Mustafa Çiçek, Umut Yazıları

Emperyalist paylaşımda Ukrayna cephesi – Mustafa Çiçek

Sovyetler Birliği`nin çöküşünün ardından ortaya çıkan ABD liderliğindeki tek kutuplu dünyada artık bütün dengeler değişmiş, kartlar yeniden karılmak üzere toplanmıştı. Pervasızca dünyanın her yanına müdahalelerde bulundular. Dünya siyasi haritasını yeniden çizmeye başladılar. Başta Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olmak üzere rejim değişikliği operasyonlarına giriştiler. Türkiye ve Kürdistan’ın kuzeyinde “Renkli Devrimler”, güneyinde “Arap Baharlarıyla” yaptılar bunu. Türkiye özelinde, AKP hükümetlerinin iş başına getirilmesi de bu projenin saç ayaklarından bir tanesi olarak değerlendirilebilir. Hatırlanacağı üzere faşist Erdoğan, BOP eşbaşkanı olduğunu ilk ağızdan defalarca tekrarlamıştı. Bu değişim dönüşüm girişimlerinin ilk vizyonuna “ılımlı islam” motifiyle Türkiye konulmuş oldu.

Rusya’nın ekonomik, askeri ve siyasi olarak istikrarsız durumda olmasını fırsata çeviren ABD operasyonlarına, o dönem Rusya itiraz ve hatırlatmadan (Çeçenistan, Gürcistan müdahaleleri hariç) öteye geçememişti. Ancak son 10-15 yıldır, özellikle 2008 iktisadi ve yapısal kriziyle birlikte, emperyalist-kapitalist dünyada ciddi değişiklikler ortaya çıktı. Dünyanın askeri, siyasi ve ekonomik merkezi Atlantik’ten doğuya doğru, Asya-Pasifik hattına kaymaya başladı ve Çin en belirleyici ekonomik özne haline geldi. Bu gelişme Fukuyama gibi kapitalizmin ideologlarının “Dünyanın Sonu” tezini kapitalizm sınırlarının içinde dahi yalanlamaya yetmiş oldu. Bir başka değişle; Kapitalizm içindeki tek kutupluluk döneminin sonunun geldiği görülmüş oldu.

Güncel jeo-politik gelişmelerin yansımalarının içinde bugünün Rusya’sı artık 20 yıl önceki ABD-NATO merkezli defacto girişimleri sineye çekecek koşullardaki Rusya değil. İtirazlarını artık sahada da gösterebilir duruma geldi. Bunu ilk 2008 yılında Gürcistan müdahalesiyle göstermişti. Rusya’nın en büyük itirazı ise; 2014 yılında Ukrayna’da yapılan Natocu darbeye karşı gösterdiği reaksiyondu. Bu dolayımla Rusların itirazlarının zirve noktasına, başka bir değişle “kırmızı çizgilerine” ulaşılmış oldu.

ABD, tıpkı (1949-1991) soğuk savaş yıllarında yaptığı gibi (yeşil kuşak) Rusya ve Çin’in yan yana gelmesini engellemek ve hala tek patron oldugunu göstermek için kuşatma ve istikrarsızlaştırma girişimlerini hızlandırmış durumda. AB’nin 12 doğu ülkesi kuzeyde Manş denizinden güneyde Karadeniz-Adriyatik’e (üç deniz inisiyatifi) kadar Rusya’yı kuşatıyor. Yine Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) ile (Avusturalya, ABD, Japonya ve Hindistan) Çin’in çevrelenmesi. Ayrıca, ABD’nin alelacele kendi müttefiklerine dahi sormaksızın Afganistan’dan çekilmesi ve Çin ve Rusya’yla sınırı olan Afganistan’da bu iki büyük düşman ülke için yeni bir istikrarsızlık yaratma girişimi olarak değerlendirilebilir. Yine Rusya’nın kuzey akımı ve Çin’in kuşak yol girişimlerini engellemeye yönelik ABD hamleleri de stratejik olarak soğuk savaş döneminde yaptıklarını hattırlatıyor.

Putin’in, Çin başkanı Xi ile görüşmesinden sonraki gelişmeleri Rusya ve Çin’in stratejik düzeyde bir anlaşmaya varmış olabilecekleri şeklinde değerlendirmekte sıkıntı olmaz. Putin’in, Macron görüşmesindeki “rahatlığı”, daha net konuşması ve Macron’a yaklaşımı bunu gösteriyor.

