Doğan Adalı, Umut Yazıları

Geleceğimizi kazanmak için mücadeleyi yükseltelim! -Doğan Adalı


1 Mayıs 2021 geride kaldı ve İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede pandemi gerekçesi ile 1 Mayıs yasakları sıkı bir şekilde uygulandı. Kısıtlamalar, yasaklar, kesilen para cezalarına rağmen, geçen yılın da içimizde kalan burukluğu ile 1 Mayıs coşkusu sosyalistlerde, devrimcilerde nispeten daha hareketli geçti. Taksim diyenden, işyerlerinde bildiri okuyana ve balkon diyene kadar her kesim bir şekli ile 1 Mayıs geçirdi ve yasaklara rağmen kendi anlayışına, gücüne göre iradesini gösterdi.
Bu noktada Taksim-balkon, devrimcilik-reformistlik, mücadele-teslimiyet tartışmasına girmeden ( gereksiz olduğu için değil yazının konusu olmadığı için) 1 Mayıs’ın ‘yasak’ olmasına, sendikalara yapılan eleştirilere ve 1 Mayıs sonrası yaşanacak sürece dair bir şeyler söylemek ihtiyacı doğuyor. Bu ihtiyacın nedeni; 1 Mayıs yasaklarına açıktan ya da üstü örtülü bir şekilde razı olunmasında, yapılamayanları sendikaların üzerine yıkma gayretine ve her yıl 1 Mayıs öncesi söylenen “2 Mayıs’dan itibaren bir sonraki 1 Mayıs’a hazırlanacağız” sözünün 3 Mayısta unutulmasındandır.


1 Mayıs yasakları ile başlarsak eğer sadece mevcut sendikaların, odaların büyük çoğunluğunun 1 Mayıs yasaklarını baştan kabul etmeleri değildir sorun. Reformist-liberal solun da yasaklara boyun eğmesi değil esas sorun. Esas sorun sosyalistlerin, devrimcilerin de aslında zımmen kabul edişindedir bu yasakları. “Taksim iradesi ile sokağa çıkıldı ya!”denilebilir ama yine de böyledir. Böyledir çünkü hem devletin hem de konfederasyonların son toplantılarını beklemek ve ondan sonra 1 Mayısın nasıl gerçekleştirileceğine karar vermek bu anlama gelmektedir. Zımmen kabul edişin bir yansıması da ‘nasıl olsa yasaklanacak’ denilip kitle çalışmasının önemsenmemesi, 1 Mayıs gününe o da sadece dar kadro ile odaklanılmasıdır. Oysa birçoğumuz biliyoruz, bilmeyenler ise çok kısa bir araştırma ile öğrenebilir, bu ülke tarihi 1 Mayısları yasaklama tarihidir. 100 yıllık cumhuriyetin neredeyse 90 yılı 1 Mayıs’lar yasaklanmış, yasaklanmayan birçok mitinge ise kontra saldırılar olmuş.
Devletin yasakçı, saldırgan tutumu bu kadar net iken her yıl bu 1 Mayıs nasıl geçecek, yasak mı, serbest mi diye sormanın, merak etmenin ne anlamı olabilir. 1 Mayıs günlerini dışarıdan izleyenler için bir anlamı olabilir ama sosyalist-devrimci özneler için bu soru anlamsızdır.

Anlamsızdır ama her yıl devlet ve konfederasyonlar kararını son günlere bıraktığı için son bir haftaya kadar netleşememek bu anlamsızlığı bozuyor. Yasağı, yasakları zımmen kabul etmek de buradan başlıyor. Bir yıl öncesinden üç aşağı beş yukarı ne olacağı önceden belli iken, buna yönelik hazırlıkları, araçları, yöntemleri belirlemek için zaman var iken, çalışmaların hep son haftaya sığdırılmaya çalışılması bu yasakların zımmen kabul edilişinin tezahürüdür.


Sendikalar, odalar izin alıp ile yasal miting yapsa da ya da yapmasa da, sendikalara, odalara her daim eleştiriler yağdırılıyor. İzin alsalar icazetçi diye, o alanı değil de niye bu alanı talep etmedi diye, niye yasal miting yapıyorlar Taksime gitmiyorlar diye, işçileri 1 Mayıs’a taşımıyorlar diye vb. vb. Kendine sosyalist diyen örgütlenmelerin, kişilerin eleştirilerinde ilk göze çarpan en kaba durum sendikalara neredeyse siyasi örgüt, parti misyonu biçmeleri oluyor. İkincisi ise, sosyalist partilerin, örgütlerin siyasi faaliyetinin esasına dair olması gereken işçi hareketini ve sendikaları etkileme, yönlendirme işini mevcut sendikacılara bırakma, yıkma ve onları suçlama kolaycılığı oluyor. Hatta bir yanı ile sınıf mücadelesinin ‘işçi’ bölümünü mevcut sendikalara, sendikacılara bırakmak oluyor ki bu en tehlikelisi ve kabul edilemezidir.


