Ali Efe, Gündem, Slider, Umut Yazıları

HDP’de devrimci demokrasinin krizi – Ali Efe

Seçim yenilgisi bütün parti ve eğilimleriyle toplumsal muhalefette ağır bir bozgun havası yarattı. HDP/YSP’nin oylarındaki düşüş bu zeminde siyaset yürüten bütün Kürt ve Türk liberallerini ve solcularını derin bir kaosa sürüklemiş durumda.

Asıl önemlisi muhalefetin devrimci demokrat kesimlerinde bu tartışma tam bir zihin kilitlenmesine yol açmış görünüyor.Bir taraftan bu kaostan nasıl çıkılacağı hesabı yapılırken, diğer taraftan bu çıkışta geri bırakılanlardan olma endişesi ve kargaşadan pay kapma hevesleri kendini gösteriyor.

Örneğin Etha’da okuduğumuz kimi makaleler ve Figen Yüksekdağ’ın Middle East Eye’a yazdığı mektup konuyu en amprik, en dar haliyle HDP’nin seçim taktiği yanlışına bağlarken, HDP’yle daha organik ilişkili kimi eski yönetici, yeni vekil “eski paradigma”da ve “kuruluş felsefesi”nde ısrarı öne çıkartarak süreçten hiçbir şey anlayamadıklarını itiraf ediyorlar.

Ve önümüzdeki Eylül’de kongreye gideceğini ilan eden HDP’nin bu tartışma kaosu içinde işlevini doğru bir şekilde yerine getirebilmesi için kendi asal doğrularını yeniden tarif etme zorunludur.

Şöyle başlamalıyız:​

HDP’nin Kuruluş Felsefesi Değişmelidir

Seçimlerin HDP’de açığa vurduğu kriz toplumdaki devrimci değişim talebinin örgüte yansımasıdır. Bu nedenle krizi “yönetici değişiklikleri” vb gibi teknik düzenlemelerle ele almama “derinliği” gibi öne çıkartılan “paradigma” ya da “felsefe” muhafazakarlığı hangi değişimle mutlu olacaksa olsun bugünkü krizin daha ağır bir versiyonunun doğrudan sorumlusu olmaya şimdiden aday konumundadır. Doğru “paradigma” ve ”felsefe” sizi böyle bir krize mahkum etmişse aynılarıyla daha doğru bir yere gelme iddiası kerameti kendinde görme söyleminden başka bir şey değildir. O halde yapılacak ilk ve tek şey toplumdaki değişim talebinin ilk kuruluşundan itibaren örgütte nasıl karşılık bulduğunu izlemektir. Bundan yaklaşık on yıl önce ölü gözünden yaş bekler gibi AKP’den çözüm bekleme nasıl paradigma’ya ve felsefe’ye uygunsa şimdibu çözüm umudunu CHP’ye yüklemeyi, emperyalizmin on yıllık misyonerlerini meclise taşımayı hangisinden sapış olarak görebilirsiniz? Roboski katliamını, 6-8 Ekim’i, Gezi Haziranı’nı sistem sınırlarında tutmayı paradigma ve felsefeye uygun görüyorsanız hangi değişiklikle hangi doğrulara varmayı düşünebilirsiniz?

O zaman şu soru çıkıyor ortaya? Yukarıda rastgele seçilen momentler paradigmaya uygun mu idi? Hepsi doğrudan parti resmi politikalarıydı ve siyasal doğruluklarını post modern “demokratik ulus” paradigması ve onun Türkiyelileşme rotasından alıyorlardı. Kürt ulusu üzerindeki baskıların kültürel özerkliklere taşınmasının ülkenin sınıfsal çelişkilerine demokratik iyileşme getireceğini öngören bir aykırı tarih metoduna yaslanıyordu. Paradigma ya da felsefe, bir tür RTE’nin ekonomi teorisi ya da Hegel’in diyalektiği gibi ters bağlamlar içeriyordu. 

