Ali Saydam, Gündem, Umut Yazıları

Yağmacılık ve Öncülük – Ali Saydam

Floyd’un katledilmesi birikmiş hoşnutsuzluğu tetikledi. Ezilenlerin öfkesi kızgın bir sel gibi önüne kattı her şeyi. Gösteri ve tüketim toplumunun sembollerini yaktı, yıktı. Filmlerindeki zekâ ve karizmasından bir hayli uzak olan “güncel” Batman, göğe yansıtılmış imdat çağrısını bir süre göremedi, çünkü sığınağında ecel terleri dökmekle meşguldü… ABD’nin egemenleri kritik momentlerde aciz kılınabildi. Egemenlerin kimi teknik avantajlarından kaynaklı “her şeyi kontrol edebildiği” safsatası yine, yeniden tuzla buz oldu. Hatta yanmaz kumaş diye pazarlanan “modern diktatörlüklerin” ansızın, bir kıvılcımla nasıl da tutuşturulabileceğine tanık olduk. Hava sıcaktı… Yine aylardan Mayıs’tı, Haziran’dı…

Ve yine aynı ideolojik saldırıyı başlattılar: “Oyuna gelmeyin!” Ne yapalım peki? Bekleyin, seçimler geliyor, orada demokratlara oy verin ve Trump’a karşı zaferinizi kazanın!? Floyd’un abisi de “gücümüzü sandıkta göstereceğiz”, “etrafı yakıp yıkmayın” temalı bir konuşma yaptı (veya yaptırıldı). Halbuki kabaca bakınca dahi siyah ve demokrat başkan Obama döneminde bile (?) siyahların sokak ortasında katledildiği görülebiliyor… Sandık Biden’i getirebilir ama eşitlik, adalet ve özgürlüğü asla!

Yağmacılığa dair

“Hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağım bütün güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum.”

Dövüş Kulübü

Yağma: bir ürüne para vermeden sahip olmak. Eğer sarf edilen emeğin bir bölümüne el konulmadan, sömürülmeden, aşağılanmadan, köleleştirilmeden para kazanmanın bir yolu olsaydı, evet o zaman “yağma” denen şeyi tartışabilirdik. Ayrıca mevcut düzenin kendisi, egemenlerin ezilenleri her anlamda yağmalamasıyla oluşturulmuştur, bu dinamikler ekseninde devamlılığını sağlamaktadır. Dolayısıyla, ezilenlerin “yağması” anlaşılabilirdir, makuldür. Eğer bir “meşruiyet” tartışması açılacak olursa, ezilenler daima alınlarının akıyla çıkarlar bu tartışmadan. Bununla beraber, yağmacılık yanlıştır. Hangi bağlamda? Strateji-taktik bağlamda. Yağmanın kendisi ve çağrıştırdığı örgütsüzlük, plansızlık, bireysellik hali, mücadelenin kendisini güçlendirmez. Meseleyi bu iki boyutuyla beraber, diyalektik bir bütünlük içinde kavramak gerekiyor. Yoksa Apple’ın camına atılan bir taş ya da oradan aşırılacak bir iPhone için ezilenler kimseye hesap vermek zorunda değildir.

Öncülüğe dair

“Zayıflığın tekniğinle ilgili değil… Bana vurmaya çalışma, vur!”

Morpheus – Matrix

Öncülük meselesini doğru kavramak gerekiyor. Bazen öylesine idealize edilmiş, ulaşılamaz bir “öncülük” tarifi yapılıyor ki, öncülük balon gibi şişerek uçuyor, pratik politikaya temas eden bir yanı kalmıyor! Şişirilme bahsinde üflenen şeyin kendisi “öncünün kitlelerle bağı” meselesidir. Elbette burası önemsiz değil, ancak öncülük meselesi “kitlelerle bağın varsa geçerli”, yoksa geçersiz midir? Diyalektik tepetaklak ediliyor burada: öncülük misyonu icra edilmeden, zaten kitlelerle bağ kurulamaz ki! Ayrıca, kitlelerle bağı olma meselesi de oldukça izafi bir yerde durmakta. Örneğin, TDH yıllardır “kitlelerle bağı yok” diye eleştiriliyor—ki, bahsettiğimiz izafiyetten kaynaklı, eleştirinin haklı yönleri de mevcuttur—bununla beraber, ezilenlerin meydanları doldurduğu momentlerdeki pratiklerini inceleyin, ezberden attıkları sloganlara bakın, hepsinde TDH’nin damgası yok mudur?

Velhasıl, öncülük, özel dönemlerin tercihe bağlı taktik bir aparatı değil, mücadelenin vazgeçilemez, süreğenliği tesis edilmesi icap eden, stratejik bir öğesidir. Bu minvalde öncülük, önceden görmeye, önceden hazırlanmaya dayanır. Dolayısıyla, devrimci momentte öncülük yapabilmenin yolu, politik, ideolojik, ekonomik olarak sürekli hazırlanmaktan geçer. Planı olan, ne yapacağına dair pratiği kesmeyen/soyut “perspektifçikler”i aşan bir bilinç ve donanıma sahip, ne yaptığını bilmekle kalmayıp ezilenlere yol gösterme özgüveniyle kuşanmış, kararlı ve kayıtsız bir odak, mücadelenin karakterine yön verebilecek bir öncülük misyonu icra edebilir, etmelidir de. Burada kilit kelime “hazırlık”, kilit kavram ise “ne yapacağını bilmek”tir.

Öncüsüz bir mücadele yoktur. Hayat boşluk tanımaz. Devrimcinin bıraktığı boşluğu, kendiliğindencilik kılıfına bürünmüş “düzen muhalefeti” doldurur. O güne kadar adı sanı duyulmamış, ezilenlerin dünyasında bir karşılığı olmayan “falanca dayanışması”, “filanca inisiyatifi” gibi yapılar bu boşlukta türerler. Kendilerine biçilen “haddi” açmış, ezilenleri ehlileştirmek isteyen düzen de bu yapıları derhal muhatap alır, “kazan-kazan” olur: hem türedi yapı muhatap alınmış olmanın rahatlığıyla kendini sivriltir hem de ezilenler bu türedi yapının kuyruğuna takılmaya, sağduyu sınırlarının içine çekilmeye çalışılır…

***

Bu filmin sonunda Batman Gotham City’i kurtarabilir, muhtemelen de öyle olacaktır. Kıymetli olan: “kurtarma ihtimali” şimşek gibi çakmış, kendisini bir “an”lık gösterip kaybolmuştur. Gözleri göğe dikip bir daha havalar bozar da şimşek çakar mı diye tahmin yarıştıranlar, her seferinde demagojiyle yüklü bir öncülük tartışması açmaya mahkumdurlar. O “ihtimali” arayanlar önce aynaya bakmalı. İhtimalin kendisi oralarda bir yerdedir. Ve zafer, o “ihtimal”de gizlidir…

Paylaşın