Erdem Keçer, Umut Yazıları

Birleşik Gençlik Mücadelesi ve Özgürlüğü Kazanacağız Seferberliği – Erdem Keçer

Türkiye’de gençlik hareketlerinin bir kısmı siyasal gelişmelerin yorumlanmasının doğal sonucu olarak belirli pozisyonlarda kendilerine yer edinmeye çalışmaktadırlar. Bu yer ediniş teorik olarak gençlik alanına dair üretilen politikalara müdahale edebilme açısından “etkinmiş” gibi görünse de yaşamın gerçekliği içerisinde tahmin edilenin çok ötesine düşmektedir. O sebeple önümüzde duran esas sorunlardan biri faşizme karşı mücadele kılavuzunun hangi yöntemlerle faşizmi ezmeye dönük olacağıyla alakalıdır. Yani kendi sağından medet ummak ve sadece güncel akademik sorunların peşinden sürüklenmek kimi gençlik örgütleri için normal görünse de ve hatta buna teorik-politik kılıflar uydurulsa da bunların hiçbiri devrimci çözümler üretememektedir. Bu haliyle sadece muhalefetçilik yapılmaktadır. O sebeple devrimci özne ve nesne ayrımını net koymak gerekmektedir. Özne’lik bu anlamıyla sistemin saldırılarına karşı devrimci çıkışını durmaksızın sürdürmek ve devletin taktik yönetimi içinden çıkarak onu etkisiz kılabilmektir. Nesne’lik hali ise devletin saldırıları altında çıkış aramamak ve “zararsız” görünme taktiğidir. Böylesi ayrışmanın bir diğer yanında ise devrimci gençliğin özne pozisyonunda bulunanlar faşizme ve kapitalizme karşı mücadelede özgürlüğü parola edinmektedirler. Bu iki hareket ayrışırken gençliğin devrimci öznesi bir kırılma yaratmaktadır. İki noktada görebiliriz bunu; birincisi, gençlik kitlelerinin iktidarın ve sistemin altında ezilmeye karşı özgürleşme isteğidir. Bu, akademi ve yaşamsal alanlarda geleceksizliğe, eğitimin imkanlarının kısıtlanmasına, maddi olarak yetersizliğe, eşitsizliğe, adaletsizliğe vs. karşı özgürlük isteğidir. İkincisi ise birincil sorundaki herşeyi bir örgütlülük altında birleştirecek örgütlülüğün ideolojik pratik anlamda hegemonik olmasıdır. Bu ise devrimci gençlik öznesinin, kitlelelerinin nesne pozisyonculuğuna karşı mücadelesidir. Ülkemizde özne devrimci gençlik hareketinin bu kırılmanın ilerleyişini olduğu haliyle bırakırsa kitlelerin egemen sistemin objektif ve subjektif saldırıları altında eski pozisyonuna döneceği aşikardır. Burada olan mevcut hal, o kırılan kapıdan içeriyi gözlemlemek değil içeriye adımlar atmaktır. Kapının içerisine yönelecek olan adımlar bir teorik tespitler toplamı olmasının çok ötesinde pratiğe dökülen aksiyonlardır. Çelişkileri kıran esas nokta sistem dışına çıkabilecek ve onu “rahatsız” edecek pratiklerdir. Egemenlerle gençliğin çelişkileri, ikna/rıza üretememenin kriz sonuçlu yansıması olarak gençlik hareketi bulunduğu mevcut konumda devrimci hegemonyayı henüz kuramamış olsa da; kitlelerde ki öfkenin ayaklanmaya dönüşme potansiyelini fazlasıyla taşıması sebebiyle gençlik örgütünün ideolojik ve pratik çerçevede kesinlikli bir netlik ve hazırlığı olmalıdır. Bu sebeple devrimci gençlik örgütü salt muhalefetçiliği, geçmişle aynı fikri temeli ve onun cümleleri ile topyekun “eski” sayılabilecek anlayışları egale ederek faşizme karşı girişilen mücadelenin yeni dönemini geliştirmeli ve planlamalıdır. Çünkü yeniyi oluşturmayı düşlemek, eskinin direnç oluşturabilecek her haline karşı devrimci bir güç olmayı gerektirmektedir. Bu anlamıyla yeni denilen kavram gökten zembille indirilebilecek bir anlayış değildir. Bu noktada kavranılması gereken düşmanın gençlik politikalarını geliştirdiği noktalar üzerinden zayıf halkalarını