Ancak sorun sadece kurgu tersliği de değildir. RTE’de, Hegelci Avrupa burjuvazisi de kör topal yürüyüşlerini sürdürebiliyorlar. Sorun bu paradigma ya da felsefeyi kendine rehber edinen sınıfın tarihsel politik varlığıyla da alakalıdır. HDP’nin kuruluş felsefesi ve paradigması Kürt liberal burjuvazisinin sömürge demokrasisi içinde yer tutma politikalarına yol veren ama bu politikaları Kürt halkının devrimci enerjisiyle işlevli kılan bir mahiyettedir. 

Bu nedenle HDP’nin geldiği yeri Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi içinde görmek gereklidir.

2. Haziran Kararları ve HDP

Kürt devrimi, önderi Öcalan’ın tutsaklığıyla içine alındığı Ferhat-Botan kumpasından 2004 yılının 1 Haziranı’nda aldığı kararlarla çıktı. Haziran kararları Kürt devrimi için gerçek bir rönesansın zemini oldu. BOP konjonktürüydü. Mücadelenin yükselişi emperyalizmi ve sömürgeci oligarşiyi korkuttu. Bu yükseliş aydın dilekçeleri, seçim atmosferleri, ateşkes çağrılarıyla Kürt siyasetinin demokratik temsilcileri eliyle sürekli kesintiye uğratıldı. Ancak, bir yandan Kürt halkında açığa çıkan yüksek devrimcileşme eğilimini, diğer yandan Zap’a yapılan doğrudan operasyonları değerlendiren Kürt devrimi bu süreci yeni bir Haziran kararları çerçevesiyle 2010 yılında yeni bir evreye, devrimci halk savaşı temelinde 4. Stratejik dönem’e taşıdı.

Dönem, keza Türkiye devrimci hareketine, içinde bulunduğu oportunist 3. dönemden yeni ve devrimci bir dördüncü döneme geçiş çağrısı taşıyan komutan Yılmazkaya’nın, eylem ve direniş tarzıyla gündem olduğu bir dönemdi.

Gerilla “vur kal” taktiğine geçmişti. Türk ordu güçleri ağır darbeler ve kuşatma altındaydı. Oligarşi ve emperyalizm aynı korkular içindeydi. Öcalan’dan “ontolojik devlet”le “AKP,CHP devletinin üstünde olan devlet”le görüşüldüğü haberi gündeme düştü. Ardından “stratejik devlet aklı”nın da onayıyla “demokratik ulus temelinde kongre-parti” önerisi geldi. O dönemde bir “çatı partisi”ni çatmaktan imtina eden Kürt liberalleriyle Türk liberal solcuları hemen HDK’yı oluşturdular ve bir yıl sonra da, şimdiki EÖİ’ye mümasil Emek, Demokrasi veÖzgürlük bloku üzerinden HDP’yi kurdular.

Bu ne demekti? 

Kürt özgürlük hareketi Öcalan’ın tutsaklık koşulları itibariyle gerilla-yönetim-önderlik üçüzünün üzerinde yükseliyordu. İmralı tutsaklığı nedeniyle Öcalan kendi önderliğini HDP kurulana kadar “Kandil”le tandem halinde yürütüyordu. “Ben barışı siz savaşı zorlayın” diyordu, görüşme notlarında. HDP kurulduktan sonra ise bu tandem Öcalan’la Kürt liberaller arasında kuruldu. Zaten sömürge demokrasisi koşullarında bir yer tutma çaresizliğindeki bu kongre-parti modelinin önce kongre ayağı işlevsizleşti, ardından Türk sömürgeciliğini yeniden yapılandıran AKP/RTE gericiliği Öcalan’ı İmralı’da, Kürt devrim kurmaylığını MSA’da kuşatma politikasını derinleştirdi. Bu kuşatmayı yırtmak için yapılan Öz Yönetim hamlesi zaaflarıyla ağır bir yenilgiye, halkın önderlerine duyduğu bağlılıkta bir sarsıntıya yol açtı. Kürt liberallerin önü açıktı. Kürt halkı kendi sağduyusuyla liberallerin asgari reel politik düzeyine yol verdi. Kürt burjuvazisi çözüm sürecini, 6-8 Ekim’i, Gezi Haziranı’nı, 7 Haziran’ı, belediyelerielinde tutamayınca sonuç 14 Mayıs oldu. Kürt halkı seçime katılmakta ve HDP’yi desteklemekte isteksizliğini gösterdi.

