Ali Efe, Seçtiklerimiz, Umut Yazıları

YDD 2.0 sürümünde emperyalizm ve dünya dengeleri* – Ali Efe

Geçen yıl sonunda Rusya’nın ABD’ye verdiği güvenlik sözleşmesi önerisi, Sovyetik sistemin dağılışından sonra ne olacağı konusunda önemli tartışmalar ve önemli politik dönemler taşıyan küresel belirsizlik sürecini yeni bir evreye zorladı: ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Afganistan süreçlerinde askeri ve politik olarak artık kesinliğe kavuşan hegemonik düşüklüğüne göre dünyanın yeni dengeleri nasıl kurulacaktı? Ya da Sovyetik sistemin çöküşünden beri ortaya çıktığı haliyle yeni dünya düzeni nasıl kurulacaktı?

Tarihin sonunun sonu

Duvarın yıkılması Batı uygarlığının Hegelci anlayışı itibariyle tarihin sonu ilan edildi. Artık evrensel politik tasarım itibariyle yeni dünya düzeni kavramı öne çıkmaktaydı. Kapitalizmin kuruluşu ve sanayi devrimiyle birlikte burjuvazi insanlığın en ileri gelişimini temsil ettiğini, kendisinin bulunduğu yerin tarihin sonu olmasıyla ifadelendirdi. Daha ilerisi yoktu. Ancak bunun üzerinden henüz yüzyıl geçmeden Doğu’dan yükselen proletarya devrimi bu anlayışın uzun süre örtük kalmasına yol açtı. Neticede duvarın yıkılışıyla birlikte burjuvazinin ciğerlerinden gelen bir patlamayla aynı konum bir kez daha ilan edildi ve artık dünya bu yeni konuma göre bir kez daha tasarlanmalıydı.

90’ların entelektüel dünyası bu tartışmalarla meşgulken pratik politik süreç ikinci evrensel savaşla birlikte kapitalizmin kendi coğrafyasından kopan Avrupa’nın doğu ucunun yeniden emperyalist anayurtlara entegrasyonuyla ilerliyordu. Emperyalist yayılımın önünün sınırsızca açıldığı bu dönemde konjonktürel akıl geçmiş durgunluk dönemlerinin muhasebesini gözden uzak tutmuyordu: Emperyalizmin doğuya yayılımı bir taraftan Rusya’daki proleter müdahaleyle durdurulduysa, gelişen zaman içinde ikinci bir engel İran’daki Şii devrimi tarafından yükseltildi. Bu, emperyalizme karşı modern ve kadim tarihsel üretici güçlerin keza tarihsel deterministik koşullarda devrimci tavır alışlarıydı.

Yeni evrede emperyalist yeni dünya düzeninin satranç tahtası bu iki engeli süpürerek Doğu’nun kapılarını ardına kadar açmak üzere kuruldu. “Amerika için, en büyük jeopolitik ödül Avrasya’dır… Avrasya dünyanın en büyük kıtasıdır ve jeopolitik olarak eksenidir. Avrasya’ya hâkim bir güç, dünyanın en gelişmiş ve ekonomik olarak en üretken üç bölgesinden ikisini kontrol edebilirdi. … Dünya nüfusunun yaklaşık %75’i Avrasya’da yaşıyor ve dünyanın fiziksel zenginliğinin çoğu da hem işletmelerinde hem de topraklarının altında bulunuyor. Avrasya, dünya GSYİH’sının %60’ını ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının yaklaşık 3/4’ünü oluşturuyor”du. Üretici güçlerin bu gelişkinliği emperyalist kapitalizme entegre edildiği takdirde, Vietnam yenilgisi ve petrol kriziyle 70’lerin ortalarından itibaren emperyalizmin başa bela olan üçüncü ve bitimsiz bunalım döngüsünden çıkma hayali yeni dünya düzeni tartışmalarının kapsamını oluşturmaktaydı.

Emperyalist yayılmacılık hazır Avrupa’nın doğu ucuna ulaşmışken Rusya üzerinden Hazar’a inmek pratik göründü. Bununla birlikte, emperyalist burjuvazi Avrupa’nın slav dünyasını yeniden sömürgeleştirmeye yöneldiğinde yeniden bir Rus müdahalesine uğradı. Bu kez müdahale eden, ulusal pazarların burjuvalarını yeniden canlandırarak egemenlik örtüsünü güçlendirmeye çalışan yeni liberal akımla motive olan Rus devlet sınıflarının oluşturduğu Rus burjuvazisiydi. NATO’nun Kosova‘ya müdahalesi Rusya’nın yıldırım operasyonuyla engellendi. Emperyalizmin Doğu’ya yayılımı artık bu hat üzerinden ilerleyemeyecekti.

Bu kavşak o günlerde artık bir klişe tema haline gelen ve dünyanın geleceğini tasarlayan yeni dünya düzeni söylemini yeniden geçersiz hale getirdi, çünkü Balkan savaşı Rusya ve NATO güçleri arasındaki askeri çatışma ihtimalini yenilediği gibi, aynı zamanda Alman emperyalizminin kendi doğal yayılma alanı olarak gördüğü Avrupa’ya ABD’nin doğrudan müdahalesi bu iki finans kapital odağı arasındaki hegemonik didişme potansiyelini de açığa çıkarmıştı. Almanya, açılan yeni pazarları kendi reel sermaye gücünü kullanarak yeni sömürgeleştirirken, ABD devasa askeri aparatını kullanarak pazarı işgallerle yeniden sömürgeci bir entegrasyona uğratmayı zorluyordu. Kosova savaşı, ABD önderlikli anglo siyonist emperyalizmin Doğu’ya açılma hayallerini Rus takozu ve örtük ABD-Alman gerilimiyle bozunca yeni dünya düzeni söylemi raflarda çok görünmez oldu.

Yerine, yeni Amerikan yüzyılı

Bu durumda ikinci savaştan bu yana dünya pazarı üzerinde hegemonyasını sürdüren ABD emperyalizmi, açtığı satranç tahtasında hızla yeni bir oyun kurmaya yöneldi. Hazar ve ötesine Karadeniz üzerinden inilemiyorsa o zaman doğrudan Ortadoğu üzerinden yönelecekti. Büyük Ortadoğu Projesi buna göre kuruldu ve artık yeni dünya düzeninin üzeri örtük hegemonya hevesleri çıplak ve yalın Yeni Amerikan Yüzyılı koduyla ifade edilir oldu.

Aslına bakılacak olursa anglo siyonist emperyalizm bu yönelimini daha hemen ‘91 yılında göstermişti. Diplomatik bir provokasyonla Kuveyt’i işgale yönlendirilen Saddam’a karşı ABD önderlikli emperyalist koalisyon Irak’a bir dizi yaptırımlarla neticelenecek şekilde müdahale etmişti. Bu süreç, bir süre sonra Rusya’daki iç gerginliklere müdahale etmek ve önce Avrupa üzerindeki hegemonyayı güvencelemek açısından kesintiye uğrayarak ertelendi. Olasıdır ki bu tercih geriye bir bakış içinde ABD emperyalizminin stratejik hamle hatalarından birini oluşturmaktadır.

