Erdem Keçer, Umut Yazıları

Boğaziçi’nden başlayıp özgürlük için gökyüzüne bakanlar! – Erdem Keçer

Herkesi tebrik etmek gerekiyor. Binlerce insan Boğaziçi kapılarından sokağa taşan bir güçle faşizmin barikatlarına karşı elinde ne varsa, eline ne geçtiyse taarruz etti. Bu işin yarını yoktu, ertelemesi yoktu. Kavga şimdi daha güzel olmaya başladı, en iyiler sokağı zapt ettiler. Bu işin ne geri dönüşü var ne de aşağı bakması! Tek yol durmaksızın taarruz!


Faşist iktidarın zora ve şiddet tekeline dayalı gücünün bir süredir Boğaziçi Savunması’na takılı kalıyor olması iktidarı artık fazlasıyla yıpratmaya başlamıştır. Ve gençliğin devrimci direnişi iktidarın kısa bir süredir denemeye çalıştığı ideolojik olarak tahakküm altına alma uğraşısını da yırtıp atan bir güç olmuştur. Faşist AKP-MHP’nin Boğaziçi’ne ‘ikinci dalga’ diyebileceğimiz saldırılarının iki arkadaşımızı tutuklama sürecinin arifesinde başlattığını belirtmek gerekiyor. Toplumsal dinamiklerin yan yana diziliminde etkin bir güç olan bu direniş faşizmin ona saldırısının niteliğini de belirtmiştir. Zira toplumsal dinamikleri ardı ardına örgütleyen bu hareket toplumda da suçlu konuma ve nefret diliyle ‘tiksinilen okumuşlar’ şekline sokulmak istendi. Ancak burada iktidarın yaşadığı bu üst yapısal hakimiyet kurma meselesi hala aynı yöntemle işletildiği için alanda pratikler sergileyen gençlik tarafından paramparça edildi. Bunun da sebebi devrimci direnişin varlığıdır. Yani çarpışan iki güçten galip çıkan taraf bu moral üstünlüğü hala korumaya devam etmektedir.


Boğaziçi Direnişi AKP-MHP faşizmi tarafından ideolojik bir saldırılar bütünlüğü altında direnmektedir. Bu, faşizmin bütün toplumsal dinamiklere yaklaşımının bir benzeri ama nicelik olarak daha ileri düzeyde bir faşist zorbalık içermektedir. Bütün yargı ve medyasıyla, hatta Erdoğan’dan diğer ufak tefek faşist yapılanmalara kadar her şey ve herkes Boğaziçi Direnişi’ni önce Kabe üzerinden sonra LGBTİ+’lar üzerinden hedefleştirmek istese de toplum gözünde bunların hiçbiri önemli olmamıştır. Devletin burada ki hesabı taktikseldir ve amacı kendi belirlediği gündemler ile Boğaziçi gençliğinin önüne “acaba yanlış mı yapıyoruz?” ve toplumsal zeminde “gerçekten Kabe resmini mi ezdiler?” sorusunu doğurmaya çalışmaktır. Hareketi hem içten hem de destekleri itibariyle yok olmaya zorlamaktır. Son darbe olarak da tutuklama terörü ve şiddet ile bu perçinlenmeye çalışılıcaktı. Ancak bu ideolojik ve politik savrulmaya karşı doğrudan eyleme geçen devrimci gençlik hareketi bu polis şiddetiyle birleşmiş ideolojik ablukayı parçalamaya devam etmektedir. Bir kez daha söylemekte fayda var; bu rektör ataması-kayyumculuk sadece bir üniversiteye yapılan saldırı değildir. Bunu bu düzleme çekmek ne kadar yanlışsa öyle bir düşük düzey mücadele hattı örgütlemek de hatalıdır. Yer yer buna benzer söylemler ortaya çıkmıştır.

Bunu faşizmin bu saldırıları altında politika üretemeyenlerin basiretsizliğine vermek doğru olacaktır. Çünkü bu bir faşizme karşı özgürlük meselesidir. Mesele hiçbir zaman bir rektör olmadı, ilk gün eylemlerde de bu böyle idi dünde böyle idi. Umarım artık bu durum daha fazla aydınlığa kavuşmuştur.


İradi olsa da doğallık taşıyan bir yan var Boğaziçi eylemlerinde. Bu direniş kampüs sınırları içinde kalsaydı devletin zaten o yalıtma hamlesi kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktı. Ancak tam tersi yönünde kitleselleşme ve diğer birçok dinamiği hareketi geçirmesi bakımından önce şehir merkezini hedefleyen bir harekete dönüşmesi kaybedilmemesi gereken bir niteliktir. Çünkü bu şekliyle zaten faşist güç ile karşı karşıya geliş aynı düzleme çekilmeye ve hatta denilebilir ki moral üstünlük sayesinde devrimciler üstün halde görünmektedir. Artık faşist iktidar bu direnişe ne kadar saldırdıkça -eğer doğru yanıtlar üretilirse- o kadar kaybedecektir. En önemli yan söylediği bütün yalanların çökmesidir.