Dönem dönem toplumsal muhalefetin birleştirici unsuru olan ama çoğu zaman bu yıl olduğu gibi insiyatif almaktan kaçınan sendikaların bu tutumu tamamen sosyalistlerin ve toplumsal muhalefetin durumu ile ilgilidir. Sosyalistler ve toplumsal muhalefet biraz güçlendiğinde mevcut sendikalar, odalar da bundan etkileniyor ve nispeten ileri adımlar atabiliyor. 1980 öncesi sınıf ve toplumsal mücadelenin ivmesin yüksek olduğu yıllarda olduğu gibi. Bu da göstermektedir ki, onları suçlamaktan çok sosyalistlerin kendini sorgulamasını gerektiren bir durumdur. Fabrika ve işyerlerinde devrimci tutum almak, üretimi durdurmak, engellemek, sermayenin, hükümetin politik eleştirisini yapıp stratejiler belirlemek sosyalistlerin işidir. Devrimci proleter sosyalistler ve partileri, örgütleri bunları yapmayıp öncü, devrimci işçilerle sendikalarda bu politikaları hegomanya haline getiremediği sürece mevcut sendikalar ve sendikacılar bu günkü gibi davranmaya devam edeceklerdir.
Tabi ki mevcut bürokratik, sarı-uzlaşmacı sendikacıları sendikalardan def etmek, böyle sendikaları dönüştürmek, sınıf sendikası haline getirmek için hem içlerinde çalışacağız hem de eleştireceğiz, teşhir edeceğiz. Ama sosyalistlerin yapması gerekeni “sendikalar yapmadı, yapmıyorlar” diyerek kendimizi aklamanın da peşinde olmamalıyız.


Son değinilmesi gereken konu ise, 1 Mayısın iki 1 Mayıs arası örgütlenme çalışmaları ile kazanılmış olması ve 1 Mayıs günü bu çalışmaların sonucunun dosta düşmana gösterilmesi üzerinedir. Yaygın olarak yapılan bir hata olan takvimsel 1 Mayıs gününü ‘örgütlenme’ için kullanma yerine (bu yan ürün olabilir anca), zaten o güne kadar yapılmakta olan örgütlülük ve hazırlık 1 Mayıs günü ile örgütlülüğümüz test edilmelidir. Tüm zamana yayılan ilmek ilmek örülen örgütlülük ve hazırlık ile 1 Mayıs günü tarihsel anlamına, ruhuna, şanına yakışır şekilde kutlanmalıdır. Böyle yapılmadığı için her 1 Mayısta sanki ilk defa oluyormuş gibi sendikalar bunu yaptı, devlet şunu yaptı, yasaklar bizi sınırladı, polis çalışmamıza izin vermedi gibi gerekçeler ile olması gerekenin yapılamadığı anlatılıyor değerlendirmelerde.


Türkiye’de devlet kurulduğu günden bu yana yasakçı- antidemokratik, hukuk tanımaz ve faşizme içkin kapitalist bir devlettir. Dün başka partiler idi bugün AKP, yarın başka bir parti aracılığı ile bu yüzünü hep gösterecek, parlamento yolu ile olmaz ise askeri darbelerle bunu yapacak, daha önce defalarca olduğu gibi. Egemenlere geri adım attıracak olan işçi sınıfının, toplumun ezilen kesimlerinin demokrasi ve devrim mücadelesine kitlesel olarak katılmasıdır. Eğer 1 Mayıslar egemenlere bu gücümüzü göstereceğimiz gün olacak ise, bu bir-iki haftaya sığdırılacak bir çalışma ile olacak iş değildir. Nasıl ki egemenler, patronlar sınıfı, sınıfının gereklerini her gün, her saat yerine getirip işçi sınıfına ve tüm muhaliflere nefes aldırmak istemiyorsa, bizde her gün her saat görevlerimizi yerine getirip bu saldırılara karşı örgütlenmemizi gerçekleştirmeliyiz.
İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin tüm ezilenlerin, ötekileştirilenlerin özgürce yaşayabileceği sınıfsız, sınırsız bir dünya için, toprağa düşen tüm ölümsüzlerimizin düşlerini gerçekleştirebilmek için bağcıklarımızı sıkı sıkı bağlayıp adımlarımızı sıklaştırmalıyız. Var olan olumsuz koşulları lehimize çevirebilmek, sadece 2022 yılı 1 Mayısını bu günden kazanmak için değil tüm dünyayı kazanmak için, hiç ara vermeden, örgütlenme çalışmalarına hız vererek, her alanda sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz.

Paylaşın