Bu hatanın stratejik olarak giderilmesi süreci 2003 Irak işgaliyle başladı. Anglo siyonist emperyalizm bu hamlesiyle Ortadoğu’nun enerji ve ticaret hatları üzerinde kuracağı hegemonyayla bir yandan enerji yoksunu Avrupa kapitalizminin burnuna çengeli takmayı, diğer yanıyla İran’ın bölge üzerindeki ağırlığını ve giderek İran’daki Şii rejimi tasfiyeyi amaçlıyordu. Sürecin ileri aşamaları, bölge egemenliği basıncı ile Rusya ve keza enerji yoksunu olması itibariyle Çin olarak kolayca dizilebiliyordu. Ancak ABD emperyalizminin evdeki hesabı çarşıya uymadı. Her şeyden önce İran’ın ve bölgedeki Şii halkların direnişi ve Avrupa finans kapitalizminin kendi boynuna kement takmaması için Amerikan savaş makinasını finanse etmekten uzak duruşu Ortadoğu’yu ABD için bir bataklığa çevirdi. Aynı projeye bağlı olarak 2006’da İsrail’in Lübnan işgal girişimi Lübnan Hizbullahı’nın direnişiyle kırılınca artık emperyalist bunalımın çanları iyice çalmaya başladı.

Geberen Amerikan emperyalizmi

İkinci savaştan bu yana süren dolar emperyalizmi artık dünya pazarını yönlendirme gücünden düşmekteydi. Sovyetik sistemin çöküşüyle birlikte Avrupa emperyalizmi avro düzenine geçmiş ve Bretton Woods kurallarından sıyrılmış savaş dolarlarının yarattığı piyasa krizini kontrol altına almaya çalışmaktaydı. Mümkün olmadığı kolayca görüldü.

90’da henüz 3 trilyon dolar olan Amerikan borcu 11 Eylül’le birlikte başlatılan “terörle savaş” konseptiyle 6 trilyon dolara çıktı. 2008 krizi patladığında 11 trilyona gelmişti. ABD, kendi finansal çarkını dolar basarak karşılıyordu ve uluslararası finans kapitalizm bu köpüğün reel ekonomideki sonuçlarını absorbe etmekte oldukça zorlanıyordu. Bugün olduğu gibi o kavşakta da iç piyasayı canlı tutmak için ucuz faizle verilen ev kredileri daha yüksek faizle geri toplanmaya kalkılınca Amerikan ekonomisinde başta büyük emlak tekelleri ve finans kuruluşlarında büyük çöküş yaşandı. Bu krizden sonra Amerika’nın dolar köpüğünün hesabı tutulamaz oldu. Aynı kriz 2020 Mart’ında kapıyı bir kez daha çaldığında Amerika’nın ulusal borcu 23 trilyonu geçmişti. ABD ekonomisindeki kriz küresel rezerv para olarak tuttuğu yerdeki değişimden izlenebiliyordu. 2001’de dünya rezerv para miktarının %72’si Amerikan doları iken bu miktar 2008’de %64’e, 2020’de ise %62’ye düştü. Buna karşın bu miktar 20 trilyon dolara tekabül etmektedir.

2008 krizine kadar avro dolardaki düşüşe karşı %19’dan %26’ya kadar bir yükseliş içindeyken küresel krizin yol açtığı belirsizlik ve Çin ve Rusya’nın önderliğinde Asya ekonomilerinin dolarsızlaşma ve yerel para ekonomilerine doğru geçişleri itibariyle %21’e doğru bir gerileme içine girdi. 2008’deki bu kriz emperyalist ekonominin doğal ekonomik süreçlerle bir toparlanma içine giremeyeceğinin alarmını bütün ülkeler çapında çalıyordu. Açık ki emperyalist burjuvazi bu çöküş karşısında hem kendi yeniden birikim süreçlerini toparlayacak hem de bunu sağlamak üzere küresel pazarda hegemonyayı yeniden organize edecek arayışlar içine girmemezlik edemezdi.

Lenin’in tarihsel akış itibariyle doğrulanmış emperyalizm teorisinden bu yana bildiğimiz gibi, finans kapitalizmin kendi bunalımını çözme araçlarından en başta geleni, küresel ölçekte değiştirici şiddette savaşlar çıkarmaktır. Emperyalist burjuvazi üçüncü bunalım döneminden çıkma hamlesini nihai olarak Ortadoğu’da gündeme getirmesine karşın bu zeminde bölge halklarının ve emperyalist müdahaleden olumsuz etkileneceğini bilen Rusya ve İran gibi bölge devletlerinin karşısında yeterince bir ilerleme kaydedemediği gibi kendi yapısal sorunlarının girdabında daha şiddetli bir sarsıntıya girmekteydi. Öyle ki, gelişmekte olan bu yeni krizin tarihi oldukça önceden verilmeye başlamıştı. Analistler 2019 ya da 20’yi işaret ediyorlardı ve emperyalist burjuvazi küresel ölçekte tayin edici bir savaşa girmekten imtina ediyordu.

3. Emperyalist evren savaşı

Açık ki bu emperyalist burjuvazinin barışçılığından kaynaklı değildi. Bu çerçevedeki karakterini Ortadoğu’da DAİŞ’i organize etmesinden, Afganistan’da doğrudan roketleriyle vurarak yol açtığı sivil katliamlarından görmek mümkündü.  Ancak buna rağmen emperyalist burjuvazi küresel bir savaşı gündeme getiremiyordu çünkü özellikle Rusya’nın savaş teknolojisi ABD emperyalizmini, askeri analizlerde yer aldığına göre beş yıl geride bırakmış durumdaydı.

Rusya, daha 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’nda emperyalist siyasal otoritelerin müstehzi gülüşleri altında emperyalizmin Doğu’ya yayılma projelerinden hoşnutsuzluğunu ve bu politikaya karşı kararlı tavır alacağını ilan etmişti. Ardından gelen süreç içinde Gürcistan ve Ukrayna krizlerinde Osetya ve Kırım’ı kopartarak, 2015’te Suriye’ye doğrudan müdahil olarak bu tavrını gösterdi. ABD emperyalizmi askeri kapasitesi açısından, arkasında Çin gibi yüksek bir politik desteğin olduğu Rusya ile konvansiyonel ölçüde üstün çıkabileceği bir tarzda savaşmanın imkanına pek sahip değildi ve diğer taraftan nükleer bir savaşın doğrudan sahası olacağı için başta Avrupa olmak üzere müttefiklerinin itirazı nedeniyle böyle bir savaşa yönelemiyordu. Bu nedenle Ortadoğu ve Asya-Pasifik hatlarındaki stratejik alanlarda üstünlük kurmayı denemekteydi.

