Mustafa Çiçek, Umut Yazıları

Unutulan, liberalize edilen köklere dönmek! – Mustafa Çiçek

Tarih olanın ne yada kimler olduğu konusuna girmeden önce dünya halklarının ve işçi sınıfının neredeyse tamamının gündemini meşgul etmeye devam aktüel soruya değinmekte fayda olduğu düşüncesindeyim.

Koronavirüs salgını gölgesinde tüm dünyayı çepeçevre sarmaya başlayan büyük mali ve politik krizin yansımaları insanların gündelik hayatlarında şimdilik Korona virüsün ağırlığı altında henüz yüzde yüz hissedilmese de, iktisat çevrelerinde birinci ve hatta tek gündem haline gelmiş durumda. Şimdi gelelim asıl merak konusu haline gelen soruya; “Korona virüs salgını sonrası dünya nasıl olacak?”, “Korona sonrası dünya, korona öncesi dünyadan her yönüyle farklı olacak!”. Peki nasıl olacak bu değişim, toplumsal dinamiklerin bu kadar dağınık ve örgütsüz yaşadığı günümüz dünyasında böyle bir değişimin olması söz konusu mu?

Ne açıdan ele alırsak alalım, görünen o ki, bu yaklaşım neredeyse tüm dünyada oldukça genel kabul gören bir yaklaşım haline geldi. Fakat hangi çevre yada bireyden gelirse gelsin, bu yaklaşım ve öngörülerin herhangi reel bir dayanağı söz konusu değil. Koronavirüsü salgını öncesi kapitalizmin işleyişi ile sonrasına dair öngörülen beklentilerin hiçbirisinde emek ve sermaye arasındaki çelişkilere ve üretim araçları ile bunlarla kurulan ilişkilere zerre değinilmemektedir. Peki bu ilişkiler ağında işçi sınıfı ve onun müttefikleri lehine herhangi bir değişimin nüvelerinden bahsetmeksizin nasıl yepyeni bir dünyaya uyanabilir insanlık!

Korona salgını sonrası hayatın “normale” dönmeye başlamasıyla birlikte, kapitalist üretim ilişkileri de kısmen “mola” yapıp beklediği yerden tüm işlevlerini devam ettirmeye başlayacaktır. Çünkü emperyalist-kapitalizmin sınıfsal ve politik ilişkileri ve işleyiş tarzına dair herhangi bir değişim söz konusu olmamıştır. Eğer her sınıfsal-toplumsal yaşam formu kendine özgü sınıfsal, ekonomik, toplumsal ve kültürel bir üst yapı inşa ediyor ve sürekliliğini bu temel üzerine kuruyorsa, bu işleyiş ilkelerin de içten yada dışarıdan gelen baskılanma nedeniyle herhangi bir değişim-dönüşüm söz konusu değilse, korona salgını sonrası dünya nasıl “çok farklı bir dünya” olacaktır?

Korona salgını nedeniyle geleceği zaten öngörülen mali-politik krizin daha “erken” gelmiş olması ve bunun karşısında kapitalist devletlerin merkez bankaları aracılığıyla karşılıksız para basmak vesilesiyle sundukları kurtarma planları maalesef başta bir takım sol-sosyalist çevreler dahil olmak üzere bir çok çevrede ve bireyde çeşitli düzeylerde kafa karışıklıklarına ve yukarıda belirttiğimiz karşılıksız beklentilere sevk etmiş görünüyor. Bu beklentilerin elbette anlaşılır bir yanı var. Çünkü dünyanın hemen her yerinde işçi sınıfı ve ezilen halklar artık bu şekilde yaşamaya devam etmek istemiyor, bu nedenle de beklentilerinin-hayallerinin gerçekleşmesini umut ediyorlar. Korona salgını dolayımıyla da bu beklentileri dillere ve satırlara yansır oldu. Memnuniyetsizlikler penceresinden bakınca beklentilerin artık gerçekleşmeye çok yakın olduğu düşüncesi, insanların belleğinde düşünceden daha ileri bir noktaya gelmiş gibi görünüyor, ama “kendiliğindecilik” sınırları içerisinde kalarak. 

Sınıf savaşları tarihi bizlere sayısız örneklerle göstermiştir ki, hiçbir toplumsal değişim-dönüşüm “kendiliğinden” ortaya çıkmamaktadır. Değişim ve dönüşümün nesnel koşulları ortada olsa da, onu sübjektif iradesiyle mobilize edecek, memnuniyetsizlikler toplamını belli bir kanala akıtıp ortak bir mücadele gücüne çevirecek bir mekanizma olmaksızın bu beklentilerin hepsi maalesef insanlık için “ütopya” olarak kalmaktan öteye gitmeyecektir. Bir başka ifadeyle değişim ve dönüşümün yüzlerce yıl içinde “evrimleşerek” kapitalizmin dışına çıkılmasını kabul etmek anlamına gelmektedir.

