatif tanıması anlaşılır bir durumdur Dolayısıyla momente ilişkin öznellikler itibariyle Kürt özgürlük hareketinin bu seçimde öne çıkardığı taktikler doğrudur da.

Birleşik devrimin rönesansı: 3. Haziran kararları

Bununla birlikte, genel olarak Türk solunun Kürt meselesi konusunda “sonradan görme”liği konuya yaklaşımda karşımıza önemli sıkıntılar çıkartmaktadır. Ezen ulus solcusunun sosyal şoven tarihinden çıkarsamayla enternasyonalizmi bir ulus bütünlüğünde ele alışı, onun, sömürge halkın devrimci enerjisini kendine yedekleyen sömürge liberallerinin politik yönelimlerine kolayca eklemlenmesini getirmektedir. Bu, bir diğer taraftan da, egemen burjuvaziye eklemlenmiş liberal politikaların keza ezilen ulusun devrimci arayışının içinde saklanmasına hizmet etmektedir.

Bu çerçevede Kürt liberallerin, bir yandan Üçüncü Yol’u Millet İttifakı’na yedeklerken diğer yandan Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi emperyalizmin misyonerlerini “çözüm ve barış” adına sömürgeci parlamentoya taşımayı görev edinmeleri Kürt halk hareketinin geleceği açısından oldukça endişe vericidir. Kürt halkının seçimlere düşük katılımı bu liberal önderliğin ve politikaların reddi olarak değerlendirilmelidir.

Şimdi bu liberal önderlik derin bir kriz içinde. Uluslararası emperyalizmin bu krizden de yararlanarak HDP içindeki Çandargillerle yeni “çözüm ve barış” politikaları, silahsızlanma projeleri geliştirmesi bize hiç de şaşırtıcı gelmemelidir. Seçimler, Kürt halkının yeni “çözüm ve barış” oyalamalarına prim vermediğini gösterirken Kürt liberaller eksikliğin sadece uygulamada olduğunu söylüyor ve hala uzlaşmacı “paradigmalar”daki ısrarı sürdürüyorlarken Türk liberal solcuların tezahüratı hiç eksik kalmıyor.

Oysa seçimler Kürt liberallerinin iflasını gösterdi. Kürt devrimi eylemsizlik kararını kaldırarak önümüzdeki süreçteki önderlik insiyatifini yeniden eline aldığını ilan etti.

Gelinen aşama itibariyle bu bağlamda iki gelişmeye ihtiyacımız vardır. Birincisi, önümüzdeki dönemde HDP gibi birleşik yapıların reorganizasyonunda Gürcistan sorununa bağlı olarak Lenin’in sorduğu “enternasyonalizm nedir?” sorusuna Stalin’in verdiği cevap hatırlanmalıdır: Yeterince sınıfsal farklılaşmaya uğramış uluslar, proletaryası ve emekçi halkı tarafından temsil edilirler ve ezen ulus devrimcilerinin taşıdığı enternasyonalist yükümlülükler bu sınıflar zemininde somutlanır. Bu belirleme ezen ulus devrimcileri için esas olmalıdır.

İkincisi, Kürt devriminin yeniden yükselmeye başlayan insiyatifiyle ilgilidir. Hatırlanacaktır; Kürt halk önderi Öcalan’ın esaretinden sonra Kürt devrimi 2004’teki Haziran kararlarıyla birlikte Türk sömürgeciliğine karşı devrimci halk savaşını yeniden ve güçlü bir şekilde yükseltti. 2010’daki 2. Haziran kararları aynı yükselişi yeniden gündemleştirdiyse de gene bu liberal uzlaşmacı çizginin “çözüm ve barış” politikalarıyla boşa düşürüldü. Ve bugün, özellikle sömürgeci ve şoven yeni parlamento koşullarında, Kürt devriminin, , devrimci halk savaşı stratejisi ve serhildanlarla birleşik devrim örgütlenmesini metropollere kadar açmayı projelendirdiği 3. Haziran kararlarının eşiğinde olması birleşik devrimin umudu ve ihtiyacıdır.

Birleşik devrimin bileşke zaafı            

Birleşik devrim bugüne kadar, kendi cephesel ayrımlarını fazlaca göz önünde tutmayan bir bileşke hat üzerinde yürümeyi başardı. Ancak, bu seçim ve bağlantılı süreçler bize göstermiş olmalıdır ki, üçüncü savaşın bölgeye ve ülkelere yığdığı çelişkilerin keskinliği nedeniyle, bundan böyle birleşik devrim, ancak bu ayrımları politik aşkınlıkta bir bileşkeye dönüştürebildiği ölçüde başarılı olabilecektir.

