Erdem Keçer, Umut Yazıları

Gençliğin Önderliği- Erdem Keçer

 Ülkemizde gençlik, özellikle yarım asırdır mücadelenin öznesi-öncüsü oldu ve olmaya devam ediyor. Her kuşak farklı şartlar içerisinde yetişti ve bu şartlar farklı kuşaklara farklı karakterler kazandırdı. Her kuşağın farklı bir duygu dünyası olsa da mücadelenin hedefi belirgin bir şekle evrildi. Günümüz gençliğine bu açıdan göz atacak olursak, bu kuşağa rengini veren en baskın koşulun, Akp iktidarı olduğunu görürüz. 

Toplumsal süreçlerin hızla ilerlediği veya yavaşladığı her bir anda, birileri ya çelişkiler artıyor demekte ya da çelişkileri büyütmeliyiz demekte. Bir yanlışlık hali yok belki özünde ama eksik olan bazı şeyler var. Bir tanesi iktidarı hedeflemeyenler; diğeri somut atılımı yapmakta sorun yaşamayıp ama aynı çevrim ekseninde dönenler oluyor. “Akp bu sefer kesin gidecek” demekle gitmeyeceğinin kesinliği kanıtlanmış iken bu cümlenin ardından helvasını yapacağını ilan etmenin hiçbir karşılığı yoktur. 

 Akp’nin yaklaşık 18 yıllık iktidarı süresince, solun birçok öznesinin ona dair yaptığı öngörülerin tamamına yakını hayat bulmadı. Hatta Akp, bu yıllar boyunca hem kitleler üzerindeki ağırlığını hem de üst yapısal gücünü artırdı. Yani her ne denildiyse onun hakkında, bir şekilde güçlenerek çıkabildi. Bu tersinden bir çeşit yenilgiler yumağını da yarattı ama an’da gerçekleşen niteliksel sıçramalar kendisine alan açmayı da bildi. Çünkü tek taraflı bir gücün mevcut hali daha da ileriye götürmesinin akıl almaz anormalliği aslında iktidarın, solun birçok öznesini hakimiyet alanında tutmasıyla alakalıdır.

 Şimdi son günlerde toplumsal birçok yapı ileriye doğru çabalamaktadır. Takdire şayan elbette ama eskiden yapılanın ötesine çıkabilmek adına bir tekrara düşme halini de içinde taşımaktadır. Eskiyi tekrarlarsak devlet de eski alışkanlıkları ile karşılık veriyor. Ortada sürüp giden bir karşılaşma gibi ilerlemektedir. Burada anlatılan bir tükenmişlik hali olmadığı için bunu belirli anlarda kaybedişler olarak görmek gerekir. Keza bu bir mücadele ve yürünülen yolun niteliğiyle ilgilenmek daha önemlidir. Ancak gençliğin, üretim araçları ve devletli hegemonya karşısında aldığı konum itibariyle aslında farkı yakalamaya en yakın aday olduğunu da belirtmek gerekiyor. Doğal olarak solun mevcut halinden de parçalar da barındırdığını görmemiz şart. 

Şimdi buradaki esas nokta farklı olanı görüp ona dair atılımı gerçekleştirecek ilk öznel güce sahip olmaktır. Her gençlik örgütü bazı şeylerin istediği gibi gitmediğini bilirken, geçen yıl bugün ne yapıyorsa bu yılda aynı gün ve aynı tarihte yaptığını yapmaya devam etmesi aslında ilacı görüp kullanmamaktır. “Hazır değiliz” deniyor ama sürekli bir kendini korumaya alma hali ne zaman hazır hale gelecek? Bunun yanıtını ideolojik ve politik olarak açığa çıkarmak gerekiyor. Meşru mücadele alanlarımızda son yıllarda iktidarın ve onun temsilcileri olanlarının mücadeleye dair saldırılarını geri püskürtüp bizim onları kuşatacağımız pratikler geliştirilmedi. Kısır döngülü bir arenada “bu kampüsler senin bu kampüsler benim” derken bir anda “bu kampüsü geri nasıl alacağız?” planları yapıldı, üstelik eskimiş yöntemlerle. 