Yeniden yapılanmanın ön gerekleri

Demek ki HDP ve HDK’nın yeniden yapılanmasını gündemine alan siyasal aktörlerin, birinci olarak “emek ve özgürlük” mücadelesini “demokratik ulus” paradigmasından çıkartarak KÖH’nin Haziran kararlarını içkin birleşik devrim/birleşik mücadele paradigmasına oturtmaları, partiyi ve kongreyi bunun felsefesiyle yapılandırmaları gerekmektedir. 

Böyle bir yazıda ele alınabileceği haliyle ifade edilebilir ki, Öcalan’ın, emperyalizmin üçüncü bunalım dönemini ve buna bağlı üçüncü emperyalist savaş konjonktürünü görmeyen demokratik ulus teorisi post modernizmin küreselci “ulus devletler çağı bitti” hipotezine dayanmaktadır. Oysa emperyalist savaş konjonktüründe mevcut hegemonyanın dağılışıyla hemen bütün ülkelerin ve ulusların kendi içlerine döndüğünü her gün yaşıyor, görüyoruz. Daha önemlisi, üçüncü emperyalist savaş tezini bölgede ilk dillendiren Kürt devrim kurmaylığıdır.

Bu genel bağlamın ötesinde toplumsal diyalektik ulusların eşitlik çerçevesinde bir araya gelmeleri için farklılıkları etkisiz kılacak tarihsel doygunluk düzeylerini gerekli kılar. Ya da bu sürecin yukarıdan yönetimini… Bunu da ancak komünistler başarabilir. Türkiye’nin geri kapitalizmi ve oligarşisi kendi egemenliğini sürdürebilmek için halkın yarısını diğerine düşman göstermekten asla vazgeçemez.AKP sömürgeciliği ise Ortadoğu pazarlarıyla arasında tampon oluşturacak bir siyasal özerkliğe asla izin veremeyecek bir tüccar ara sınıf politikasıdır. Onun çözüme sahtekârca yanaşması emperyalizmin BOP projesi gereğince oluşturmak istediği bölge tasarımı itibariyledir. Rojava’da bu gerçeği göremeyen devrim Amerikan mandacılığına savrulurken, Bakur’da Kürtliberaller kerameti kendilerinde sandıklarından dolayı, yanlarında Cemal’ler, Çandar’lar AKP’den CHP’ye koşuşturup duruyorlar. Oysa sömürgecilik TC oligarşik devletinin politikasıdır ve “ne TC kazanıyor ne gerilla yeniyor” değildir. Başka yerlerde olduğu gibi bu sömürgeciler de yenilir, bu devlet de. Kürt devriminin 4. stratejik dönemine içkin Türkiye birleşik devrimi bunu yapmaya muktedirdir.

O halde, HDP-HDK’nın yeniden yapılandırılmasında paradigma ve kuruluş felsefesini değiştirmenin yanı sıra Kürt özgürlükçülüğünü ve Kürt halkının devrimci enerjisini kontrol altına almaya çalışan yönetici sınıf kimliğini de değiştirmek kaçınılmazdır. Bu da yeniden yapılanmanın ikinci önemli gereğidir. Kılıçdaroğlu ve CHP nasıl Türkiye emekçi sınıflarının düzene olan tepkisini kontrol altında tutup sistemi zora düşmekten kurtardıysa, ne yazık ki Kürt burjuvazisi de Kürt halkı ve taşkın olarak Türkiye siyaseti açısından aynı işlevi gördü. Bu yönetici sınıf ve onun paradigmaları, felsefesi değiştirilmeli yerine birleşik devrimci olanları geçirilmelidir.