Yukarıda ifade etmeye çalıştık ki, Kürt devriminin kendi ülke devrimi için doğru olanı Türkiye devrimi açısından da geçerli ve doğru görmesi çok anlaşılır ve doğru değildi. Burada, eğer aranırsa, ulusal kurtuluş hakkında post modern kırılmalara uğramış ideolojik zafiyetlerin ve siyasal okumalardaki reel politik hataların izlerini görmek elbette mümkündür. Ancak bir diğer taraftan görüldü ki, Kürt devrimi birleşik devrimin batılı örgütlerini kendi ulusal politik ihtiyacı temelinde nasıl ‘solculukla eleştirdiyse, Türkiye devrimci solu da Kürt devrimini, Türkiye devriminin gerekirlikleri üzerinden bir bakışla, RTE’ye karşı kendi adayını çıkarmamakla ve örtük bir şekilde boykot taktiğinden uzak durmakla eleştirdi.

Bir batı cephesi örgütlenmesi olarak devrimci komünistler bu yaklaşımı paylaşmadı. Kabul edilmelidir ki, ezen ulus devriminin taktik ihtiyaçlarını ezilen ulusa dayatmak açık bir şekilde ezen ulus üstenciliğidir.

Türkiye devrimci solunun özellikle Rojava devrim sürecinde yer alması iki ülke halklarının kardeşliğini iki ülke devrimlerinin kan kardeşliğine de taşıdı. Bu düzey kendini birleşik devrim örgütlenmesi olarak şekillendirdi. Ama görülmektedir ki bileşenlerdeki ideolojik, politik kimi eski bagajlar hala sağlıklı bir bileşkenin üretilmesinde sürtünme yaratabilmektedir.

Oysa hem iki ülke nesnelliği hem de bundan kaynaklı eşitsiz gelişimlerin birleşik devrim bileşenlerinin kimi yönelimlerinde farklılıklara yol açabileceği, ama fakat bu ayrılıkların birleşik devrimin örgütlenme ve mücadele mantığının gereği olarak devrimin stratejik mevzilenmesindeki ayrılıklara asla evrilmeyeceği, aksine birleşik devrimin aynılıkları, ayrılıkları aşkın bir şekilde istihdam edebileceği devrimci komünizmin bu çerçevedeki kimi edebiyatlarında zaten öngörülerek ele alınmıştı. (Birleşik devrim ve öncülük hattının inşası, A. Efe, Umut, 14 Haziran 2021) Sorun deterministiktir, çözüm bu diyalektiğe uygun olmalıdır. Ancak yaşam elbette her aşamada teorik doğrularımızı sınamaktadır. Yaşadığımız seçimler işte böyle bir sınama momenti oldu.

Birleşik devrim hem “iki ülke iki devrim” gerçeğinde ortaya çıkan zorunlu farklılıkları birleşik devrimin bütünlüklü taktik kavrayışında aynılaştıramadı hem de seçim gibi Türkiye halklarının en politize olduğu bir sürece birleşik bir özne/yapı olarak değil dağınık tekilliklerle müdahil oldu. Birleşik devrim kurmaylığı, “iki ülke iki devrim gerçeği”nin ayrıştırıcılığından ürkerek birleşik devrimi böylesi somut ve kapsamlı bir sürecin öznesi kılmaktan imtina etmiş görünüyor. Bu tutum, birleşik devrim gerçeğinin bileşenlerce yeterince kavranamadığını gösteriyor.

Birleşik devrimin bileşke hattı sağlam bir temelde kurulamadığı takdirde ilkel milliyetçiliğin saldırılarına ya da atfedilmiş öncülük iddialarının yıpratıcılığına açık hale gelmektedir. TİP’in ittifak politikaları üzerinden yürüyen tartışmalar bu tehlikeyi gösteriyor. Birleşik devrim “iki ülke iki devrim” nesnelliğinde ve devrimlerin eşitsiz gelişimleri temelinde ele alınarak sağlam, güçlü ve esnek bir bileşkeye; birleşik devrimin tek ve biricik doğrultusunda bir bileşkeye oturtulabilmelidir. Soruna bu bilinç ve metodik yaklaşımla yöneldiğimizde görülecektir ki önümüzdeki savaş ve kriz süreci bu olumlu gelişmenin hızlandırıcısı olacaktır. Bu gelişme hızlandıkça önümüzdeki savaş ve kriz süreci devrime, proletarya ve halklarımızın kurtuluşuna evrilecektir.