Özetle; Ukrayna sahasında yaşanan savaş özellikle batı ana akım medyasının manipülasyon propagandalarında söylendiği gibi Rusya’nın Ukrayna işgali değil, aksine ABD önderliğindeki NATO ve merkez AB emperyalistleriyle Rusya ve Çin başta olmak üzere ABD liderliğindeki sovyetler sonrasında oluşturulan “reel politik-hukuk ve kurallara” itiraz edenlerin arasındaki paylaşım kavgasının –jeopolitik olarak en önemli- cephelerinden biridir ve Ukrayna halkı ve işçi sınıfının yaşadıkları ve yaşayacakları sıkıntılar ve katliamlar savaşan güçlerin kendi öncellikleri açısından başat bir öneme sahip değildir.

Ortalık, Ukrayna meselesini batı gözlükleriyle adeta NATO’ya yedeklenmiş şekilde değerlendirme ve “içi boş”, anlamından kopartılmış savaş karşıtlığı yapanlardan geçilmiyor. Sadece sokaktaki halktan bahsetmiyorum. Malesef sokakla hiçbir gerçekçi bağı kalmamış (ve bunu sorun olarak görmeyen) ama “Marksist-Leninist, sosyalist” ünvanlarıyla derin analizler yapan sosyalistlerin bir kesiminde de bu düşünce hakim. Burada, Karl Kaustyky ve onun teorik-politik argümanlarından, Birinci Paylaşım Savaşı zamanında en güçlü sosyalist partilerin pratiklerinden söz etmeden geçmek eksiklik olacaktır. Ancak bu başlı başına başka bir yazının konusu olduğu için sadece küçük bir hatırlatma olarak not düşmüş olalım. Savaşın karakteristiği itibariyle enternasyonalist proleterya sosyalistleri bu haksız paylaşım kavgasında taraf tutamazlar.

Bizlere düşen en acil görev: Vakit kaybetmeksizin başta Ukrayna ve Rusya işçi sınıfları olmak üzere, tüm bölge ve Avrupa işçi sınıflarını ve sosyalist hareketlerini kendi egemen burjuva devletlerine karşı sınıf kavgasına çağırmaktır. Biz Türkiyeli sosyalistler, vakit kaybetmeksizin Ukraynalı ve Rusyalı sosyalistlerle, enternasyonalist temelde ilişkiler kurmalı ve onların mücadelesini, uluslararası işçi sınıfının nihai kurtuluş mücadelesinin bir parçası ve belki de tıpkı 1917’de olduğu gibi potansiyel işaret fişeği olarak görmeli ve desteklemeliyiz.

Rusya’nın kuşatılması

1948 yılından beri, ABD bölgeye yönelik bir dizi projeler üretiyor. Örneğin; RAND Corporation (https://www.rand.org), Rusya`yı zayıflatmak için kurulmuş kurumlardan bir tanesi. O dönemki hedefi, Sovyetler Birliği iken 90’ların başından itibaren Rusya olmuş durumda. Rant Corporation’un, ABD hükümeti için 2019 yılındaki hedef önerilerine bakmak bu organizasyonun görevini anlamaya yeterli olacaktır:

-Ukrayna silahlandırılmalı
-Suriye’de cihatçılara verilecek destek arttırılmalı
-Belarus’ta rejim değiştirilmeli
-Güney Kafkasya’da gerilimler izlenmeli
-Orta Asya’daki Rus etkisi azaltılmalı
-Moldova’nın Transnistria bölgesindeki Rus varlığıyla mücadele edilmeli

ABD, Obama döneminde 1.3 trilyon dolarlık nükleer silah programı ve buna bağlı diğer “savunma” harcamaları yapmıştı ve Biden bu rakamı 2030 yılına kadar 2 trilyon dolara çıkartacağını açıkladı.

Reel politika-hukukunun gerekleri üzerinden bakacak olursak, Rusya’nın haklı olduğu söylenebilir. 1990 yılında ABD Dışişleri Bakanı James Beaker tarafından, NATO’nun eski Sovyet ülkelerine doğru genişlemeyeceği garantisini yazılı olarak vermiş olmasına rağmen, genişleme 2019 yılında Kuzey Makedonya’nın NATO’ya alınmasına kadar devam etti. Sovyet Rusya’dan ayrılan ülkelerin NATO’ya dahil edilmeleri için ABD, Rusya’yı askeri üsler ve çeşitli “sivil toplum örgütleri”nin faaliyetleriyle kuşatmaya başladı.