HDP’nin Krizine Yetersiz ve Yanlış Eleştiriler

Atılım çizgisinin HDP’nin seçimlerde aldığı sonuca oldukça yoğun ve bir kaç koldan yöneldiğini izliyoruz. Atılım (9 Haziran 2023), bayraktarlığını HDP’nin yaptığı “üçüncü cepheyi büyütme” çağrısını HDP’nin “kuruluş felsefesi”ne sahip çıkarak yineliyor. Bu önermenin yanlışlığını yukarıda açıkladık. İlk düğme yanlış iliklenince diğerlerinin de yanlış gitmesinin kaçınılmazlığını aşağıda ilerleyen satırlarda ele alacağız.

Atılım değerlendirmesinde, bizim bu açıklamalarımıza paralel sayılabilecek şekilde HDP’deki burjuva ideolojik ve siyasal çerçeveye dikkat çekmesine karşın bu analizini kuruluş momentine ve takipeden siyasal süreçlere kadar ilerletme ihtiyacı duymuyor. Aksine “HDP’nin kendi kuruluş felsefesi ve kodlarından belirli düzeyde uzaklaşma süreci nasıl oluştu? Seçim ve parlamento merkezli siyaset tarzını, kimler önceledi, ne koşulladı? Sahi şu meşhur ‘sandıkta faşizmi ve onun temsilcisi faşist şefi yenme teorisini en fazla kim propaganda etti ve ezilen emekçi halklarımızı bu sanal hayale inandırmak için, canla başla çalıştı?”  gibi sorularla sorgulamasını yönetici ve yetkili düzeylere doğru taşıyor. Bu muğlâklığı yaratan meselenin, ESP’nin, HDP’nin eleştirilen geçmişinde yetkili ve yönetici görevler taşıması olduğu anlaşılıyor, çünkü Atılım’ın daha sonra yaptığı değerlendirme (Hayal kırıklığı umutsuzluk ya da ideolojik kanama, 16 Haziran 2023) odağını KÖH’ne kadar genişleten bir hırçınlık içindeyken konuyla ilgili etüdünü son seçim taktiği ve süreciyle daraltıyor.

Yukarıda belirtmiştik; aynı dar alanda yoğunlaşmalar Figen Yüksekdağ’ın ve yazar Arzu Demir’in değerlendirmelerinde de görülüyor.

Figen Yüksekdağ, Middle East Eye’a yazdığı bir mektupta (Turkey: Jailed HDP leader says backing Kilicdaroglu was ‘wrong’,  15 June 2023) kendisi ve tutsak diğer HDP’lilerin Kılıçdaroğlu’nu desteklemeyi yanlış bulduklarını, seçime tek liste halinde gidilmesinden yana olduklarını ve partinin seçime kendi adayıyla katılmasından yana olduklarını ifade ediyor.Bu yaklaşım Atılım tarafından da tümüylekabul ediliyor. Ancak açıktır ki bu darlık “taktik” bir yanlışlıktan yapısal sorunlara ve çözümlerine inmeye pek imkân sağlamıyor. Bununla birlikte fedakârlığı ve kararlılığıyla siyasal mücadelede önemli bir karakter olan Yüksekdağ‘ın geride kalan dönem faaliyetinden yaptığı bir çıkarsamayı biz de okuma imkânı bulamayanlara aktaralım. Yüksekdağ mektubunda, Kürt mücadelesinin önemli olması nedeniyle faaliyetin bu konunun dışına çıkmamam eğilimlerini güçlendirdiğini, ancak zor da olsa batıda, şehirli yoksullar ve emekçilere yönelik daha istikrarlı bir çalışma geliştirmeyi zorunlu görüyor.