Gençliğin Devrimci Zoru

 Yeni diye ortalıkta gezen fırtına eğer bir pratikler toplamının ötesine gitmek sayılırsa, bütün bunlar niteliksel bir sıçrama yaratmaktır. Hedefi gerçek kılmak için harcanan bütün bu çabalar peşi sıra gelişen iradi süreçlerdir ve her bir sürecin kendi momentiyle de sıçradığı hallerdir. Bilinebilen bir gerçeklik, hele ki örgütsüzlük boyut değiştirmişken, uygulanmıyorsa yıllardır pranga olan bazı noktaların varlığını görmek lazım. “Deniz soğuk ama girince alışıyorsun” önermesi prangayı tespit edip girme cesaretini gösterenin yol açıcılığıysa, hiç kimsenin denize girmeden soğuk mu sıcak mı ya da girince nasıl hissedersin sorusuna saatlerce uzaktan kafa yorması entelektüel tartışmadır. Gençliğin dinamik olması bu konuda hiç bir şeyi değiştirmiyor. Bu gözler, bir eylemde bize “Polise neden taş atıyorsun!” diyen ‘özne’ye şahit oldu. Gariptir ki bırak bugünü, herkes ’68 kuşağını veya Gezi’yi anlatırken nasıl anlatıyorlar acaba! Velhasıl olay sadece taş atmak bile değil zaten. Hatta bazen işin en kolay kısmı da olabiliyor.

 Savunma halinin gençlikte de geldiği boyut prangayı normalleştirme halidir. Kendi çelişkisinden kopamayıp faşizme ve faşist unsurlara karşı mücadeleyi en güzel sözlü sosyal medya paylaşımının zaferine ya da bildiri dağıtımının muazzam bir şey oluşuna indirgeyen bir akıl stratejik olarak kağıt üstünde kazandığını varsayarken aslında kaybedişi de yaşıyor. Çünkü milyonlarca genç henüz devrimci özne ve örgüt ile tanışmamışken ve beraberinde ise Erdoğan’a karşı sanal alemde de olsa sivil itaatsizliğe girişirken aslında büyük bir güce dönüşüyor. Herşey tek bir kıvılcımla başlarken az öncesinde cesaret edilemeyen şey gençlik gücünün rakamsal itirafı oldu. Böyle bir tablo varken egemenler de, devrimci gençlik örgütleri ile kitlelerin arasını nasıl açacağını en az yarım asırdır biliyor. 

Bu nokta, kendi süreklileşen hareket tarzını yıkması gereken bir örgütlenmeye işaret eder ve yeni özneleri açığa çıkarmanın bir diğer noktasıdır. Devletin gençlik öznelerine dair aldığı konuma karşılık olarak değişmeyen bir hareket tarzını tercih edenler, doğal olarak önceden bütün adımları bilen ilk konumlanıcı olan devletin gözetiminde olacaktır. Devlet her bir saldırısıyla bir güç gövdesi yaparken cevapsız kalan her saldırı gençlik kitlelerinde bir arayış ve daha baskın olarak örgütsüzlüğü getirmektedir.

Devletin fiziki ya da üst yapısal şiddetine karşı meşru alanda devrimci zoru kullanmak bir tercih meselesinin ideolojik-politik iz düşümüdür. 2015 öncesi meşru zeminde kitle mücadelesi beraberinde zoru da daha fazla kullanıyordu ama ne hikmetse bugün yapılabilecek imkanlar hala var iken tercihen! yapılmıyor. Sanırım o dönemin bugüne kıyasla daha özgür bir ortamı vardı!. Eğer ki bizimle alakası olmayan bir özgürlükten bahsediyorsak o günlerin gelmesini bile nasıl bekliyoruz? 