Ve derken 2018 yılı geldi. Putin yaptığı bir savunma konferansında “batı artık blöf yapmadığımızı anlamalıdır” şeklindeki bir uyarıyla altı hipersonik nükleer silahın tanıtımını yaptı. Bunlar hem tabyalardan hem savaş uçaklarından hem de denizaltılardan ateşlenebiliyorlardı. Artık genel kabul gören haliyle Putin’in dediği gibi Rusya “emsalsiz ve engellenemez” silahlara sahipti. Bu eşitsizlik giderilene kadar emperyalist burjuvazinin kendini yok edecek bir savaşa girmesi artık düşünülemezdi. Buna karşılık, bu kadar bilinerek gelen kriz karşısında emperyalist burjuvazinin hazırlıklarının ne olduğu 2020 Mart’ında kriz patladığı zaman görüldü. Emperyalist kriz kendi kurgusunu güçlendirerek kapıyı bir kez daha çaldığında emperyalist burjuvazinin yeni savaş konsepti ve hegemonya planı günden güne açığa çıkmaya başladı.

Süleymani cinayetiyle Ortadoğu’da dengeyi kendi üstünlüğüne ikna edeceği yerde İran roketleri karşısında çaresiz bir kabule giren anglo siyonist emperyalizm bir büyük savaştan elde edebileceği dönüştürücü etkiyi biyolojik savaş alanına taşıdı. Çin’in Wuhan eyaletinden çıktığı ilan edilen bir virüs salgınıyla dünya pazarındaki Çin rekabetini tecrit etmeye ve Çin’e bağlı ticaret zincirlerini kopartarak dünya ticaretini kendi pazarında yeniden merkezileştirmeye yöneldi.

Bu, üçüncü emperyalist bunalımın varması gereken üçüncü paylaşım savaşının günümüz koşullarında açığa çıkmasından başka bir şey değildi. Bundan önceki paylaşım savaşlarının kanlı bilançoları ve sıcak çatışma atmosferinin yokluğu bu belirlemeyi değersiz kılmamalıdır, çünkü emperyalist savaşlar, Lenin’in söylediği gibi emperyalist burjuvazinin kan tutkusunun eseri değildir; emperyalist politikaların hayata geçmesinin bir gereğidir. Savaş politikanın başka araçlarla devamı ise emperyalist politikanın küresel gereklerini yerine getirmeye yönelik bir biyolojik savaş doğrudan bir evren savaşı işlevini üstlenmiş durumdadır. Emperyalist paylaşım savaşında yeni birikim modelinden hegemonya sorununa kadar öne çıkan bütün politikalar, bu dönemde küresel bağlamda gündeme gelmiş durumdadır ve emperyalizm bir taraftan mevzi savaşlarla, diğer taraftan salgın gibi küresel biçimleyici politikalarla bu süreci kurumlaştırma çabası içindedir.

Covid19 kodlu virüsün “doğal” kökeni, üzerinden iki yıl geçmesine karşın keşfedilememesine karşın bunun bir biyolojik savaş ürünü olduğu ve emperyalist kapitalizmin kendi krizinden çıkmanın operasyonel bir aracı olduğu yaklaşımı dünya proletaryasına yeterince anlatılamadı. Bunun nedeni, emperyalist burjuvazinin, sermaye değersizleşmesi, yeni birikim modelinin oluşturulması, yeni eşdeğer ve hegemonyanın belirlenmesi gibi süreçlerde en çok uluslararası proletaryayla karşı karşıya kalacağı noktada, proletaryaya dönük etki gücüyle küçük burjuva ve burjuva önderlikli dünya sol örgüt ve entelijansiyesinin Sovyetik dağılışın yol açtığı ideolojik çöküntü içinde emperyalizmle ittifakı esas almasıydı. Yaşanan tıpkı birinci evrensel savaştaki gibi Kautskyci sol anlayışın kendini yeniden göstermesiydi.

Kautsky solu proletaryayı en derin krizindeki emperyalizme ve onun hükümetlerine yönlendireceğine, sağlıkçı politikalarla emperyalist krizin sonuçlarını kitle bilincinde ve psikolojisinde kabul edilir düzeye çekmeye çalıştı. Lenin’in emperyalizm tespitini politik ve örgütsel bağlamda oportünizme karşı savaşla bütünleştirmesinin salt pratik bir meydan okuma gereği değil, emperyalist çöküş ve orta ve küçük burjuva sınıf çıkarları arasındaki bütünleşme gereği olduğu bu salgın döneminde iyice anlaşılır hale geldi. Kautskyci burjuva ve küçük burjuva solu salgınla mücadeleyi bir sağlık mücadelesi olarak algılar ve öyle anlatırken uluslararası finans kapitalin strateji tapınaklarından Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’nun kurucu şefi Schwab, salgının bir büyük savaş gibi dönüştürücü özelliğini ve bunun emperyalist yapılanmaya tahvilini “Büyük Sıfırlama” adlı broşürüyle duyuruyordu.

Bununla birlikte bir diğer tarafta, diplomatik ve politik bir savaştan uzak durmaya çalışan Çin ve Rusya bu savaşı kendi hazırlıklarıyla gene kendi ülkeleri ve siyasal nüfuz alanlarında etkisiz kılarak biyolojik savaşın etkilerinin batı kapitalizminin içine dönmesine yol açtılar. Salgına karşı aşı vb. gibi önlemlerde en yüksek yatırımın yapıldığı emperyalist ülkeler bugün salgının hâlâ en yüksek şiddette yaşandığı ülkeler olarak kayda geçiyor. Ve içinde bulunduğumuz günlerde bu hamlenin başarısızlığı, salgını devreden çıkarma yaklaşımlarıyla birlikte neredeyse sadece aşı pazarlamaya denk gelecek bir daralmaya doğru ilerleyiş içinde kendini gösterir olmaya başlıyor.

Bu verili gelişmeler içinde, salgın, yoğun kriz ve borçlanma içindeki emperyalist anayurtlara yüksek bütçe katkıları ve ultra milyarderler üzerinden sermaye merkezileşmesi sağlarken gene de dünya pazarı üzerindeki hegemonya sorununa bir çözüm getiremediği görülüyor. Hegemonya politik bir süreç olarak politik araçlardaki üstünlüğü ön koşul kılmaktadır. Ve yukarıda belirttiğimiz gibi emperyalizmin topyekûn bir düzeltici savaş peşinde koşamadığı koşullarda bu ön koşul savaşı daha taktik boyutlara çekmek ve hegemonya üstünlüğünü kademeli olarak gelecek süreçlere bırakmak şeklinde tasarlanmış görünüyor. Bunları emperyalist yeniden birikimin ikinci savaş sonrası önderliğini yapan Amerikan finans kapitalinin hâlâ peşinde koştuğu Amerikan yüzyılı umutlarından çıkarmak mümkündür.