Bu çok doğru ve üzerinde durulması gereken bir tespit ancak aynı zamanda daha önceki pek çok HDP platformu ve tartışmalarında oldukça sık duyduğumuz bir belirleme. Sorun bu doğruda geniş bir mutabakat olmasına karşın bunun pratiğinin niçin yapılamıyor olmasındadır. Bunun nedeninin HDP’ye egemen olan sömürge burjuvazisinin sınıf yönelimi ve politik tercihleri gereği olduğunu değerlendirmemizin başında zaten ele almıştık.

Ek olarak şu da mutlaka bilince çıkarılmalıdır. Ezen ulus devrimcileri enternasyonalizmden ne anlamalıdır?

Bunun kestirme cevabı, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını sınırsız bir şekilde tanımak şeklinde olmalıdır. Ancak bu konuda Ukrayna savaşının da kısmen açığa çıkardığı bir iç tartışma bolşevik devrimde Gürcistan sorununun çözümü nedeniyle Lenin ve Stalin arasındaki farklılaşma sonucunda Lenin’in son mektubunda yazdığı günden bu yana mevcuttur. Lenin tayin hakkını ulusun bütününe tanırken Stalin bu hakkı ulusun proletarya ve emekçi halk tarafına yani burjuvazi dışındaki topluma tanımayı öne çıkartmıştır. Özellikle yüzyıllık bir kapitalist gelişme sonrasında sınıfsal farklılaşmaya uğramış uluslarda siyasal farklılıklar da öne çıkmaktaysa enternasyonalizm proletarya ezilen emekçi halkların haklarında somutlanmalıdır.

Biz de Kürt sorunu devrimciler ve sosyalistler tarafından hala doğru bir şekilde ele alınmamaktadır. Ayrıntısı bir kenara Kürt halkının taleplerini kendi arabasına bağlayan Kürt burjuvazisi, Türkiyeli sosyalistler tarafından Kürt ulusunun iradesi olarak görülmekte, Kürt devriminin eleştirileri üzerinden görüleceği üzere Kürt burjuvazisinin Kürt halkının ve devriminin devrimci enerjisini istismarı engellenememektedir. Bu yanlış yaklaşım bu seçimlerde Kürt halkı ve Türkiye proletaryası tarafından HDP’nin birleşik temsilinin yüzüne çarpılmış oldu.

Yazar Arzu Demir’in değerlendirmesine gelince, hemen göze çarpan yazarın HDP’yi seçim taktiğiyle mahkûm etmekteki yüksek isteği oluyor. Yazı bu isteği dışa vuracak kertede öznel referanslara dayanıyor. Demir’e göre Erdoğan nasılsa ilk turda kazanamayacaktı. HDP aday gösterseydi bunun ona bir vebali olmayacaktı. Taktik eleştirisi söyle temellendiriliyor. Bunca veriden sonra Arzu arkadaşımızın rakamların sabit kaldığı bir seçim adaletine inandığını görmek oldukça şaşırtıcıdır. Binde 5’lik bir kıyıya getirilmiş bir seçim hâkimiyetinin daha öteye götürülmemesinin, RTE’nin dediği gibi “seçimlerin diktatörlük altında yapılmadığının kanıtı” gibi bir gerekçeyle olarak düzenlendiği çok açıktır. Gerekçeye katılmayabilirsiniz ama işin manipülatif değeri çok ortada değil midir? Eğer ki HDP ilk turdan seçime katılsaydı, o binde beşlik kısım kolayca geçilecek ve bütün bir muhalif batı Kürt halkının, siyasal, sosyal temsilcilerinin üzerine büyük bir şovenizm dalgasıyla yürüyecekti. Bu Erdoğan’ın kendi hegemonyasını ülke sathında daha yaygın kılmasının ve sömürgeci zulmü daha pervasız kullanmasına yol açacaktı. Bu nedenle, HDP’nin daha ilk turdan Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi doğru olandı.