NATO’nun (https://www.nato.int) 2019 yılı güvenlik belgelerinde, Rusya’nın düşman devlet ve NATO ülkelerine yönelik ana tehdit olduğu resmen ilan edilmiştir ve “Ukrayna bu saldırılar için bir ileri sıçrama tahtası görevi görecektir”. 2. Paylaşım Savaşı’nda da faşist Alman ordusu, Ukrayna üzerinden Rusya’ya girmişti.

Diğer yandan, uygulanan ambargo ve kısıtlamalarla savaşı lehine döndürmeye çalışan Batı’nın, bu işte başarılı olup olmadığını henüz görme şansımız yok. Yok, çünkü bilgi edinmeye yönelik ciddi bir sansür uygulayan Batı, şimdilik herşeyin kendi istedikleri doğrultuda ilerlediği propagandasını yayıyor. Aynı zamanda AB ve tüm NATO ülkelerinin yek vücut olduğu fotoğrafları yayılıyor. Fakat dediğimiz gibi, bunlar şimdilik sadece propaganda, doğruluğu kanıtlanabilecek saydamlıkta informasyonlar değil. Görünen o ki, Batı cephesinde AB ülkelerinin tamamının yek vücut olmadıkları, özellikle Almanya ve İtalya’nın gaz bağımlılığı başta olmak üzere başka bir çok konu nedeniyle Rusya’yla ilişkileri tam olarak kesmek istememeleri oldukça aşikar. Diğer yandan; Fransa’nın Alman hükümetine, Alman-Fransız-İspanyol ortak savaş uçağı üretme projesinden vazgeçip, ABD’den F35 almak istediğini açıklaması nedeniyle oldukça kızgın olduğu ortada. Anlaşılan Batı’nın eskisinden daha sıkı dost oldukları bir palavra, paramparçalar ve ABD’yi en çok huzursuz eden de bu durum. O nedenle, Ukrayna savaşı Batı’nın medya propagandası savaşına dönüşmüş durumda.

Hafıza-i Beşer
Ukrayna cephesinde darbe ve işbirlikçi hükümetler

Büyük enerji yollarının önemini bilen emperyalist-kapitalistler ve onların dönemsel olarak en önemli araçları; Medya! Turuncu Devrim’in öncesinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice (ABD Dışişleri Bakanı olmadan önce ABD’nin petrol devi Chevron’un genel müdürüydü) ve ABD siyasetinin önemli isimlerinden Henry Kissinger (ABD eski Dışişleri Bakanı) Ukrayna’da Turuncu Devrimi canlı tutmak için medya başta olmak üzere her türlü desteği vereceklerini söylemişlerdi.

2004 yılından itibaren NATO’nun hedefinde Ukrayna vardı. Ukrayna’da, 2004 yılında Cumhurbaşkanı olarak seçilen Viktor Yanukoviç, Rusya ile iyi ilişkilerin devamından yanaydı. Ancak seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz sokaklar hareketlendirildi. Seçim sonuçlarına müdahale edildi. Seçimde hile yapıldığı gerekçesiyle önceden tüm hazırlığı yapılmış olan renkli darbe başlatıldı. Başta ABD ve AB olmak üzere Batılı emperyalistler seçim sonuçlarını tanımadıklarını, seçimlerde hile yapıldığını ve seçimlerin tekrarlanmasını istediler ve bu yönde güçlü kampanyalar yaptılar. Birçok ABD’li‚ düşünce kuruluşu sahada bizzat çalışmalar yaptı. Sokaklarda dolar dağıttılar (o dönem kameralara yansıyan görüntüler hafızalarda). Ukrayna, fiilen ikiye bölündü ve sokaklar iki büyük güç merkezinin savaş alanına dönüştü. Seçimler yenilendi ve sonunda Turuncular iktidara geldi. Yanukoviç, görevden el çektirildi ve yerine ABD’ci Viktor Yushchenko getirildi.


Kampanyalarda kullanılan turuncu renkli her türlü materyaller (çanta, bayrak, saat, flama, T-shirt vs) Yushchenko’nun oğlunun firması tarafından yapılmış ve üniversite öğrencisi genç milyoner olmuştu. Elbette milyon dolarlık sanayi işletmelerine el koyanların yanında genç Yushchenko masum bir sahtekar sayılabilirdi. Önce bir fabrikayı iflas ettiriyorlar, sonra satın alıp zengin oluyorlar. Biz Türkiyeliler benzer uygulamaları AKP’li sahtekarlardan tanıyoruz.