Birleşik devrimin Batı Cephesi zaafı

Devrimci sosyalizmin metropol proletaryası ve ezilen kesimlerinin mücadelesini örgütleme ve yükseltme faaliyetindeki yetersizlikleri ortadadır.

Kürt özgürlük hareketinin Türk sömürgeciliği karşısında yüksek bir mücadele gösterebilmesinden dolayı ülke siyasetinde Kürt meselesine ait sorunların gündem önceliği oluşturması Türkiye devrim güçlerini bunu aşkın bir enerjiyle sınıfsal sorunlara yönelmesine fazlaca imkân tanımamaktadır. Bunun çözümü Kürt halkından mücadele performansını geriye çekmesini talep etmek ya da bu mücadeleye uzak durmak olamayacağına göre Türkiye devrim güçleri kendi ülke devriminin sorunlarına çözümü, gene birleşik devrimin imkân ve potansiyelleri içinde bulmalıdırlar.

Bunun en temel yöntemi birleşik devrimin batı cephesini kurallı ve kurgulu bir örgütlenme haline getirmektir. Birleşik devrim içinde bu doğrultuda yapılmış kimi denemeler, kimi bileşenlerin “iki ülke iki devrim” gerçeğine uzaklıkları nedeniyle çok gelişememişse de bu ihtiyacı kısmen de olsa görülebilir kılmıştır.

Gelinen aşamada, seçimlerdeki taktik farklılıklar nedeniyle politik atmosferin en yüksek olduğu bir evrede bile birleşik devrimin bir özne bütünlüğü ve örgütlülüğüyle ortaya çıkamaması bu zemindeki boşluğun hızla giderilmesini bileşenlerin önüne artık bir görev olarak koymuş durumdadır.

Birleşik devrimin taktik tahkimatı: başkaldırı

Seçimler en geniş anlamıyla Türkiye solunun emekçi sınıflar üzerindeki etkisinin ne kadar zayıf olduğunu bir kere daha gösterdi.  Bugün bu soruna çare olarak, önceki evrelerde niçin işlevli kılınamadığına bakılmadan bir “sokak” mecazı yine almış başını gidiyor. “Sokak”ı mecazdan somuta taşıyabilmek için uygun öncü tarzı ve bunun için de toplum/sınıf maddesini doğru kavramak gereklidir.

Daha önceleri “sokak” sorunu olmayan devrimci öncülerin proletarya ve emekçi sınıflar üzerindeki örgütleyici ve yönlendirici ağırlığı 80 yenilgisinden bu yana iyice tasfiye olmuş durumdadır. 90’dan sonra ise sol/sosyalist siyasetin nüfuz alanında oportünizmin tahakkümü vardır.  Bütün çabalarına karşın devrimci sosyalizm bu tahakkümü dağıtmayı başaramadı. Bunda, Türkiye’deki sivil toplum-devlet ilişkisinin özgün düzeyi olarak ortaya çıkan suni dengenin de oldukça belirleyici bir payı vardır. Suni denge, tarih-toplumsal bir yabancılaşma düzeyi olarak, Türkiyeli yığınların devlete karşı başkaldırı yatkınlığındaki düşük profili tarif eder. Bu yabancılaşmanın aşılması sorunu oportünist ve revizyonist kesimlerde yasalcı bir kendiliğindenciliğe yol açarken Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin bu soruna karşı geliştirdikleri stratejik cevap birleşik devrim oldu.