Gezi eylemleri üzerine bir dolu değerlendirmeler ve araştırmalar yapıldı. Gezi, hala hafızalardaki taze yerini koruyor. O, toplumun farklı kesimlerinin birbirinden çok farklı talep ve memnuniyetsizliklerinin çeşitli düzlemlerde bir araya gelmesiydi. Kaldı ki cumhuriyet tarihi boyunca böyle geniş bir yelpazeye yayılmış toplumsal bir kalkışma daha önce yaşanmamıştı. Kimilerine göre tam bir devrim kalkışması, bir devrim öncesi durumdu. Peki ne oldu? Toplumun sebebini bildiği yada bilmediği çeşitlilikteki memnuniyetsizliklerini bir araya getirip, onları sarıp sarmalayacak, tek bir vücut haline getirip ortak düşman kapitalizme karşı yönlendirecek bir öz-örgütlülük olmaması kendini bütün çıplaklığıyla bir kez daha göstermiş oldu. Gezi, bir devrim kalkışmasının öngünleri idiyse de, onun bir örgütlülüğü olmadığı için tarih sahnesindeki yerini almış oldu.

Fransa’nın sarı yeleklileri için de tıpkı gezi isyanında olduğu gibi dört bir yandan onlarca farklı tez ortaya atılıp, belki de bu defa Fransızların bu işi başaracağı, Fransız öğrenci hareketlerinin cengaverliği ve direngenliği hakkında bir dolu yazı ve haber okuduk hep birlikte. Peki ne oldu? Sarı yelekliler Fransa’da hayatı belli bir süreliğine de olsa durdurmayı başardı, Türkiye-Gezi’sinden kısmen farklı olarak çeşitli haklarını yeniden elde ettiler –zaten hali hazırda ellerinde olan haklarını- ve Fransız hükümetine kısmen ‘geri adım’ attırmayı başardılar. Peki devrimci durumun güncelliğine ne oldu, sarı yeleklilerin ve onların siper yoldaşı olan öğrenci gençliğin kolektif gücü ve iradesine ne oldu? Aslında olan gün gibi ortada; Fransız işçi sınıfının da tıpkı Türkiye işçi sınıfının olduğu gibi bir öz-örgütlüğü yoktu. Yani bütün memnuniyetsizliklerinin kaynağı olan kapitalist devlet örgütlenmesini alaşağı edecek, ondan daha örgütlü bir kurumsallaşmaları yoktu. Bu nedenle sarı yeleklilerde tıpkı Gezi gibi tarihteki yerini almış oldu.

Sadece bu iki güncel örnek dahi bizlere açıkça gösteriyor ki, kapitalizmin sınırlarını aşıp onu ve onun bütün değerlerini yerle yeksan etmeyi hedeflemek, mücadeleyi büyütüp sınıf düşmanına karşı tek vücut mücadele olanaklarını ve direngenliğini yaratmadığı sürece başarıya ulaşamayacaktır. Başka bir deyimle politik bir öz-örgütlülük bu değişimin olmazsa olmaz yegane garantisidir.

Örgütlenmenin önemi

Kimilerine göre tarih olan ve burjuva ideolojisinin ağır manipülasyonu altında itibarsızlaştırılmaya (eşyanın tabiatı gereği sınıf düşmanlarının değerlerini itibarsızlaştırmaları beklendik bir çabadır) devam eden işçi sınıfının öz-örgütlülüğünün temel değerleri olan Marksizm-Leninizm, bugünün dünyasının gerçekliklerini tereddütte yer vermeksizin açıklamaya devam ediyor.  Değişen ve değişmeye devam etmekte olan tek şey kapitalizm içi üstyapıya özgün modernizasyondan ibarettir. Teknolojik gelişmeler, siber dünyaya atılan adımlar, hayatın giderek dijitalizasyonu, toplumun değer yargılarındaki ve günlük alışkanlıklarındaki değişikliklerin tamamı kapitalizme içkin olan değişikliklerdir. Almanların “Zeitgeist” dedikleri “zamanın ruhu”nun değişiyor olması, kapitalizmin doğasından kaynaklanan sınıflar arası çelişkilerde herhangi bir farklılaşma yaratmamıştır, yaratamaz.  Burada önemli olan işçi sınıfının hala ve daha ağır koşullarda emeğini satmak zorunda olduğu gerçeğinden, emek ve sermaye arasındaki antagonist çelişkilere kadar herhangi bir değişimden söz etmenin imkansızlığıdır.

