Ali Saydam, Gündem, Umut Yazıları

Masumiyet-Mağduriyet-Meşruiyet diyalektiği – Ali Saydam

Çelişkiler kesinleşmekte, suni denge kırılganlaşmaktadır. Düzen siyasetinin muhalefetteki kesimi, bir yandan kitlelerdeki hoşnutsuzluğu derleyip toparlayarak kendi iktidar yürüyüşüne eklemlemeye çalışıyor, diğer yandan ise hoşnutsuzluğun yarattığı sıkışma halinin, düzen-dışı infilaklara dönüşmemesi için elinden geleni yapıyor.


İdeolojik bir operasyon hali mevcut… Mücadelenin kendisi, mağduriyet-masumiyet-meşruluk triosundan müteşekkil ideolojik bariyerler arasında ehlileştirilmek, eritilmek isteniyor. Meşruluğun kıstası masumiyet, masumiyetin kıstası ise mağduriyet olarak dayatılıyor. Eğer bu bariyerler ihlal edilirse, baskı politikalarıyla şekillenecek, “mücadele açısından elverişsiz” bir ortamın doğacağı empoze ediliyor. Bu ideolojik taarruzun etkileri, “muhalefet popülizmi” denebilecek, kısa vadeli getirilere odaklanmış kimi yönelimlerde seçilebiliyor. Gelgelelim, bu ideolojik operasyonun kendisi, trajikomik derecede “bariz” tutarsızlıklardan, sahtekarlığın en ucuz numaralarından ibarettir…


En başta hem düzen hem de faşizm koşullarında zaten tüm ezilenler, haksızlığa uğrama anlamında, mağdurdurlar. Dolayısıyla, mağduriyet genel geçer bir vaka olduğu için, “kıstas” olarak öne sürülmesi ahmaklıkla eşdeğerdir. Masumluğa gelirsek… Mağduriyetin sıradan ve süreğen olduğu bir zeminde “masum olmak” ne anlama gelir? Kuşkusuz burada masumluğa yükledikleri anlam “bir şey yapmama” ya da “sadece yazı yazmak”, “sadece twit atmak” gibi, “sadece…” kalıbıyla türetilen benzeri edimleri karşılamaktadır. Bahsi geçen koşullarda, böylesi çarpıtılmış diyeceğimiz bir “masumiyet” kavrayışı—kısmen veya tamamen—haksızlığa rıza göstermek, bu bağlamda haksızlığın kendisine ortak olmak manasına gelir: masumiyetin kendisi, “haksız olma” anlamında gayrimeşru olur! Hakiki masumiyet, zulmü ortadan kaldırmak için gerekenin yapılmasına dayanır, yani “bir şeyler yapmaya…”, sadece onu değil, bunu, şunu ve ihtiyaç olan diğer şeyleri de yapmaya…


Sürekli olarak “hiçbir şey yapmayanlara” yönelik baskı uygulandığı söylemi, demokratik mücadelenin tolere edilebilir bir suistimal yöntemi olmaktan çıkmaya, giderek zulme karşı duruşun zararlı görülmesini, yok sayılarak yadsınmasını, “sineye çeken” bir ideolojik tutuma dönüşmeye başlamıştır. Ezilenlerin devrimci mücadele fikriyle kuşandırılması: ideolojik operasyonun nişan aldığı yer burasıdır.


Son yerine: mırıldanmaya meydan okumak


Bahsettiğimiz operasyonu da kapsayan bir tür ideolojik kuşatmayla karşı karşıya olunduğu açıktır. Kuşatmanın pratik-politika ayağı başka bir yazının konusudur.


Kuşatmanın “arkasına sarkmak”, yani zaten amorf, tutarsız, çelişik vaziyetteki söylem ve tutumlardaki “çatlakları” kanırtmak ve ezilenleri düzen muhalefetinin hegemonyasından kurtarmak gerekiyor. “En geniş birleşik mücadele” maskesiyle yürütülen ideolojik taarruza, karşı-taarruz ile cevap vermemek, meseleyi ezilenlerin işitemeyeceği desibelde “mırıldanarak” geçiştirmek, objektif manada ideolojik teslimiyete tekabül edecektir.


Devrimci mücadele fikrini muştulayan, ezilenleri, düzen-içi hegemonyayı sorulamaya sevk edecek “sorular” sorulmalı… Fildişi kulelerden ezilenlere akıl öğreten, aydınlanmacı-elitist tarzdan uzak, öncülüğü, ezilenleri her türlü düzen-içi çizgiden kopartarak ihtilalcileştirmek olarak kavrayan, özgücüne güvenen, ezilenler ile düzen muhalefeti arasındaki kırılgan bağı infilak ettirecek bir “meydan okumaya” ihtiyaç vardır bugün… Günü kurtarmacı, idareci ve utangaç “itirazcıklar”dansa, kayıtsız olduğu oranda nitelikli ve planlı bir karşı-dalga yaratılmalıdır.

Paylaşın