 Gençliğin her alanında akademisel bir sorunlar yumağı her gün gençlik tarafından teşhir edilirken, önümüzdeki dönem akademik takvim açıldıktan sonra kim bilir bizi neler bekleyecek? Akademik alana yabancılaşmanın, ‘bi süre duralım, bugünler de geçer’ demenin karanlık ve belirsiz sonu, çaresizliğe itmektedir. Halbuki egemen sistemin bütünlükçü hali (her ne kadar çarpık olsa da, belirli merkezi noktaları vardır) onu hem koruyan hem de mecburen açıklarını barındıran yapısıdır. İdeolojik hakimiyet ve onun üretim noktaları olan alanlardan birisi gençliğin yaşamsal ve eğitimsel alanlarıdır. Ve aynı zaman da sistemin zayıf noktalarından da birisidir. Bu alanda ki egemenlerin moral üstünlüğünün yenilip moralin devrimcilere geçmesi bir yanıyla meşru zorun hayatı durdurup sistemin kırılganlığını berraklaştırması anlamını taşır. Bunun sürekliliği ise alt-üst yapı ilişkilerinde özellikle üst yapısal devlet şiddetinin yeniden üretiminin sekteye uğramasıdır. Ondan sonra bilinmesi gereken ise fiziki devlet şiddetinin boyut değiştireceğidir. İşte buna hazırlıklı olmak gerekir, “şu anda hazır değiliz” demeye değil. 

   Devrimci gençliğin meşru zoru, “acaba?” demeyi içinde barındırmaz. Bunu ‘başıma bir şey gelir mi?’ anlamından çıkarıyorum. Buradaki ‘acaba’ devrimci meşru zorun esnaf hesabıyla yapılan ‘zararlı çıkar mıyız?’ anlamını taşıyor. Öte yandan da sanırım,  ‘devrimci özneler’ devlet tarafından bilinirliliği nedeniyle bazı hareketlerini kısıtlıyor!. Buna kılıf uydurarak da kitlelerin hala ‘hazır’ olmadığını anlatıp duruyorlar. Onlar sanırım herkesi mevcut solun mantığıyla düşündüğünü sanıyor ama şunu unutuyor; akademik alanlarda herkesin yaşadığı sorunlar gerçekten gençliğin çözülmesini istediği sorunlardır. Parası yok diye yemekhanede yemek yiyemeyenin, tüm ezilmişliği ile o dersliğe girip egemen tarih anlatısında aitlik hissettiği halkın ve inancının vb. ezildiği bir gencin, turnike kartını evde unuttuğu için sınava giremeyen üniversitelinin, şiddete-tacize ve tecavüze uğrayan kadının, Akp İl Gençlik Kolları Başkanı’nın “fakirler” diye alay etmesi vs. vs. anlatmakla bitmeyen sorunlar silsilesi… şimdi soru şu; bunları yaşayan birisi gerçekten duyduğu öfkeyi ona yaşatana karşı kullanmak istemiyor mu? Peki buna derman olan bir devrimci zorun örgütlenmesi onu yılgınlıktan kurtarıp gerçek bir devrimci potansiyel-adres yapmaz mı? Bu gerçekten bir anti-faşist ve anti-kapitalist gençlik cephesi olmaz mı? Burada yaşanılan her sorunun devrimci temelde çözümü, egemen sistemin ve uygulayıcısının ideolojik üretimini baş aşağı çevirmektir. Bu noktada egemenlerce yapılamayan üretim onu bir girdaba sokarken gençliğin cesaretli bir özgüvene sahip olmasını yaratır. Bu halihazırda mevcut bulunan gençlik öznelerinin, kitleleri politik bir özne yapabilmesinde ki bir taktikler mücadelesidir. An’daki politik taktik mücadelesinde üstünlüğü ele alan, karşı gücü de yönetebilme imkanını da taşır. Ya da şöyle diyelim gençlik kitleleri bir denge halinin kırılımını başlatır. Çünkü hareketli olan sadece faşist rejimin kendisi değil biz de olacaksak, aynı anda her yerde olmamızın kabiliyeti onları çaresiz bırakacaktır. Aksi taktirde ‘yapmamanın binlerce politik anlatımı’ ortalıklarda gezip duracaktır. Yapıldığında da bir pratik ve ideolojik önderlik kapısı aralanacaktır.

