Ali Saydam, Gündem, Umut Yazıları

Ezilenlerin afyonu olarak bilim – Ali Saydam

Zizek, “… bilim ve din yer değiştirmiştir” der. Her ne kadar “bilimin kendisinden” değil, “bir ideolojik kurum olarak işleyişinden” bahsediyoruz desek de, “bilimin kendisi” denen şeyin çoktan buharlaşıp buharlaşmadığı da ayrı bir tartışma. Din dediği de, esasen “egemen dinden” ibaret.


Korona virüs süreci bir tablo ortaya çıkarttı. Bu tabloda “bilim” kurtarıcıdır. Kurtarıcılık müessesesinin tabiatı gereği, kurtarılmaya mahkûm olan ile arasında mutlak aşılamaz derinlikte bir mesafe, paranormal bir kopukluk mevcuttur. Bu bağlamda, sürekli asimetrik olarak karmaşıklaşan, karmaşıklığının ardına gizlenerek derinleşen ve içselleşen bir yabancılaşmadan, “yabancılaşmanın kallavisinden” bahsedilebilir. Düzen ve bilim arasındaki geçişkenliği aşan bir aradalık, hatta “ayrı olamazlık“ hali o boyuttadır ki; Zizek’in “bilimin kendisi” dediği şey, düzenin mevcudiyet koşullarında yani günümüzde, geri dönülemez biçimde kaybolmuştur: bilim kendisine yabancılaşmanın doruğunda, kelimenin hem gerçek hem mecazi anlamında “kendini kaybetmiştir”!


Bugün için bilim, Lenin’in din için kullandığı şekliyle, “bir tür manevi içkiden” farksızdır. Maddi alemde olmasına karşın ulaşılamaz ve kutsaldır. Ona inanılır. O bilir. O çare olacaktır. Peki bilime imanın şartı nedir? Elbette büyük patron olan düzene itaattir. Bilim itaat edenler için cenneti yaratacaktır… En azından vaadi budur.


Bilim, düzen tarafından pilleri takılmadığı sürece çalışamayan bir oyuncaktır. Kimse virüsü 2 + 1 kombili dairesinin mutfak lavabosunda “izole edemez”! Pili takan düdüğü çalacaktır. Ve çalıyor da: “bilimsel” fetvalar hep düzenin değirmenine su taşımıyor mu? Bir adım daha ötesinde, egemen klikler arası çekişmelerin, bilimsel fetvaların birbirine toslamasına yol açtığı bir vaka değil mi: her egemenin bilimcisi tuttuğunu kendine yontuyor.


Örneğin korona virüsün insan yapımı-üretimi olup olmadığını nasıl öğreneceğiz, egemen güçlerin bilimcilerinin açıklamalarından değil mi? Birinden birine “inanacağız” işte… Bize meselenin goygoyunu yapmak, kahve geyiğini çevirmek düşecek…


Normale dönme, yeni normal tartışmaları yapılıyor. Eğer yakın zamanda korona virüs defterini tümden kapatacak bir aşı üretilemez ise, düzen kendi çıkarlarından feragat edeceği önlemleri içeren senaryolardansa, yayınlattıracağı ultrasonik bilimsel fetvalarla doğru yolun “sürü bağışıklığı” olduğunu, yani ölenin ölmesi, kalan sağlarla yola devam edilmesi gerektiğini belirtecekti muhtemelen—belki Darwin’in doğal seleksiyonuna da atıf yaparak… Ki bu denendi, teşebbüsler oldu ve ABD hala bunun bir türeviyle yol alıyor gibi… Ama belli başlı bir sorun vuku buldu: ezilenler, düzenin bekasını tehdit edecek kadar hızlı ve çok ölüyorlardı! Frene basılmasının ve vites küçültülmesinin sebebi buydu. Ya da “vahşi” sayılmayan, “sosyal” addedilerek sempatik bulunan düzenlerin ezilenlere dağıttıkları yardımlar, işsizlik maaşları, ayrılan fonlar… Köle sahibinin kölesine, ağanın köylüye, patronun işçiye verdikleri. Kategorik anlamda hiçbirinin birbirinden farkı yoktur: “ölmeyeceğinizi bilseler”, diyor Weitling, “size hiçbir şey vermeyecekler ama bunu yapamıyorlar; çünkü ölürseniz, onlar sizin yerinize çalışmak zorunda kalacaklar, çalışmak ise onlar için çekilmez ve dayanılmazdır”. Evet, bu kadar basit. Düzen bu mottonun etrafında dönüyor, “ilerliyor” binlerce yıldır…


Son Yerine


Zizek haklı. Ezilenlerin afyonu olma noktasında bilim egemen dinden aşağı kalmıyor. Hatta daha bile tehlikeli: en azından egemen dine karşı ulaşılabilir ve temel kaynaklara sahip ezilenler; buradan doğru mücadele edebiliyor, öyle değil böyle denebiliyor, siz yalan söylüyorsunuz, kandırıyorsunuz, bakın doğrusu, esası böyledir diye diretebiliyor. Kutsallığına ikna edilmeye çalışıldığımız bilim ise ezilenlerin erişemeyeceği âlemlerden vaaz veriyor: belki anlaşılmayan, bilinmeyen, bilinemeyen ama itaat edilmesi gereken formatlarda vaazlar bunlar!


Velhasıl, Her şey tepetaklak, karmakarışık, amorf ve girift vaziyette… Anormal olan sıradan ve süreğen… Düzenin tablosu budur. Eğri tablo, doğru bakılarak anlaşılamaz. Doğru bakmakta ısrar edilirse, ezilenlere yatırılan para cezalarına hak verilir… Normalin, sağduyunun varacağı yer düzenin tezgahıdır. Gözleri kısmalı, Zizek’in deyişiyle yamuk bakmalı… Önce değil daima ezilenden yana olmalı, radikalliği buradan inşa etmeli! Buharlaştırılan bilimsellik, ya da Zizek’in tabiriyle “bilimin kendisi” buna işaret ediyordu…

Paylaşın