Uluslararası finans kapitalizmin açmaz ve çelişkileri

Amerikan finans kapitalizmi 2008 kriziyle birlikte çözemeyeceği bir kriz içinde yuvarlanmakta olduğuna karar verince bir geri çekilme tercihiyle kendi sorunlarını çözme sürecine yöneldi. Bu politika Trump’la bütünleşik ele alınan “Amerika’yı yeniden muhteşem yapma” sloganıyla gündeme geldi. Trump, Amerikan askeri makinesinin başarısız harcamalarını keserek iç yatırımlarla ekonomiyi ve hegemonyayı yeniden yükseltmeyi öne çıkardı, çünkü nihai olarak ABD’nin dünya coğrafyasında bir ada yalıtımı onu daha büyük sorunlardan koruyacak zamanı kendine kazandırabilecekti. Ancak F35 gibi ölü yatırımlar ve ikinci savaştan bu yana asla kazanılamamış onlarca savaşın peşinde koşarak mali ve siyasal egemenliğini sürdüren askeri sanayi kompleksinin oluşturduğu oligarşi bunu reddetti. Askeri yaptırım gücünü Amerika’ya havale etmenin rahatlığıyla sermaye birikimini yükselten Avrupa burjuvazisi de bu handikabın altından kalkamadı ve 2020 seçimlerinde Biden, askeri sanayi kompleksin temsilcisi olarak Trump’tan başkanlığı geri aldı.

Trump, askeri harcamalardan yapılan görece tasarruf ve Fed matbaalarında basılan doların pompalanmasıyla Amerika’da kişi başına geliri 5 bin dolar daha yükseltmeyi başarmıştı. Dolayısıyla, Biden karşısında çok yüksek (%51’e %47) bir kamuoyu desteğiyle, bugün bile süren bir tehdit oluşturmayı başardı. Hem seçim sürecinde hem sonrasında yaşanan iç çatışmalar Trump taraftarlarının parlamentoya yaptığı kanlı baskına kadar yükseldi. Biden’ın kamuoyu desteği şimdilerde %37 civarında görünüyor. Pandemiyle birlikte piyasaya sokulan 10 trilyon dolar ABD ekonomisini %7 gibi 40 yıldır görmediği bir yüksek enflasyona taşıdı. Fed’in şimdi enflasyonu kontrol için bir dizi faiz yükseltmesi bekleniyor. Bu senaryo 2008’in bir başka tekrarıdır ve bunun yol açacağı sosyal çalkantılar itibariyle bir iç savaş gündemi artık Amerikan iç politikasında sürekli hale gelmiş durumdadır. Kendi yapısal açmazlarını ve uluslararası süreçteki açmazlarını gören Amerikan finans kapitali daha seçimler olmadan önce kendi otokritiğini önde gelen politik organlarında tartışmaya başlamıştı bile.

Anglosiyonist emperyalizmin Ortadoğu’daki patinajları sırasında kendi geleneksel Ostpolitik’i itibariyle Rusya’yla ticaretini geliştirmeye yönelen Almanya’nın önünü kesmek üzere Ukrayna’da bizzat Maidan’da toplanan Neo-Nazilere sandviç dağıtarak destekleyen dış işleri siyasal görevlisi Nuland, bu konudaki geçmiş özeleştirisini “Rusya’yı gereğinden fazla rahat bırakmak” olarak formüle etti. Biden’la birlikte açılacak yeni süreçte bu hataya bir daha düşülmeyecekti. Ukrayna olayları sırasında Avrupa’ya verdiği değeri “boşver Avrupa’yı” sözleriyle ifade etmesiyle anılır olan Nuland bugün de Amerikan dış ilişkilerinde aynı pozisyonda bulunuyor.           

Aslında bu politika Amerikan finans kapitalizminin Avrupa, özellikle de Alman finans kapitali üzerindeki egemenlik kültürünün ve politikasının somutlanmasıydı. Brzezinski’nin, ABD emperyalizminin bütün krizi içinde ısrarla hep Almanya ve Rusya’nın asla yan yana getirilmemesi üzerine yaptığı vurgu bir devlet politikası olarak 2014’teki Ukrayna olayları sırasında da uygulamaya sokuldu, şimdi de hâlâ yürürlükte tutulmaktadır.

ABD, Avrupa Birliği’nin liderliğini sürdürebilmek için Almanya’nın Fransa ve İtalya’ya karşı başta Polonya olmak üzere Baltık ülkelerini ve doğu Avrupa ülkelerini yanında tutmak zorunda olduğunu bilmektedir. Ve bu ülkeler Avrupa politikasında özellikle Rusya’ya karşı hiçbir tolerans ve taviz gösterilmesini kabul etmemektedirler. Almanya’nın bu zaafını bilen ABD, bu nedenle Almanya Rusya ilişkilerinde bu alerjiyi kışkırtmayı daima esas aldı ve bundan sonuç da elde etti. Trump’ın gerileme, Biden alternatifinin öne çıkma ve salgın politikalarının karmaşasında ABD, Navalny olayı üzerinden aynı mekanizmayı bir kez daha harekete geçirdi. Emperyalizmin Venezüella’daki muhalif figürü Guaido’nun bir benzeri olan Navalny, bilindiği gibi Avrupa’nın kimyasal silahlara karşı olan demagojik hassasiyetini provoke ederek Rusya’da zehirlendiği iddiasıyla doğrudan Putin’in talimatıyla Almanya’ya transfer edilmesini sağladı. Almanya bu iddiayı doğru kabul etmekle kalmadı, gösteremeyeceği kanıtlarla iddiayı destekledi.

Bu olay, 2014 Ukrayna süreci öncesinde yakınlaşan Almanya-Rusya ilişkilerini yeni evrede yeniden geliştirebilme imkanını zorlayan Rusya için tam bir kopma momenti oluşturdu. NATO misyonunda görevli Rus delegasyona yaptırım gelince Rusya önce NATO ile ilişkilenme bürosunu kapattı ardından Valday konferansında Lavrov, Batı emperyalizmini bir bütün olarak aşağılayarak artık ilişkilerde ABD merkezi dışında Avrupa ya da NATO gibi ikincil şekillenmeleri esas almayacaklarını açıkladı.

Biden, iktidara gelince ilk önceliği Trump iktidarı sırasında dağılan Transatlantik ittifakını yeniden yapılandırmaya verdi. Amerikan emperyalizminin büyük bir dolar köpüğüyle dünya pazarı üzerindeki egemenliğini Avrupa’ya rağmen kurmasının koşulu yoktu. Ve karşılık olarak Avrupa’nın da Amerikan savaş aygıtı olmadan pazar güvencesi olamazdı ve ayrıca Amerika, Avrupa’nın en büyük pazarını oluşturmaktaydı. 2020 itibariyle Amerikan pazarı Avrupa ihracatının yaklaşık %20’sini çekmekteydi. Bu nedenle Trump’la Merkel’in buluşmasının kestirme ve kesin sonucu Transatlantik ittifakın yeniden kurulması olmuştu.