Birleşik devrimin bu cevabında bugüne kadar görülen yetersizlik, öncü insiyatifini düşük düzeylerdeki bir askeri faaliyet olmaktan çıkaramaması değildir, sadece. Bunun yükseltilmesi elbette istenir bir durumdur ama çözümü buradan beklemek 70 devrimci tarzının başarısızlığının koşullarına kendini mahkûm etmek demektir. Çözüm, birleşik öncünün her düzeyde kitle eylemini devrimci bir başkaldırı haline çevirebilme gücüne sahip olmasındadır. Birleşik devrim, her çapta, her düzeyde, her alandaki “Moskova ayaklanmaları”nı, yığınlar kendi güçlerini tanıyıp bu gücün insiyatifini ellerine alana kadar zorlamalı, elden geldiğince süreğenleştirmeli, süreklileştirmelidir. Örneğin, çok ileri örnekler olmasına karşın bir Gezi Haziranı’nın ya da Gazi Mahallesi direnişinin siyasal sonuçlar talep eden bir başkaldırıya dönüştürülmesi, kitlenin kendi değiştirici gücüne inanmasının sağlanması başarılabilmelidir. Bunun için öncü-kitle eylemciliği birleşik devrimci savaşın görece uzun dalga boylarını üretebilmeli, “zafere kadar devrim” kesintisizliğini sürdürebilmelidir. Filistin devriminde, iki intifada dalgasının ardından bir üçüncüsünün yeni öncü insiyatifleriyle mayalanıyor olması bizim devrimimize öğretici olmalıdır. Keza, Kürt devriminin serhildan dalgaları için 6-7 Ekim kabarışı, sorunlu özyönetim direnişleri yerine doğru devrimci taktikler olarak değerlendirilmeli ve öne çıkarılmalıdır.

Birleşik devrim kurmaylığı birleşik devrimi, devrimci kitle eylemi temelinde somut süreçler halinde planlamayı, yükseltmeyi ve yönetmeyi gündemine almalıdır.

Birleşik devrimin örgüt ve mücadele tahkimatı

Birleşik devrimin metropol alanları devrimci başkaldırının özel bir cephesi haline getirebilmesi için sadece bileşenlerin bu temelde bir araya gelmesi yeterli olmayacaktır. Türkiyeli devrimci örgütlerin siyasal nüfuz alanlarının dışında örgütlü muhalefeti sadece sınıfsal temelde değil toplumsal temelde de yükselten kesimler mevcuttur. Kadın devrimi ve Alevi isyancılığından bahsediyoruz.

Sünni ve patriyarkal gericiliğin AKP/RTE iktidarının en temel karakteri olduğu biliniyor. Yeni parlamentonun YRP ve HüdaPar gibi örgütlenmeler eliyle kadın hareketinin ve Alevi toplumunun en küçük demokratik hak ve taleplerinin üzerine yöneleceği açıktır. Birleşik devrim hem bu kesimlerin özerk nitelikli örgütlenme ve mücadele ihtiyaçlarına yakınlık göstererek hem de bu özerklikleriyle bu kesimlerin birleşik devrimin doğrudan bileşenleri haline gelmelerine imkân sağlamalıdır.  Metropol alandaki fiili ve meşru Birleşik Mücadele örgütlenmesi, proletaryanın kendiliğinden örgütlerinin yanı sıra kadın devrimi ve Alevi isyancılığıyla tahkim edilerek yeniden yapılanmayı görev olarak önüne koymalıdır.

Son olarak:

Burjuva liberaller ve küçük burjuva sosyalizmi siyasal ortama kesif bir şekilde teslimiyetçi, yılgın ve karamsar bir hava yayıyor. Muhtemeldir ki bu atmosferin içinde önce kendileri boğulacaktır.

Birleşik devrim, düzen siyasetine yabancı politik iradesi gereği bu ortamdan etkilenmeyecektir. Burada tehlike, mevcut politik sürecin dinamiklerini kavramamanın eseri olarak burjuva ve küçük burjuvazinin liberal çaresizlikleriyle koşulladıkları reel politik ortamın etki alanına girmektir.

Bu durum birleşik devrimi sürecin öncülüğünden uzak tutacaktır, çünkü ülke artık daha hızlı bir şekilde iktisadi ve siyasi kaosa koşmaktadır; çünkü bölge emperyalizm tarafından yüksek ve yaygın bir savaş ortamına doğru itilmektedir. Ülke ve bölge artık şiddetli bir devrim ve karşı devrim iklimi içine yuvarlanmaktadır.

Bu nedenle devrimin ve ülkenin içinde bulunduğu krizden çıkmanın esas yolu küçük burjuva sol piyasaya değil isyanın asal kaynaklarına yönelmektir. Bu alanlarda devrimin ajit-prop’u ve eylemi bütün araç ve yöntemleriyle yükseltilmelidir, örgütlenmesi güçlendirilmelidir.

Paylaşın