bulabilmek ve o noktaya/noktalara gençliğin öfkesini devrimci örgütlülük ile aktarabilmektir. Bu sebeple eski-yeni kavramlarını kimi sefer dillendiriyor olsak da anlatılmak istenilenin gençlik kitlelerinin örgütlenmesi ve devrimcileşmesi konusunda sisteme karşı yürütülecek pratiklerin, argümanların ve bunu organize edecek birleşik yapının sistemi kuşatmasında ki taktikleridir. Bu kavramları bu haliyle hiç bir zaman afiş asmaya, yazılama yapmaya vs. indirgemediğimiz gibi bu pratikleri de küçümsememekteyiz. Devrimci gençlik hareketinin bu sebeple yarım asırlık mücadelesinde kırılma anlarının sürekli bir atılımlar halinde olduğunu ve o günlerde ismine “eski-yeni” denilmese de yeni’nin oluşturulduğunu görmekteyiz. Bu anlamıyla hem ülkemiz gençliğinin devrimci oluşum pratiklerini iyi görmek hem de dünyada gençliğin toplumsal güncel pozisyonunu devrimci noktadan okuyabilmek en önemli avantajlarımızdandır. Türkiye’de gençlik hareketleri tarihsel gelişimi itibariyle, özellikle ‘60 Darbesi’nden 12 Eylül Darbesi’ne kadar olan dönemde, kapitalizmin ve emperyalizmin çelişkilerinin ülke içine yansıyışı itibariyle bundan faydalanıp niteliksel sıçramalar yaşadığı, beraberinde dış politikada ABD-Sovyet ekseninde soğuk savaşın yaşandığı ve hatta onun sonucu olarak da emperyalizme karşı bütün dünyada gerilla mücadelesinin ivme kazandığı bir anda ülkemiz gençliği de bu zemin üzerinde devrimci bir ivmeyi Dev-Genç özelinde yaşamıştır. Bu dönemde ki akademik alan içi pratikler ve fikri atılımlar sürekli ileri noktaları hedeflemiştir ve en somutu ‘71 Atılımı olmuştur. Devamında ise ‘80 darbesinden sonra ise neo-liberal politikaların gençlik hareketinin oluşum çekirdeğine saldırısı ise devrimci gençlik hareketinin iradesinin kırılmasına yol açmıştır. Gençliğin 80’e kadar olan dönemde sisteme karşı ayaklanması ve örgütlenmesinin deneyimleri bir realite iken, o tarihten sonra sadece belirli dönemlerde bir lokal ayaklanmalar olmuştur. 2000’ler döneminin en belirgin yanı ise Gezi ve Rojava pratikleri ekseninde olmuştur. Bütün bu kırılma anlarında belirleyici olan şey; bulunduğun noktayı geriye düşürmek değil tam aksine çizgiyi ileride tutmaktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki saydığımız dönemlerde ( ve elbette hala geçerliliği mevcuttur ) gençlik hareketi işçi sınıfı hareketiyle ve ezilenlerin devrimci mücadelesiyle buluştuğu anda sadece bir kitle toplamı olmaktan çıkarak kimi noktaları itibariyle de komünist özneye de dönüşmektedir. Bu da elimizde ki en önemli verilerden bir tanesidir. Bu anlamıyla günümüzde de yeniden bir devrimci kırılma anı yaşam bulmaktadır. Çünkü ülkemizde ve bölgemizde emperyalizmin kriz faylarında yürümeye çalışan ve bölgesel güç olma yarışında sömürmek istediği her yerde istikrarsızlık yaratan-doğal olarak bu istikrarsızlığın kendisine yapışıp kaldığı bir iktidar bulunmaktadır. Ekonomik olarak şişirilmiş bir balon, yönetim itibariyle “aklın” yitirildiği bir iktidar anlayışı yaşamın, sınıfın ve gençliğin bulunduğu her alana saldırmaktadır. Çünkü içte ve dışta istediği noktaya erişmekte ve istikrar sağlamakta zorlanan bir devlet ezilenleri baskılamakta, sömürmekte ve bu sebeple çelişkiler her zeminde çözümsüzlük içerisinde ilerletilmeye zorlanmaktadır. Bu süreçte gençlikte yaşam bulan devrimci kırılmanın derinleşmesi gençliğin devrimci öznelerinin kolektif aksiyonunun an’da ki tekabül noktasının faşizme, kapitalizme ve sömürüye karşı mücadelede ileri bir