2006’daki genel seçimlere kadar böyle yönetildi Ukrayna. Yushchenko’nun, Cumhurbaşkanı olduğu dönem Başbakan’lığı yine Yanukoviç kazandı. Fakat siyasi anlaşmazlıklar ve gerinlikler nedeniyle birlikte çalışma imkanı olmadığı için 2007 yılında erken seçim yapıldı. Son seçimlerde Batı’yı şaşırtarak turuncular yeterli oyu alamamıştı. Birkaç partiye bölünmüş olan turuncular derhal koalisyon hazırlıklarına başladılar. Amerika, Timoşenko ve Yuşcenko’nun derhal koalisyon yapmasını ve ikinci tur seçimlerinden galip gelinmesini istedi. Aksi halde, ‘Eğer Rus yanlısı aday başkan seçilirse‚ Ukrayna asla NATO’ya giremez.’ demişti.

Bu seçimlerde de Yanukoviç birinci oldu. Ancak ABD’ci muhalefet birleşerek, diğer radikal ABD’ci Yulia Timeşenko’yu (milyonlarca dolarlık yolsuzlukla anılıyor) başbakan yaptılar. Rusya ve ABD arasında gerginleştirilen Ukrayna’da Batı, din dahil tüm kurumlara el atıyor, siyasetten eğitime, sanayiden akademiye kadar gerginleşerek yayılan ikilem sokağada yansıyordu.

Ukraynalılar 2010 yılında yeniden sandık başına gittiler ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni yine Yanukoviç kazandı. Devam eden gerginlikler 2013 yılında sokakları fonlanmış STK’lar eliyle yeniden doldurmaya başladı. Sadece bu‚ sivil toplum kurumları değil, onlara ek olarak çeşitli ülkelerden getirtilen Neo-Nazi örgütler tarafından hareketlendirildi. Aylarca süren sokak eylemleri ve çatışmaların ardından Yanukoviç görevi bırakmak zorunda kaldı. Ukrayna’da Neo-Nazi’lerin örgütlendirildiği Turuncu Devrim adını verdikleri darbe yapılmış oldu. Ülke yönetimi baştan aşağı revize edilerek bütün Rus kökenliler ve politik olarak Rusya yanlısı olanlar görevlerinden uzaklaştırıldı. Bununla da yetinmediler ve Kırım’a müdahaleye başladılar. Resmi kayıtlara göre nüfusunun yaklaşık %60`ı Rus olan Kırım’da, Kırımlıların yaklaşık %85’inin katıldığı halk oylamasında %95’lik bir oranla Kırım Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan etti ve hemen ardından Rusya Federasyonu’na bağlanma kararı verdi. Kırımlılar, Yanukoviç’in ikinci kez indirilmesinin ve seçilmemiş kişilerin Kırım’a yönetici olarak atanmasından, merkezi hükümetin Neo-Nazi çetelerle birlikte etnik saldırılar düzenlemeye başlamasından rahatsız olduklarını ifade ettiler. Bunun hemen akabinde Rus nüfusunun yoğun olduğu Donbas bölgesi’nde de merkezi hükümete ve Neo-Nazi saldırılarına karşı ayaklanmalar başladı. Çatışmaların gölgesinde yapılan referandumlarda yine %95 oy oranıyla Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhans Halk Cumhriyeti ilan edildi. Merkezi Kiev hükümeti ve faşist paramiliter güçleri, Rusya’nın 24 Şubat’ta başlayan askeri operasyonuna kadar Donbass bölgesine saldırmaya devam etti. Özellikle Azak Taburu diye bilinen faşist örgüt tarafından 2014 yılından bu yana Donbass’ta yaklaşık 14.000 insan katledildi.

Devrim mi dedi NATO?
Ukrayna halkları, ülkelerine gelen Batılı şirketlerin kesinlikle kendilerine çalıştıklarını biliyorlar. Onların çoğuna göre, Batı’nın desteği aslında köstek. Buradaki en çarpıcı konu; Darbe zamanı kimin sokaklara çıktığıydı. Turuncu Devrim için sokaklara çıkanlar yoksul halk değildi. Sokağa çıkanlar ve organize edenler zaten varlıklı zenginler ve “demokrasi” vaatleriyle manipüle edilmiş ve fonlanmış üniversite gençliğiydi. Elbette bunun için Ukraynalıları manipüle ettiler, özellikle öğrenci gençliğini.

Turuncu darbeden yaklaşık 1 yıl sonra, sokak röportajlarında insanlar hemen hepsi mevcut yönetimin daha iyi olmadığı, demokratikleşme ve ekonomik durumlarında herhangi bir iyileşmeyi bırakın, ‘devrim’ öncesinden daha da kötüye gittiğini anlatıyordu. Sokakları demokrasi ve insan hakları sloganları doldurmuştu. Bu taleplerle meydanları dolduran, siyasi iktidarları tehdit eden insanlar esasen sınırların kilometrelerce ötesindeki küresel emperyalist güçler tarafından yönlendiriliyorlardı. Tıpkı; Bir Hollywood filmi gibi, bu turuncu hareketlerinde senaryosu, yönetmeni, finansörü ve oyuncuları vardı.