Biden döneminin ilk uluslararası zirveleri G7 ve NATO konferansları oldu. Bu iki toplantıda Biden her ne kadar Transatlantik çıkarları öne çıkardığını ifade etmekteyse de Nuland’ın belirttiği yönelim kendini açığa vurmadan edemiyordu. 2021 NATO zirvesinden çıkan sonuç bildirisinde Çin’den 10 kere bahsedilirken Rusya’nın adı 63 kere geçiyordu. Merkel bu durumu “her ne kadar görüş farklılıklarımız varsa da…” diye ifade etmek zorunda kalmıştı.

Bütün bunlara karşın Trump döneminde dağılan ilişkileri yeniden toparlamak ve uluslararası emperyalizmin ana karargâhı görevini yeniden organize edebilmek için ABD bir süre dikkatini Çin’e yöneltti, çünkü Avrupa’nın doğusunu esas alan ve Rusya’yı hedefleyen gerilimler kara Avrupa’sını ve özellikle Alman ekonomisini doğrudan etkiliyordu ki salgın sırasında elindeki birikimi eriten ve hızla borca sürüklenen Almanya 30 yıldır görülmeyen bir enflasyon içine yuvarlanmaktaydı. Bu enflasyonun tetikleyicilerinden biri dünya pazarındaki ve ticaret zincirlerindeki daralmaysa diğeri Alman sanayiinin gereksindiği enerji ihtiyacının yeterince tedarik edilememiş olmasıydı. Bu nedenle Almanya Rusya’yla arasındaki Kuzey Akımı-2 doğalgaz boru hattının inşasını çok önemsiyordu, Amerika ise bu hattın Almanya’yı daha fazla Rusya’ya bağlayacağı korkusuyla yaptırımlarla gelişmenin önüne geçmek istiyordu.  Buluşma, Kuzey Akımı 2’nin tamamlanması karşılığında Asya-Pasifik’te Almanya’nın ABD’ye destek vermesi şeklinde sağlandı. Kuzey Akımı 2’nin inşaatı ‘21 Ekim’inde bitti; Almanya Bavyera isimli destroyerini Güney Çin Denizi’ne yolladı. Ama gene de hukuksal prosedürlerin tezgahında Almanya Rusya’dan gereksindiği gaz akışını sağlayamadı. Nuland, son demeçlerinde bu projeyi tümüyle geçersiz kılma gayretlerini sürdüreceklerini söylüyordu.

Amerika’nın esas derdi tedarik zincirlerini kopartarak bütün ticaret ağlarını ve burada özellikle Asya ekonomilerini alternatifsiz bir şekilde kendi pazarıyla ilişkilendirmek isteğiydi. Bu niyetle Tayvan sorununda ve Güney Çin Denizi’ndeki askeri alan belirlemelerinde Çin’e karşı zorlamalar dayatmayı denedi. Çin’in bu konularda tavrı oldukça sert oldu. Sadece Amerika’yı değil, ona bu konuda destek olmaya yönelen ülkeleri ve özellikle Tayvan’ı tehdit etti. Amerikan yaptırımlarını ve politikasını kıta Çin’i ile Tayvan’ın birleşmesini hızlandıracak bir süreç olarak ilan etti.

2021 NATO zirvesi dahilinde Quad adı altında Hindistan, Avustralya, ABD ve Japonya tarafından oluşturulan bir Uzakdoğu NATO’sunun örgütlenmesi Çin’in bu sert tavrı karşısında çaresiz kalıyordu, çünkü Çin’le olan gerilim doğrudan Çin’le savaşı göze almayı gerektirmekteydi. ABD’nin bu yönde bir eğilim gösteremediği sürece Quad’ı oluşturan hiçbir ülkenin Amerika adına Çin’le savaşı göze alması söz konusu olamazdı. Bunda ne kadar haklı oldukları, ABD’nin tası tarağı bırakıp Afganistan’dan kaçmasıyla bir kez daha anlaşılır olmuştu. Bunun dışında emperyalist kriz pazar kavgasını da en ilkel biçimleriyle ortaya çıkarmaya başlamıştı. Salgın sırasında maske konteynerlerine mafyavari yöntemlerle el koyma faaliyetleri basına yansımazlık edememişti. Şimdi de Avustralya’nın Fransa’yla yaptığı nükleer yakıtlı denizaltı sözleşmesi ABD’nin baskısıyla ABD firmalarına kaydırılarak Fransa açığa düşürülüyordu. Bu yetmezmiş gibi bir de NATO kontrollü Quad’ın dışında Avustralya, ABD ve İngiltere AUKUS adı altında özel bir ittifak geliştiriyorlardı. Fransa bu özel ittifak zemininde denizaltı rekabetinden tasfiye edilmiş oldu. Elbette bu gelişmenin Avustralya Fransa ve ABD Fransa ilişkilerinde belki izlerini gelecekte görebileceğimiz bir şekilde kalıcı bir boşluk yaratmış olduğu bir kenara kaydedilmelidir.

Bütün bir ‘21 yılı Transatlantik adına Çin kıyılarında oynaşmalarla geçerken uluslararası emperyalist ilişkilerde kendine yeterli bir merkezileşmeyi yeniden örgütleyen ABD giderek kendi asli programını öne çıkarmaya başladı. Bu Nuland’ın dediği üzere Rusya’yı rahatsız edecek politikalara yönelmek demekti ki aynı zamanda Avrupa’yı ve özel olarak Almanya’yı tehdit altına alan ve ABD’ye tabiiyet dışında hiçbir açık kapı bırakmayan apriori bir içerik taşımaktaydı. Ve zaten geçtiğimiz yıl içinde Amerikan dış politikasının Asya Pasifikten kıta Avrupa’sına dönüş sürecinde Nuland’ın bizzat Rusya ve bölge ülkelerine yaptığı ziyaretler dikkat çekiciydi.

Güvenlik dengesi ve zirveler

Geçtiğimiz yılın sonuna doğru artık küresel rekabette havlu atmış bir Almanya’nın varlığında ABD, Ukrayna’nın NATO üyeliği sorununu yeniden kaşıyarak, Doğu Avrupa ülkelerine askeri yığınak ve füze rampaları yerleştirmeyi gündemleştirmeye başladı. Rusya sınırlarında ABD ve Rus savaş uçaklarının birbiriyle teması hem gündelik bir sıklığa indi hem de tehlikeli manevralar içermeye başladı. Aynı şekilde Karadeniz’de, ABD önderlikli deniz tatbikatları ve Ukrayna limanlarına girip çıkan NATO gemileri trafiği sıradan bir politik tempo kazandı.