mevzi yaratabilecek gerçekçi hedefler koymasındadır. Bunun anlamı sisteme karşı eylem yapılabileceğinin kanıtlanması ve kitleler tarafından kanıksanmasıdır. Yani alanda akademik-demokratik veya siyasal herhangi bir sorunun saman alevi gibi yanıp gitmesini engelleyecek devrimci gençlik hareketinin devrimci zor’u -taktik olarak doğru olduğu anda- kullanmasıyla kitleleri cesaretlendirmesidir. Faşizmin ülke içine ve dışına dönük saldırılarının yarattığı çelişkiler elbette ki devrimci niteliktedir ama bunun gençlik alanıyla buluşmaması için devlet; gençliği ve devrimci gençlik özneleri tasfiye etmeye çalışmakta, sistem içileştirmekteyi hedeflemektedir. Bu, devletin doğrudan parmağıyla yapılıyor olmasa da, onun gençlik üzerinde yarattığı etki gençliğin kendisini nesne/savunma pozisyonuna alıp öfkeyle bulanmış bir rıza/biat’ı egemen kılmasıdır. Doğal olarak burada bir “kırılgan” nitelikli hareketsizlik görülür ve özellikle nesne halinde konumlananlar bu hareketsizlik içerisinden “en iyi” olanın daha da hareketsiz görünerek örgütlenmek olduğunu anlatır. Ancak hiç bir zaman öyle olmaz. Çünkü ülkemizde gençliğin toplumsal sosyal varlığı nicelik ve nitelik olarak yüksek bir orandadır. Her ne kadar gençliğin üretim araçları karşısında ki konumu bir “sınıf” olmasa da özellikle yaşamda ki niteliksel belirleyiciliği onun en dinamik yanıdır. Toplumsal varlığının yanında bulunması gereken siyasal dinamikliğine faşizm saldırdığı anda, örgütsüz gençlik doğal olarak alternatifsiz bir pozisyonda bekleyerek sadece lokal noktalarda öfkelenmeler yaşayacaktır. (Bu her ne kadar gençlik kitleleri ile devlet arasında yabancılaşma yaratsa da, mesele mücadelede bu yabancılaşmayı kimin nasıl yöneteceğidir) Bu öfkelenmeleri ise özel olarak yine metropollerde görmek çok mümkündür. Bütün bu çelişkilere ve ülkemizde ki gençliğin sosyal pozisyonuna rağmen siyasal pozisyonunun gelişememesi açıktır ki bir öncülük sorunudur, çünkü; bu kırılma momentleri nitelik ve niceliksel olarak geniş çapta bir gençlik kitlesiyle buluşamamaktadır. Yani devrimci gençlik örgütünün istikrarlı ve süreklileşen bir faaliyetle gerçek bir alternatif olması gerekmektedir. Bu sebeple, örgütlenmenin “hareketsizliği” bir maarifet değil tam aksine ideolojik bir sapmadır. Tam aksine kitleleri harekete geçirebilecek bir öncü hareketlilik en güncel ihtiyaçtır. Bu sebeple gençliği “kırılgan” gören ve onun örgütleniş halini sınıf önderliksiz bir muhalefetçilik kalıbına sokan bir anlayış gençliğin öfke zeminini kıramayacaktır. Çünkü burada kırılma noktasına iradi müdahale değil tam tersine irade teslimi vardır. O sebeple devrimci gençliğin bütün güçleri birleşik mücadeleyle kırılma noktalarına devrimci müdahale yapmalıdır. Türkiye’de gençlik kitleleri öfkesini bu sebeple anti-faşist ve anti-kapitalist bir gençlik hareketinin süreklileşen varlığını özümsediği an sisteme ve iktidara olan yabancılaşma halini bilinçli, örgütlü ve eylemli bir hat ile birleştirecektir. Süreci deyim yerindeyse “naif” geçişlerle ilerletmeyi istemek doğalında gençliğin de çok “naif” ve kaygan bir zeminde olduğunu söylemekle beraber gelişmektedir. Bu durum, ilk önermemizde de belirttiğimiz gibi faşizme karşı mücadelede işçi sınıfının rolünü yadsıyarak onun beraberinde de bütün toplumsal tabakaları da yadsımaktır. Devrimci rolünü inkar etmektir. Gençliği de bir matematik hesabı olarak görmektir. Bu sapma, gençliğin alanında yaşadığı sorunları akademik veya en fazla demokratik