Yazar Demir, HDP’nin ilk turda aday göstermesinin getirisini “Kılıçdaroğlu, Millet İttifakının gerçeğinin farkına varacaktı hem de HDP’nin ve Emek ve Özgürlük İttifakının gücünü görecekti”gibi cümlelerle ifade ettiğine göre, acaba hızlı bir pazarlık gücüyle ikinci turda Kılıçdaroğlu’na oy verme ihtimalinden de mi söz etmiş oluyor böylece?! Sanmıyorum, ancak bir medya çalışanı, bir yazar olarak bizden daha iyi bilir ki bir argüman bütün mantık sonuçlarını içkindir.

Bu tarz çapraşıklıkların kaleminde yarattığı rahatsızlık gereği olacak yazar Demir, konuya sonuç itibariyle değil esas itibariyle baktığının altını “dün de böyle düşünüyordum” diye çizme ihtiyacı duyuyor.

Bu cümle dizilişindeki basitlikten bin kat daha önemli bir içerik taşıyor. Atılım çizgisinin HDP’ye ve bu dolayımla KÖH’e getirdiği eleştirinin bütün zaafı bu cümlenin içindedir.

Dün ne zamandır?

İçinde yaşadığımız seçim sürecinin dünü deprem öncesidir. Bugünü deprem sonrası… Çünkü deprem sadece doğadaki değil siyasal alandaki fay hatlarının da kaymasına yol açmıştır. Atılım çizgisi ve birleşik devrimin Maocu bileşenleri süreçteki bu değişikliği algılayamamışlarve HDP üzerinden Kürt devrimini aday çıkarmadığı için eleştirirken kendi ezen ulus üstenciliklerini kontrol altına alma gücü gösterememişlerdir.

Bu süreci, yukarıda yaptığımız gibi yeniden Kürt devriminin yakın dönem süreçleri üzerinden izleyelim.

Deprem Öncesi Kürt Siyasal Süreci

Netçe kavranmalıdır; HDP’nin, “üçüncü yol”u CB seçimi dahil bütün koşullarıyla birlikte öne çıkarması, sadece Türkiyeli komünistlerin değil, aynı zamanda Kürt devriminin de önerisiydi. 

TSK’nın Haftanin ve Gare saldırılarını püskürtmüş olmanın verdiği moralle Kürt devriminin daha 2021’in son aylarında yaptığı değerlendirmeler “CHP’den kurtulmak” ya da “onbinlerce şehit verilerek yürütülen mücadele Tayyip Erdoğan’ın yerine Kılıçdaroğlu geçsin diye değildir” temalarını işlemekteydi. 

“Bazı sol güçler ısrarla CHP’yi sol ve demokrasi hareketi içinde saymaktadır. Bugün Demokrasi İttifakının zayıf kalmasının ve yeterli hale gelememesinin esas nedeni işte bu tuhaflıktır. Artık bu tuhaflığı aşmanın, CHP’den kurtulmanın, sol ve demokratik güçlerin tümünü bir Demokrasi İttifakında birleştirmenin zamanıdır…”

“Kılıçdaroğlu’nun bir iktidar gücü değil, muhalefet gücü olarak hazırlanıp görevlendirildiğini bilmek lazım…”

“Tayyip Erdoğan yönetimine karşı on binlerce şehit vererek yürütülen mücadele, yerine Kemal Kılıçdaroğlu geçsin diye değildir…” (Selahattin Erdem yazıları, Kasım-Aralık 2021)

Kürt devrimi, gerillanın 2020’de Haftanin’de, 2021 başlarında bu kez Gare’de TC/TSK’nın hamlesini boşa çıkartmanın verdiği moralle devrimci halk savaşını bütün alanlara yaymayı öneriyordu. 2022’nin ilk aylarına kadar süren bu yüksek moral artık “garp cephesine Kürt özgürlüğü temelinde ve özyönetime dayalı Demokratik Türkiye projesini sunmayı” gündemine almıştı.