Her ne kadar sürecin içerisinde olup geleceği göremiyor olduğumuzu düşünsek bile bilinen en önemli durum her şeyden soyutlama yaparak görebileceğimiz bir özelliğe sahiptir. Çünkü bu direniş bir süredir devam eden irili ufaklı gençlik dinamiğinin sınandığı bir nokta olmuştur. “Faşizme karşı eylem yapılabilir ve buna herkes özne olarak dahil olabilir” iddiasının kanıtı budur. Çünkü bu hareketi geliştirmek ve ileriye taşımak sadece kitleselleşmeyi değil onun paralelinde komünist iradeyi de yaratacak olan bir fitil olacaktır. Burada her şeyin kilitlendiği sorunlar dizgisinin en önemli yanıtı bilinç ve eylemi yaratıcılıkla sentezleyecek olan günün mevcut devrimci özneleridir. Onlar bugün bir adım atarsa bu direniş ve kitlesellik daha “kalıtsal” bir kadrolar toplamı da yaratacaktır. Kastettiğim sadece Boğaziçi gençliği üzerinden değil, topyekûn sınıf mücadelesindendir.


Özgürlük Sokaktadır!


Neler yapılmalıdır? Bu soruyu bilinçli olarak böyle soruyorum. Zira Neler Yapılabilir? olarak da sorulabilir ama bu “yapılabilirlik” mevcut imkanların etrafından döne dolaşa bir şey üretme anlamı da taşıyor. Yani sınırları belirlenmiş, ötesine çıkamayanların dünyası bu soruyu sormaktadır artık. Biz içinse tam tersine, iradi bir müdahale ve süreci kontrol etme/yönetme birliği üstünden sorulması gereken Neler Yapılmalıdır sorusudur. Olanı değil zaten olmayanı isteme ve ileri noktalara doğru bunu taşımanın esastan tartışılması gereken bir an’dayız. Bu noktadan sonra geri adım atmak faşizme çağrı yaparak “gel bize istediğin gibi saldır” demektir.
Reddetmeliyiz her şeyi; en başta politikalarıyla bizi yönetmeye çalışan iktidarı ve onun ikna/rıza mekanizmalarını. İkincisi; başımızı öne eğdirmeye çalışanlara karşı anti-faşist bilinç her toplumsal zeminde geliştirilerek bütün faşistlerden hesap sorulabilmelidir. Üçüncüsü; militanlığın düzeyi hiçbir zaman geri düzeye düşürülmemelidir. Ve Boğaziçi gençliği başta olmak üzere her gençlik alanından ve Kürtlerden-Alevilerden-Bütün Ezilenlerden örgütlenebilecek anti-faşist birleşik gençlik meclisleri kendisine gerekiyorsa ‘hesap soranlar gücü’ kurabilmelidir. Bir kere de boş verelim nereye ne kadar afiş-sticker yapıştırdığımızı veya kaç arkadaşımızın gözaltında olduğunu, hatta deyim yerindeyse mağdur edildiğimizin propaganda anlayışından kurtulalım. Kaç faşistin uykusunu kaçırdığımızı konuşturalım herkese, insanların hukuk mekanizmalarını zihinlerinde kurduralım. O faşist suç örgütünün üyesi ve yöneticisi olan Muharrem Yazgan kim ki arkadaşımıza bunu yapabiliyor? Hiç mi bir gün ders almayacak? Böyle mi gidecek bu devran? Hesap soracağız demek sadece bir slogan mı olacak?


Reddetmeliyiz her şeyi, özgürlüğü sokakta kurmalıyız. Devrimci ideoloji hâkim kılınmalıdır. Kimse bizden narin olmamızı beklemiyor -AKP/MHP faşizmi dışında-. Bu direniş büyür-küçülür-büyür ama esastan örgütlemek istiyorsak birleşik devrimin kadrolarını ve öncü iradelerini özneleştirmeliyiz. Onun yolu da hareketli, yaratıcı, militan ve ideolojik netliği oluşmuş bir devrimci gençlik merkezidir. Birleşik gençlik meclisleri kendisini bu yönüyle daha fazla geliştirmeli, mesaisini bu yöne kaydırmalıdır.


Çünkü özgürlük istiyorsak o zaten sokakların ve gökyüzünün arasındaydı. Biz başımızı öne eğiyorsak bilinsin ki faşizme atacağımız taşı kaldırımdan sökmek içindir.

Paylaşın