sorunlar olarak görmektedir. Mesele bundan daha fazlasıdır. Ticarileşen, sistemin ideolojik ve diğer üst yapısal saldırıları altında bulunan akademik alanlar siyasal perdeye çekilmediği anda zaten devletin kıskacında bir ileri bir geri gitmektedir. Bu sebeple devlet herhangi bir özel zorlanma yaşamadan daha önce nasıl bu örgütlülükleri kendisine “zararsız” hale getirdiyse bugün hala aynı yöntemlerle bunu yapmaktadır. Çünkü yeni bir taktik yapmak demek karşıdakinin de “yenilenmesi” demektir. Biz mücadelede ki taktiklerimizi devleti “uğraştıracak” düzeye çıkarırsak ve bu anlamda da kendimizi sürekli zenginleştirirsek mücadelede belirleyici olan taraf devrimci özne olacaktır. Bu yüzden ikinci önemli belirlememizin devrimci tutumu tahkim edebilmek için sistemin ideolojik saldırılarını hem içte hem de dışta yıkabilmek için taktik zenginliklerin olması gerekmektedir. Bu anlamıyla hem işçi sınıfıyla buluşmak hem de devletin zorunu da içeren rıza kültürü altında ki ideolojik-sistem içileştirme saldırılarını yıkabilmenin en birincil, en verimli yolu stratejik alanlarda birleşik mücadeledir. Bu da üçüncü önemli belirleme olmaktadır. Kolektif aksiyonun nitelikli ve ardılını yönlendirebilir olduğu bu stratejik alanlar bir çok noktayı birbirine bağlaması itibariyle de önemlidir. Hem kapitalizme dair bir alt-üst yapısal üretimin gerçekleştiği alanlardır hem işçi sınıfıyla en yakın bağların kurulduğu alanlardır hem de anti-faşist kitlelerin en yoğun olduğu alanlardır…. vs. Bu stratejik alanlar niteliği ve niceliği ile gençliğin çoğunluğudur. Bir meslek lisesi, teknik üniversite, hukuk-iletişim-sağlık fakülteleri gibi alanlar bu anlamıyla devrimci niteliği açısından önemlidir ve devrimci birleşik örgütün bunu gözardı etmemesi gerekmektedir. Gençliğin Birleşik Hareketine Dair Ülkemiz gençlik hareketleri şu anda birleşik bir karakterden ziyade “bileşik” bir toplam halindedir. Herkesin kendi penceresinden bir süreç zorlaması yaratmaya çalıştığı ama kazanımların bu sebeple oluşmadığı anlara şahit olmaktayız. Ve işin özü itibariyle gençlik hareketlerinin çeşitli dönemlerde bir araya gelmesinden öteye gidememektedir. Her gençlik örgütü bir eylem takvimi gelmeden önce kimin çağrı yapacağını ve toplantının bile içeriğini bilerek aslında eylem kararı almaktadır. Çünkü herşey bir önceki yılın aynısı olmaktadır. Bu haliyle tekil tekil her yapının iyi niyetleriyle kendi terazisini dengede tutmasından öteye gidilememektedir. Bunu stratejik bir sorun olarak ele aldığımız için en başat noktaya yerleştirmek mecburiyetindeyiz. Bu sebeple olması gereken “bileşik halde” bir militan-devrimci toplamın bir araya gelmesinden ziyade “birleşik” bir örgütün kurulmasıdır. Kendisine ait bir hedefi, programı ve işleyişi olan akabininde ise takvimsel bir araya gelişi örgütlemeyip sistematik kampanyalar örgütleyen birleşik gençlik örgütünün varlığı bir zorunluluktur. Faşizme karşı mücadeleyi biraraya gelişin anlamı dışına taşıyarak merkezi bir örgüt formuna dönüşümle gençliğin öznelerinin devrimci zoru örgütleyerek yaygınlaştırması gerekmektedir. Bu bir anlamıyla birleşik mücadele örgütünün kitle örgütlenmesinde önderleşmesi demekse diğer anlamıyla kitlelerin de özgürleşme bayrağı altında daha fazla cesaretlenmesi demektir. O yüzden kitle taleplerinin sosyo-politik değerlendirmesi devrimci yorumlamayla birleşip devrimci zora dönüşmelidir. Faşizme karşı özgürlük hamlesi geliştirmek ve yaygınlaştırmak için gençlik alanlarının