Ancak TSK’nın 17 Nisan pençe-kilit kodlu saldırısı bu yönelmede önemli değişikliklere yol açtı. TSK’nın KDP işbirliği ve kimyasal kullanımlı saldırısı Kürt öncüyü “bir varlık yokluk savaşı”yla (M. Karayılan, 2 Kasım 2022) karşı karşıya getirmişti. Bu bir Nato kuşatmasıydı ve savaşın rakamlara dökülen performansı itibariyle ortaya çıkan “bilançoyu ‘operasyon’ veya ‘teröre karşı mücadele’ olarak ifadelendirmek mümkün değildir. (…) Ukrayna savaşından geri kalır yanı yoktur.”(Zap savaşı, S.Erdem, 20 Haziran 2022)

Böyle bir kuşatma altındaki Kürt devrimi “Garp Cephesi”ni askeri politik zorlamaktan geri çekilerek sürecin insiyatifini HDP’ye bırakmayı tercih etti. HDP, aynı yılın Temmuz’unda 5. Kongresini “çözüm biziz” sloganı altında yaptı. Özyönetim direnişleri ve 7 Haziran seçimlerindeki tutumlarıyla Kürt devrim öncüsünün ağır eleştirilerini alan HDP, bu kez “on yıllık siyasal hayatı içinde ilk defa(vurgu benim) gösterdiği kararlı tutum”uyla öne çıkarıldı ve insiyatif devri yapıldı:”Bu HDP cözer!” (S.Erdem, 7 Temmuz 2022)

Bir diğer taraftan, Kürt devriminin, üçüncü yol’un sömürgeci faşist sisteme karşı doğrudan bir meydan okumaya dönüştürülmesi için yaptığı öneri, siyasal birikimi itibariyle Kürt halkı tarafından da kabul görmekteydi.  Bakure Kürdistan halkı üzerine yaptığı araştırmalarla dikkat çeken Spectrum House’ın Eylül-Ekim 2022’de Kürt halkının cumhurbaşkanı tercihine yönelik elde ettiği sonuç “… katılımcıların birinci tercihi %74,3 ile HDP’nin göstereceği aday olarak ön plana” çıkıyordu. (http://spectrumhouse.com.tr/kurt-secmen-egilimi/

Bütün bu gelişmelerin seyrinde HDP önderlikli EÖİ, seçimlerde aday çıkartmama tavrını ancak geçtiğimiz ayın sonunda (Mart 2023) ilan etti. 

Yani,

Kürt liberal burjuva önderliği, uluslararası burjuvazinin ve Türkiyeli reformist liberal solcuların desteğiyle Kürt halkının tercihini, Kürt devriminin önerdiği devrimci zorlama doğrultusunda değil,Kılıçdaroğlu’na ve Millet İttifakı’na doğru yönlendirmek üzere bir yılı aşkın bir süre kontrol altında tutmayı başardı.

depremden sonra…

Deprem her doğal felaket gibi mevcut otoritenin otoritesini yeniden güçlendirmeye yaradı. Deprem öncesinde artık tasfiye edilmesi güçlü bir inanç ve beklenti haline gelen AKP/RTE iktidarı kendini yeniden siyasal bir alternatif olarak örme imkânına sahip oldu. Depremin yol açtığı yeni siyasal atmosferde hızla kaymalar yaşandı. 6’lı masanın faşist kanadını oluşturan İYİP Kılıçdaroğlu’nun adaylığını olgunlaştırmasına karşı masayı terk etti. Bu karşı çıkış elbette uluslararası ve yerel finans kapitalin politikaları doğrultusunda idi ama gene de bu politik çerçeve elbette AKP/RTE karşıtı muhalefet cephesinin dağılmasını getirecek bir zorlayıcılıkta olmamalıydı Akşener kalktığı hızla yeniden masaya oturtuldu. Bu gelişme burjuvazinin bütün karşıt eğilimlerine karşın Kılıçdaroğlu’nun adaylığının kesinleşmesi sonucunu verdi.

Deprem ve Akşener krizinin yol açtığı siyasal ortam, öncünün önermelerinin bazılarının aşılmasını, bazılarının ise geri düşmesini getirdi. 