Eğer bir toplumsal altüst oluştan doğacak insanlık ve doğa dostu sonsuz bir güzellik olarak, işçi sınıfının öz-örgütlülüğüne dayanan bir toplumsal düzen olarak sosyalizm inşa edilmek isteniyorsa, kapitalizmin doğurduğu değişmeyen neden ve sonuçların karşısında hala aktüelliğini korumaya devam eden işçi sınıfının örgütlülüğünü hedefleyen devrimci proletarya partisini yaratmak tarihsel bir görev olarak önümüzde duruyor.

Lenin’in Örgütlenme Üzerine kitabının Acil Bir Sorun makalesinde ifade ettiği, “sorun halihazırda yürütülmekte olan çalışmanın ‘esnafça’ mı sürdürüleceği ya da bunu örgütsel olarak bir partinin çalışması olarak toparlanıp, bir bütünlük içinde ortak bir yayın organında yansıyacak şekilde mi biçimlendirileceğidir.” Buraya kadar olan kısmında Lenin’in oldukça anlaşılır biçimde söylediği, her biri kendini, kendi durduğu yerde bir birey olarak ya da bir biçimde örgütlü olarak tanımlayan insanların, artık faaliyetlerini daha organize ve kolektif bir biçime dönüştürme ihtiyacını tarif ediyor. Yeniden bir Gezi ya da Sarı Yelekliler sonucunu yaşamak istemeyenlerin dikkate alması gereken bir dipnot olarak hafızalarımıza kazımalıyız.

Lenin, “Burada hareketimizin en acil sorununa, yaralı noktasına –örgüt sorununa- geliyoruz. Devrimci örgütün ve disiplinin düzeltilmesi…” derken, mevcut çalışma biçimiyle devam edilemeyeceğini belirtip “Örgütün düzeltilmesi olmaksızın genelde işçi hareketimizin ilerlemesi, özelde doğru bir şekilde işleyen organıyla aktif bir partinin oluşturulması olanaksızdır.” Örgütün ve örgütlülüğün reorganizasyonunun, güncel ihtiyaçlara karşılık gelecek yeniliklerin aciliyetini tarif ediyor. Bu reorganizasyon çalışmalarıyla hedeflenenin “Yerel esnafça çalışma sürekli olarak kişisel bağların aşırı bolluğuna ve çevreciliğine götürür”, “Yalnızca bir parti halinde kaynaşma, iş bölümü ve güç tasarrufu ilkelerini sistemli bir şekilde uygulamamızı olanaklı kılabilir.” sözleriyle ifade ettiği profesyonellerin devrimci partisinden başka bir şey değildir.

Yüzyıldan daha uzun süre önce Lenin’in kaleme alıp uyguladığı çalışma prensiplerinin günümüz koşullarındaki aktüelliği üzerine söylenecek çok fazla söz olmasa gerek.

Proletarya partisi ve enternasyonalist devrimci merkezin aciliyeti

Korona virüs salgını sonrası dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını savunmak bir şey, onu değiştirmek için iradi müdahale araçlarını oluşturmak başka bir şeydir. Daha önce de ifade edildiği gibi kapitalizmin derin mali ve sistem krizi, sosyalistlere ve müttefiklerine tarihte hiç olmadığı kadar büyük nesnel imkanlar  sunabilir. Eğer sosyalist hareket Lenin’in tarif ettiği “Tek tek parti üyelerinin ya da tek tek üye gruplarının parti çalışmasının tek tek yanları üzerinde uzmanlaşmaları zorunludur.”, inşa edilmiş “profesyoneller örgütünü” Türkiye sosyalist hareketinin ihtilalci özünü korumaya devam eden farklı sektörleriyle birlikte bir devrimci merkez oluşturup Kürt özgürlük hareketiyle enternasyonalist temelde ortak bir mücadele konsepti oluşturamadığı taktirde, kapitalizmin krizini bir sınıf savaşına dönüştürüp, sosyalizmin bayrağını Anadolu’nun kalbine dikme iddiası bir iddiadan öteye gidemez. Devrimi, işçi sınıfı ve müttefikleriyle örgütlenmiş bir işçi sınıfı partisinden başka hiçbir kuvvetin yapamayacağını hem Lenin’in anlatılarından hem de günümüzün güncel iki örneğinin nasıl sonuçlandığından yola çıkarak görmek mümkün.

Paylaşın