Bu zaman içinde Azerbaycan Ermenistan savaşı ve Belarus olayları Rusya’yı gerilimlerle kuşatma politikası olarak yürürlüğe sokuldu. Rusya bu gerilimlerden kazançlı çıkan taraf olmayı başardı. Azerbaycan Ermenistan sınırına koyduğu güçle hem o sahaya doğrudan önlem almış hem de İran sınırını güvencelemiş oldu. Belarus’ta Lukaçenko’nun Batı ve Rusya arasında dengeler gözeterek yönetme politikasının tehlikeleri Birlik Devletleri protokolüyle Beyaz Rusya’yla Rusya arasındaki ilişkilerin bir anlaşmaya varmasıyla neticelendi.

‘21 Haziran’ında NATO zirvesi sonrasında yapılan Putin Biden zirvesi iki ülkenin savaş gerilimlerine karşı tedbir almaları niyetiyle kamuoyuna açıklanmıştı ama Rusya sınırlarında ve Ukrayna merkezli yaşanan olaylar sürecinde ’21 Kasım’ında Biden’ın, Xi’yle yaptığı uzun sanal zirvede ABD’nin Tayvan’daki zorlamayı geri çektiğini, “tek Çin politikası”nı kabul ettiğini açıklamasıyla politik yoğunlaşmanın artık Rusya üzerinde olacağı neredeyse resmi bir şekilde ilan edilmiş oluyordu. Bunu 7 Aralık’ta yeni bir Putin Biden zirvesi izledi ki bu zirvede Putin Biden’a Ukrayna’nın NATO’yla kabul edilmesinin ve Doğu Avrupa’ya NATO silah ve örgütlenmesinin indirilmesinin Rusya için “kırmızı çizgi” olduğunu bildirdi. Bu çerçeve daha sonra diplomatik kanaldan ABD’ye bir bildiri olarak iletildi. Rusya, NATO ile sınırlarının belirlenmesini ve NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşmayı durdurmasını istiyordu. Hem de bunu sözel değil yazılı bir belge olarak talep ediyordu.

7 Aralık 2021 tarihinde, Sovyet sonrası Rusya emperyalist kaosun kendine bulacağı çıkış sınırlarını bir dünya gündemi olarak kayıt altına almış oldu. Artık NATO ya Doğu’ya doğru genişleme politikalarını askıya alacaktı ya da Rusya’nın kırmızı çizgilerini aştığı için dünyayı büyük bir savaşın içine yuvarlamayı göze alacaktı. Durumun bu ciddiyeti karşısında hem doğrudan ABD ve Rusya arasında hem de Rusya ve NATO heyetleri arasında acilen görüşmeler planlandı.

Bu görüşmeler öncesinde ve 7 Aralık sonrasında Putin ve Xi gene çok uzun bir görüşme yaparak “ittifak ötesi ilişki”leri zemininde durumu görüştüler. ÇKP, ABD’nin Rusya ve Çin’in oluşturduğu bütünlüğü ve siyasal haklarını ABD’nin ve NATO’nun kısıtlama düşüncesini bir hayal olmakla niteleyerek Rusya ile birliğini stratejik momentte stratejik bir bağlamda ifade etti.

Xi, Şubat ayında Çin olimpiyatlarının açılışına Putin’i özel olarak davet etti ve geçtiğimiz günlerde yapılan görüşmelerin olumsuz havası itibariyle bu buluşmada çok heyetli zirvelerle Çin-Rusya ilişkisinin daha organize bir savunma paktına doğru evrilmesi bekleniyor.

Renkli devrim çabalarının tükenişi

Ocak zirvelerinden önce ABD, Rusya’yı stratejik ölçüde rahatsız edecek tarzda Kazakistan’daki renkli devrim girişimine yöneldi. Enerji fiyatlarındaki zam üzerine protesto gösterileri yapan halk hareketi, TC ve İngiliz gizli servisinin koordinasyonundaki DAİŞ eğitimli çetelerin sahaya sevkiyle emperyalist işbirlikçi bir darbe hareketine zemin kılınmaya çalışıldı. Taktik son derece siyonist kurguluydu. Bilindiği gibi İsrail siyonizmi, Suriye’nin hava savunma barikatını aşabilmek için sivil uçak rotalarına saklanarak vuruşlarını yapmaktadır. 2018 yılında Rus yapımı S200 hava savunma sistemlerinin bu konumdaki İsrail savaş uçaklarını hedeflemeleri üzerine gene bir Rus taktik gözetleme uçağı 14 personeliyle düşürülmüştü.  İsrail o günden sonra bir savaş suçu olan bu taktiği defalarca kullandı. Kazakistan’daki halk protestosu da aynı şekilde İngiliz TC işbirliğince çeteler eliyle manipüle edildi. Ancak Rus basını, daha öncesi değilse bile Belarus olaylarından itibaren benzer gelişmelerin eski Sovyet coğrafyasında ve özellikle stratejik önemi itibariyle Kazakistan’da olabileceğine zaten değinmekteydi. Kazakistan hem sahip olduğu doğal gaz ve nitelikli metal rezervleri itibariyle hem de bir ucundan Rusya’yla, diğer ucundan Çin’le sınır olması açısından son derece stratejik bir konumdaydı.

Bu stratejik konum ve taşıdığı tehdit itibariyle Rusya’nın bu konuda bir boşluk göstermesi elbette düşünülemezdi. Sonuçta Sovyet eğitimli, Çin ve Rusya diplomasisinde son derece saygın bir yeri olan Tokayev başkanlığında bir müdahaleyle darbe süreci de değerlendirilerek hem kadim Nazarbayev iktidarı tasfiye edildi, hem de KGAÖ, NATO karşıtı kolektif bir askeri aparat olarak öne çıkmayı başardı.  Kendiliğinden egemenlik koşulları emperyalist burjuvaziyi o denli bir ahmaklar kümesi haline getirmişti ki, W. Bush, Trump, Biden derken geçelim TC’nin MİT’ini, CIA ve MI6 bile KGAÖ’nün müdahalesi karşısında şaşırtıcı derecede bir salaklıkla tepki verdiler: “Tokayev Rusya’yı niye çağırdı, anlamadık!” Artık şaşırmamalı ve karşımızdaki emperyalizmin sadece kâğıttan bir kaplan olduğunu ideolojik, politik ve ruhsal bir şekilde sindirmeli, bunu bilincimize ve eylemimize devrimci bir cüretle bindirmeliyiz.

Askeri teknolojideki açığını kapatmadığı sürece ABD emperyalizminin konvansiyonel hamleleri son Kazakistan hamlesindeki fiyaskoyla birlikte artık Rusya’yı rahatsız edici olma imkanını ağırlıkla yitirmiş görünmektedir. Eski Rusya federasyonu çevresinde eski Sovyet ülkelerinden renkli devrim tehdidi üretecek fazla bir imkân kalmamış durumdadır. Olduğu koşullarda Çin ve KGAÖ müdahalelerinin buralardan emperyalizm lehine stratejik bir sonuç çıkmasına fazla bir olanak taşımayacağı şimdiden görülür bir durumdur.