Bu gelişmenin önemli sonuçları olmuştur:Kılıçdaroğlu, HDP ziyaretiyle sömürgeci burjuvazinin Kürt halkının demokratik temsiliyetini siyaseten onaylama tavrını açığa vurdu. Evdeki hesap çarşıya uysaydı Kürt halkının parlamento ve yerel yönetimlerdeki temsilinin bütün hukuki kazanımlara karşın kayyımlar ve tutuklamalarla burjuva meşruiyet dışında tutulması artık sona ermiş olacaktı. Bu gelişme Kürt liberallerin peşinde koştuğu ünlü “çözüm süreci”nin bir tür ara sonuca bağlanması olarak bile görülebilirdi. AKP’yle olan CHP’yle niçin olmasın’dı.Bu haliyle AKP iktidarı döneminde sömürgeci Kemalist devlet üzerinde gerçekleştirilen yapı bozumu en zor halkası itibariyle yeniden yapılandırmaya doğru sokulmuş olacaktı, vb..

Verileri toplayacak olursak; Kürt devrimi bir saldırı öncülüğü yapacak durumda değil ve kendini korumakla yoğunlaşırken; Kürt halkı yeni bir serhildan birikiminde değilken; demokratik siyasal önderliği eline geçirmiş olan Kürt liberallerin “çözüm-barış” arayışları demokratik ulus paradigmalarının temel belirleyeni iken ve uluslararası burjuvazi tümüyle bu politik tutuma destek ve onay veriyorken Kürt devrimi ve Kürt halkı açısından “üçüncü aday” önermesi nasıl yapılabilirdi?

Bilindiği gibi, devrimci komünistler, deprem öncesinde Kürt liberallerini ve Türk liberal solcularını Kılıçdaroğlu önderlikli reformist politikalara eklemlenmemeleri için uyarmakta, bu yönlü eğilimlerini eleştirmekte ve üçüncü yol’un öne çıkarılması için zorlamaktaydı. Nihai olarak yukarıda sıralanan koşullar itibariyle HDP’nin ve Kürt devriminin bir şekilde seçimlere katılmaktan başka yolu zaten yoktu ama adayın önceden belirlenmesi ve gelişmeler eşiğinde bir “pazarlık gücü” gösterilebilmesi Kürt devriminin ve Kürt halkının kazanımı olabilecekti.

Komünistler ilk tura girecek olması koşullarında HDP’yi desteklemenin dışında oligarşinin ikili oylamasını boykot etmeye sürecin ön evrelerinde zaten karar vermiş durumdaydılar. Bu düne ait durumdu. Bunun gerekleri bir başka yazımızda (Güncelde devrimimizin sorunları, Umut gazetesi, 5 Haziran 2023) ele alınmıştı. Gelişmeler ikinci tur hesaplarını birinci tura çekti; HDP ilk turdan Kılıçdaroğlu’nu destekledi, komünistler ilk turdan boykota geçti. Bu da bugüne ait gerçekleşme oldu. Zaman farklılaşsa da çizgi aynı kaldı. Bu, “iki ülke iki devrim” gerçeğinin birleşik devrim zeminindeki bir seçim sürecinde kendini açığa vuruşuydu. Kürt halkı Kürt devriminin mecburi rızasıyla Kürt liberallerin peşinden isteksizce gitti, Türkiye devrimi önümüzdeki sürecin gereği olarak siyasal kararlılığını, perspektifini ve konumunu yığınlara ayaklanma çağrısı yapmak üzere korudu. Şimdi, seçim süreci sonrasında yeniden birleşik devrimin “tek yol birleşik devrim” şiarıyla yeni dönemin mücadelesine ve görevlerine yönelmenin önünde hiçbir neden kalmadı.

Eğer ki ezen ulus üstenciliğini yanımızda taşımakta ısrar etmeyeceksek..

18.06.2023

Paylaşın