örgütlenişinde karşımıza çıkan faşist pratikleri ve onların yürütücülerini, faşizmin ideolojik savunucularını, devletli sivil otoritereleri, akademik-demokratik sorunların çıkış noktalarını vs. herşey ve herkesi bu anlamıyla hedeflemeliyiz. Ve unutulmamalıdır ki bir sorun sadece “bir bireye” ait değildir. O sorundan müzdarip onbinlerce gencin olduğunu bilmek ve ajitasyon/propagandayı doğru noktadan iletebilmek gerekmektedir. Bu ise kitlelerin devrimci birleşik gençlik örgütüne dair geri dönüşüm gerçekleştireceği yerel örgütlenmelerin işlevli olmasını gerekli kılmaktadır. Faşizme karşı mücadelenin temel dinamiklerinden biri olarak gördüğümüz gençlik; Türk, Alevi, Ermeni ve ayrıca coğrafyamızda sömürge altında olan Bakur Kurdistan gençliği ile buluşmalıdır. Kürt gençliği faşizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelede devrimin stratejik karakterine uygun olarak en temel pozisyonda bulunmaktadır. Bu sebeple en dar kapsamlı toplamını ifade ederek söylemek gerekirse her bir gençlik yapısı sahip olduğu programın uzlaşmaz çelişki olmadığını bilerek mücadeleyi yükseltmelidir. Zira faşizmin ideolojik yaklaşımının pratik iz düşümü her alanda gençliği gerici örgütlenmeler içerisine yerleştirmek veyahut onun etki alanı içerisinde örgütsüz bırakmaktır. Bu sebeple gençliğin birleşik mücadelesi hedefli ilerleyebilen ve sonuç alıcı devrimci zor eylemlerini siyasal kampanyası ile örtüştürebilen olmalıdır. Örneğin özgürlük ve özgürleşme temelli yürütülmek istenilen bir kampanya Kürt gençliği için sömürgeyi parçalamak ve onun Batı’da ki yansıması olan şovenizmi kırabilmek olurken aynı zamanda faşist saldırılar karşısında özgürlük için taarruz eden pozisyon örgütlenebilmelidir. Başkaca örnekler vermek mümkün; Bugün bir faşist öğretim elemanı derste faşizmin cinsiyetçi, şoven, sömürgeci politikalarını anlatıyor ve aklımıza onun dersini terk etmek geliyorsa; bir özel güvenlik öğrencileri taciz-rahatsız ediyor ve aklımıza basın açıklaması yapmak geliyorsa; bir faşist çete örgütlenmemize saldırıyor ve aklımıza okuldan toplu çıkış yapmak geliyorsa…. işte burada bir sorun var demektir. Çünkü hiçbiri mevcut an’da işe yaramıyor. Tereddütsüz örgütlememiz gereken “yeni” olandır. Sonuç ve Öneri Yerine; Birleşik mücadelenin öncülüğünü devrimci özneler oluşturabilir. İlk görev ve tarihsel misyon onlara düşmektedir. Birleşik gençlik hareketinin oluşumu ertelenemez bir görevdir ve o masa başı toplantılarından değil sokaktan doğacaktır. Bu her çelişkiyi kıracak olan militan devrimci gençlik örgütünün oluşmasının aciliyetini anlatır. Devamında militanlığın ve devrimci örgütlenme argümanların birbirine içkin diyalektik haline geldiği ve devrimci kırılmayı örgütlendirdiği bir yapıyla faşizmin-kapitalizmin ideolojik ve pratik saldırılarına gençliğimizin devrimci zoru cevaplar üretmelidir. Son olarak anti-faşist/ anti-kapitalist birleşik gençlik hareketininin öncüsünün işçi sınıfı olduğunu kabul edip ve onu gelip geçici olan bir yapı olarak görmekten ziyade ülke devriminin stratejik bir aparatı olarak ilan etmek ve komünist özneleri örgütlemesini sağlamak gerekmektedir. Ve bu örgütlenmenin daha geniş cephede olması için nesne-savunma pozisyonuna geçmiş örgütlerin de biraraya getirilmesi mümkünse yararlı olacaktır. Dolayısıyla birleşik gençlik hareketi, kendisini birleşik Türkiye ve Kürdistan devriminin stratejisi içerisinde konumlandırmalı, kendisine uygun strateji ve taktikleri olmalıdır.

Paylaşın