O halde anglo siyonist emperyalizmin inisiyatifinin artık sadece doğu Avrupa üzerindeki gerilimlerle Almanya’yı baskılama işleviyle sınırlanmış olduğunu söylemek mümkündür.

Yeni Yalta süreci mi?

Ocak ayı zirvelerinde bir gelişme sağlanamadı. Rusya kendi güvenlik doktrinini emperyalizme bildirirken NATO kendi genişleme politikalarını hiç değilse hukuken ve politik olarak koruma kararlılığını ifade etti. Rusya’nın bu konudaki veto hakkının olamayacağı ifade edildi vb. Bu zirvelerden kimse olumlu bir sonuç beklemiyordu, zaten.

Putin’in ültimatomu ABD ve NATO tarafından geçerli kabul edilseydi Avrupa’da Amerikan hegemonyası hızla çözülecek ve belki de ABD, artık her günkü tartışma gündemi haline gelmiş olan bir iç savaş çöküntüsüne uğrayacaktı. Bununla birlikte diğer tercihin de, yani Rusya sınırlarına NATO tahkimatı dayatmanın da, büyük bir savaş zorlaması dışında ciddi bir uygulaması mümkün değildi. Görüşmeler öncesinde ABD hipersonik roket denemelerinde üçüncü kez başarısız kalırken Rusya hipersonik roketlerinden en can alıcısı olan Zircon’un donanmaya sevki kararı tam da zirve momentinde alınıyordu. 11 Rus muhribi Zircon hipersonik roketleriyle donatılıyordu. Ve Rusya, değerlendirmelerde gerektiğince değinildiği üzere 83’te Brejnev’in yayınladığı tarzda nükleer silahları ilk kullanan olma hakkından vazgeçme deklarasyonunu 93’te geri çekmişti ve 2000 yılında bu yaklaşım büyük konvansiyonel saldırılar karşısında da devreye sokulmak üzere yeniden askeri strateji projelerine dahil edilmiş durumdaydı. Anglo siyonist emperyalizmiyle görüşmeler sürecinde Putin bu konuyu da dolaylı bir şekilde gündeme getirdi: ABD’nin henüz hipersonik roketleri yoktu ama olacaktı ve ne zaman olacağı Rusya’nın bilgisi dahilinde idi. Rusya işte bu zaman payını kullanarak dünya dengelerini ABD önderlikli emperyalizmin inisiyatifinden çıkarmayı Çin’le birlikte gündeme almaktadır, artık.

Bu nedenle Rusya ve NATO arasındaki çelişkinin büyük bir dünya savaşı ihtimalini gündeme getirmesi teorik olarak pek mümkün görünmemektedir. Bu belirleme yanılma ihtimalini hiç kâle almadan kolayca ileri sürülebilecek kıvamdadır, çünkü yanılmış olduğunuz takdirde dünya öyle bir cehenneme dönecektir ki kimse sizin yanlışınızı yüzünüze vurmayı düşünmeyecektir. Böyle bir sonuçtan uzak kalma güdüsü büyük bir savaşın imkansızlığının nesnel zemininde doğup bu nesnelliği tahkim edici askeri stratejik öznellikler kazanabilecektir. Bu itibarla ABD, Doğu Avrupa ülkelerindeki tahkimatıyla bir taraftan Rusya’yı kuşatma ihtimalini sürekli canlı tutmaya çalışırken diğer taraftan Avrupa ülkelerindeki egemenliğini daha da yükseltmeyi devreye sokması daha olası bir gelecek konjonktürüdür. NATO şefi Stoltenberg NATO’nun Avrupa’da savaşmaya hazır olduğunu ilan etti bile. Kimi analizlerde değinildiği üzere Avrupa’nın yeni bir Ortadoğu’ya dönme ihtimali hiç de karşı çıkılabilecek gibi değildir.

Gelişmeler itibariyle emperyalist bunalım artık emperyalistler arası çelişkilerin çözümüne kilitlenmiş görünmektedir. ABD emperyalizmi, uluslararası emperyalizm üzerindeki hegemonyasını sürdürebilmek için özelde Almanya’yı genelde Avrupa’yı doğu pazarlarına açılma doğrultusunda engellemeye çalışacaktır. Kuzey Akımı-2 sürecindeki gelişmeler itibariyle görünen, Lavrov’un dediği gibi Almanya’nın bağımsız bir ekonomi politikasının olmadığıdır. Ancak ABD ve Avrupa emperyalizmi arasındaki gerilimin sadece bu derecede kalacağı düşünülemez, çünkü Almanya ABD politikalarına tıpkı yeni sömürge bir ülke gibi tâbi kaldığı sürece kıtadaki partnerleri Fransa ve İtalya’nın AB’nin öncülüğü konusunda kendisini aşıp öne çıkmalarını engelleyemeyecektir ve bu her iki ülkenin de Rusya’yla ilişkileri ABD’ye rağmen işlevlidir.

Bu itibarla Avrupa burjuvazisi, Ocak zirvelerinde ikinci savaş sonrası Avrupa üzerindeki kontrolün planlandığı Yalta konferansı yansımalarını görerek buna karşı tepkisini dile getirmeye çalışmıştır. Burada her şeyden önce Yalta metaforunun evrensel bir yeniden paylaşım platformu olarak gündeme getirildiğine dikkat edilmelidir. Bu metafor içinde bulunulan savaşın bir evren savaşı olduğunun algılanmasına yardımcı olmalıdır, çünkü, çok geçerli olduğu üzere söyleyen değil söyleten önemlidir. Söyleyen Avrupa burjuvazisidir, söyleten evrensel savaşın yeni denge arayışlarıdır. Bu denge ihtimalleri itibariyle hem ABD emperyalizminin Avrupa’yı kendi yeni sömürgesi haline getirmekten başka bir çıkışı yoktur hem de Rusya’nın ABD’ye karşı bir dirayet gösteremeyen Avrupa’yı artık ciddiye alma niyeti yoktur.