   Peki örgütlenme?

 Gençliğin sınıfsız oluşu ama bir sonraki yılda işçi sınıfına ve çeşitli meslek alanlarına dahil olacağı sebebiyle sınıfla bugünden bağ kurması normaldir. Hele ki ideolojik-politik ikna edilen ve kaderini işçi sınıfıyla bir gören perspektif en önemli silahtır. Şu şıralar avukatların barolar için mücadelesi, stajyer bir hukuk öğrencisi ile ilk hukuk eğitimini almaya başlamış olan öğrencinin de ortak sorunudur. Tutuklu gazeteciler İletişim Fakültesi öğrencilerinin sorunudur. Ve birçok üniversitede özellikle yaşanan akademik sorunlar. Şimdi de Kyk ödemelerinin yapılmayışı… Bu örnekleri uzun uzadıya listelemek mümkün. Hepsi topyekun gençliğin sorunudur. 

 Akademik-demokratik ve siyasal sorunların egemenler tarafından üretimi, eğitimin ticari hale getirilerek çarpık bir gelişme halinin sürekli kılınmasıdır. Buna sistemin devam ettiricisi olan iktidar biçiminin uygulamalarını da eklediğimiz anda ülkemizde gençliğin talepleriyle bir kaç kişinin talepleri çarpışmaktadır. Gençliğin böylesi bir ortamda birçok sorundan yakındığını bilmek ama tek başına bir anlatıyla onu ikna etmeye çalışmak yetersiz kalmaktadır. Devrimci zorun pratik hakimiyeti ve alandaki yansımasının ideolojik önderliği gençliğin akademik ve siyasal dertleriyle kesişecektir. Faşizmin tekli yapısına karşı merkezi bir organizasyon haline bizim de girmemiz gerekiyor. Her bir yerdeki aynı fakültelerin mücadelede merkezileşmesini sağlamak ve akademik-demokratik mücadele vermek ile toplumsal mücadelede ortak devrimci sloganı öne çıkarmak yeni bir kapı açacaktır. Aynı dertten müzdariplere sorunun ana kaynağının egemenler ve doğal olarak sistemin olduğunu göstermek nesne pozisyonuna itilmiş her genci çıkarıp siyasal özne ve büyük bir gücü de organize etmektir.

 Gençliğin kurtuluşunun, işçi sınıfıyla zaten kesiştiğinin bilince çıkması genel-geçer bir gençlik örgütü olmamasının garantisidir. O sebeple ideolojik ve pratik önderlik kadar işçi sınıfın önderliğini kabul eden gençliğe ait bir ‘sembole’ ihtiyaç vardır. O, Anti-faşist ve anti-kapitalist devrimci gençlik hareketinin öncü bir sembolü olmalıdır. Birçoğumuzun aklına ‘antiFa’ denildiğinde Kara-Kızıl bayrak geliyorsa, ülkemiz gençliğinin de aklına, kendi özgün koşulları ve mücadele hattıyla kendi yolunu açmış bir sembolü gelmelidir. 

 O halde; önce, gençlik öznelerini pasifleştiren her zihinsel etmenden kurtulmaya ikna olmak ve dolayısıyla savunmacılıktan çıkmak isteyen herkesi çıkarmak gerekiyor. Her şeye hazır olduğumuzu bilerek başlamak, ideolojik-pratik hakimiyet kurmak ve devletin hakimiyet alanından çıkmak gerekiyor.

“Kendi yolunda yanlış gitmek, başkasının yolunda doğru gitmekten iyidir.” 

F. Dostoyevski

Paylaşın