Bununla birlikte, Alman finans kapitali, kendi geleneksel Doğu politikalarını hiçbir şekilde gündemden kaldırmamıştır. Özellikle Rusya ve Çin’in Avrasya ekonomik örgütlenmeleri itibariyle reel sermaye gücünü ihracat üzerinden geliştiren Almanya’nın salt Çin’le ticareti salgın öncesinde Amerika’yla ticaretini yakalamış durumdaydı. Ve tamamlayıcı halka olarak Almanya bu üretimini yapmak için enerjiye muhtaçtır. Enerjinin kaynağı ise yalnızca Rusya hattı üzerinden mümkündür. Alman burjuvazisi Rus doğalgazına mahkumiyetten çıkma adına 2050 ya da öncesinde “sıfır karbon”a ulaşma adına yöneldiği nükleer santralleri kapatma ve doğalgaz ithalatını daraltma politikaları nedeniyle enerji darboğazına girmiş, elektrik fiyatı bir yıl içinde %600 pahalanmış durumdadır. Diğer taraftan daha kışın ortasındayken yakıt stokları %50’nin altına inmiştir. WEF bağlantılı uluslararası emperyalizmin yeşil sanayileşme hayalleri Alman burjuvazisinin rekabet üstünlüğünü yerlere sermiş durumdadır. Güneş ve rüzgâr üzerinden sağlanılması düşünülen dönüştürülebilir enerji kaynaklarına yönelik projelendirmelerin büyük proje hataları içerdiği bu yılki krizle açığa çıkmış durumdadır. Bugün doğal enerji kaynaklarının Alman sanayisinin gereksindiği ihtiyacın en fazla %25’ini karşılayabileceği ileri sürülmektedir. Ama salgın anaforunun Alman rasyonalitesini de sıfırladığı görülüyor. Bugün Almanya’nın içinde bulunduğu enerji krizinin enflasyonu tetiklemesi bir kenara ülke bazında elektrik kesintilerini bile gündeme getirmesi beklenmektedir.

Önceki evrelerde, ABD’nin ülke üzerindeki etkisinin azaldığı koşullarda Alman burjuvazisi kendi rasyonalitesi içinde Rusya ve Doğu pazarlarıyla ilişkilenmenin yollarını aramaya yönelmiştir. Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da ABD yayılımının durdurulması sürecinde Ukrayna üzerinden Rusya ilişkilerini geliştirirken, şimdi gündeme gelen darboğaz Alman siyasal sözcülerince yeniden Rusya’yla ilişkilenme ve Kuzey Akımı trafiğine yol verme şeklinde ifade edilmeye başlamıştır. Sosyal demokrat şansölye Scholz, Rusya’yla ilişkileri Amerikan işbirlikçisi yeşil dış işleri bakanı Baerbock’a bırakmayıp eline toplarken, geleceğin başbakanı olarak görülen CSU başkanı Söder, Alman ekonomisinin geleceği yeşil tehdide bırakılamaz, diye açıklamalar yapmaktadır. Ve emperyalizmin salgın gibi, yayılma politikalarında da geri düşmenin bir işareti olarak gözlenmesi gerektiği haliyle Merkel’in siyasal varlığında hiçbir şekilde görev alamamış, bir “Büyük Sıfırlama” mali kuruluşu olarak çok bilinen Black Rock’un eski Avrupa temsilcisi, şimdi Merkel’in yerine CDU başkanı olan Merz de Almanya’nın enerji ihtiyacı için Kuzey Akımı-2’nin vazgeçilmezliğini dillendirmektedir.

Yakın gelecek kestirimleri

ABD, Rusya’nın muhtırası sonrasında sınır ülkelerde oyalanarak uluslararası emperyalizm üzerindeki hegemonyasını sürdürmekle yetinmeyi tercih edebilir. ABD merkezli son politik analizler, diğer çelişkilerle oynarken Çin’le birlikte yaşamayı makul gören bir yönelmeden bahsetmektedir. Ancak Lavrov’un Ocak ayı görüşmeleri sonrasında yaptığı açıklamalar Rusya’nın bu konuda da sıkıştırıcı olacağını göstermektedir. Lavrov, Rusya’nın inisiyatif üstünlüğünü “artık sabrımız kalmadı” sözleriyle ilan etmekte ve ABD’ye deklare edildiği üzere bir hafta içinde Rus güvenlik doktrinine yanıt verilmesi beklenmektedir. Bunun sonrasında Rusya’nın inisiyatifini ne yönde kullanacağı izlenecektir. Ukrayna üzerine hem Rusya hem de ABD karşılıklı provokasyon beklentilerini dile getiriyorlar. Lavrov’un ağzından aktarılan “sizi temin ederim Rusya her tür gelişmeye hazırdır” tehdidi gerçekten çok yaptırımcı bir etki taşımaktadır.

ABD emperyalizminin bu tehdidi görmezden gelme koşullarının olmadığını açıkladık. Dış müdahale imkanları kısıtlanmış bir ABD’nin ve bağlı olarak uluslararası emperyalist sistemin kendini dengede tutma koşulları oldukça düşük düzeydedir. Her şeyden önce bugün emperyalist kapitalist dünya, nerede ne zaman patlayacağı bilinmez bir borç balonunun üzerinde oturmaktadır. 2008 Ekim’inde ABD hisse senetlerinin 13 trilyon dolarlık hacmi bugün %400 bir artışla 50 trilyon dolar civarındadır. Bu miktar Amerikan GSYİH’nın iki katından fazladır ve en zor koşullarda sürdürülebilir borç ve GSYİH oranı %77 olarak kabul edilirken bu oran ABD’de %119 (ya da 125) civarındadır. Bu balonun patlaması ve emperyalist dünyayı kendi önüne katması kaçınılmazdır.

Bütün bu veriler itibariyle küresel siyasal sürecin inisiyatifi artık ABD önderlikli uluslararası emperyalizmden çıkarak giderek Çin ve Rusya’nın yönlendiriciliğine geçmiş görünmektedir. Yeni dünya düzeninin yeni ve muhtemelen kalıcı versiyonu böyle şekillenecektir. Sürecin Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın bağlantısız ülkelerinin de desteğinde tıpkı 68’ler gibi bir sosyal kurtuluş çağına doğru evrilmesi beklenebilir.

Şimdi dünyanın gerilim hattı daha fazla Donbass ve Basra arasında ve en merkezde Türkiye’de yoğunlaşacaktır. Türkiye yeni devrim kuşağının zayıf halkası durumundadır ve dünya devriminin öncülüğü bu nesnellik itibariyle Türkiye proletaryasında somutlanmaktadır.

Türkiye, sürecin karakteri bu kertede olumlu olmasa dahi değişim açısından oldukça etkilenecektir. Her şeyden önce duvarın yıkılmasıyla küçük burjuva sol ortamda gelişen burjuva kuyrukçusu siyasal söylemin kadro yapısı ve mücadele üzerindeki ağırlığı çözülecek devrimci eylemin inisiyatifi daha etkin hale gelebilecektir. Kürt devrimi üzerindeki Amerikancı dengenin ağırlığının çözülmesi ise ülkedeki devrimci süreci daha da derinleştirecektir.

Ancak elbette bütün bunlar en yok koşullarında devrimi öne çıkarmayı esas alan devrimci bir öznelliği gerektirmektedir. Tıpkı ülke proletaryasının siyasal varlığı gibi ülke devrimciliğinin de 90’lardan beri toprak edilen devrimci özü, öncü inisiyatifiyle maddeleşecektir.

*Aşağıdaki değerlendirme olayca bir süreç akışı sunumudur. Bu nedenle kaynak referanslarına gerek duymamıştır. Ve zaten aktarım içinde ihtiyaç duyulabilecek kaynaklar gündelik basın ve sosyal medya arşivlerinden kolayca ulaşılabilecek durumdadır.

Paylaşın