Kiev’de turuncu darbeyle birlikte her köşe başında turuncu bayraklar, turuncu giyinmiş insanlar, demokrasi nutukları, şehrin her büyük meydanında konserler, etkinlikler, dans edenler, sınırsız içki vs vs… turuncu rüzgarın akışına kapılanlarla doluydu.

Turuncu iktdarın Dışişleri Bakan Yardımcısı Vasil Pfilpcuk’a göre devrim; “Sovyet sonrası dönemden demokrasiye geçişi” ve “NATO, Avrupa ve ABD bizi tebrik eti, ayrıca Polonya gibi komşularımızda durumdan oldukça memnun“ diyor ve basında yer alan Soros vakfının, Amerikan düşünce kuruluşlarının vs., turuncu devrime yardım ettikleri haberlerine “tabiki desteklediler” diyor ve ekliyor “…Ama en büyük desteği yurtdışındaki Ukrayna lobisinden aldık”. Bu diasporanın en tanınmış isimlerinden biri Bizim Ukrayna Partisi’nin başkanı Roman Zıvareç. Sovyetler Birliğinin yıkıldığı dönemde, ABD’den Ukrayna`ya dönmüş ve ABD ile Kiev’i yakınlaştırma görevini üstlenmişti. Kaldı ki devrim rengi turuncuyu dahi diaspora ve Batı birlikte belirlemişlerdi. Sadece bunun için bile milyonlarca dolar para harcanmıştı. Elbette bunun için medyanın özellikle de özelleştirilmiş medyanın oynadığı rol çok büyüktü.

50 Milyona yakın nüfusuyla Ukrayna, Karadeniz’in kuzeyinde, Doğu ile Batı arasındaki hassas sınırın tam merkezindeki stratejik bir bölge. Bir yandan ABD’nin Karadeniz’de askeri üs kurma çabaları varken, diğer yandan Batı, Ukrayna olmazsa Rusya’nın tüm tehditlere açık olacağını biliyor.

Amerika ve Avrupanın enerji geçiş yolundaki Ukraynaya göz dikmesi, reel politikanın geldiği an itibariyle Rusya’yı agresifleştirdi. Batı bu coğrafyada Sovyetler’in dağılmasıyla varolmaya başladı. Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasından sadece birkaç yıl sonra 1993’te sonradan Turuncu Devrim’in Başkanı olacak olan Yushchenko, Ukrayna Merkez Bankası’nın başına geçmişti. Görevi devraldıktan sonraki ilk icraatı IMF ile bir anlaşma imzalamak oldu. IMF’nin “Şok Terapi” adını verdiği müdahale sonucu bir gecede ekmeğe %300, elektriğe %600, toplu taşımaya %900 zam yapıldı. O gün bugündür Ukrayna’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan yoksullar bir daha asla Turuncu Devrim öncesinin görece daha iyi sosyal ve ekonomik düzeyine gelemedi.

Elbette batı medyası ve yerli işbirlikçileri muaazzam bir propangandaya başlayarak “Evet, Ukrayna’ya demokrasi geliyor. Bu hiç kolay değil. Elbette bedelleri olacak. Ekonomik olarak bedel ödenecek, Batı’da da bu böyle, gelişmiş Batı ülkelerinde de yoksulluk var, daha çok çalışmalısınız.“ diye demeçler vererek durumdan rahatsız olan Ukraynalılar’ın feryatlarını bastırdılar.

Pora (Zamanı Geldi)

Pora, yani Zamanı Geldi isimli organizasyon. Amerikan Milli Demokrasi Enstitüsü (NDI) ile ilişkili örgütün dağıttığı bildiriler ve internet sayfasındaki propaganda yazılarında ifade ettikleri üzere; ‘Biz demokratik gelişmeler için özellikle Amerikalı ve Avrupalı kurumlarla ilişki içindeyiz.’, ‘Biz onlarla bilikte çalışmaya başladıktan sonra kurumumuzun çalışmaları güçlenmeye başladı’ diye belirtmekten çekinmiyorlar.

Ayrıca bu türlü kuruluşların yerel değil, emperyalist ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğini, daha ileri gidersek, CIA’in son yıllarda dünyanın neredeyse her coğrafyasında yürüttüğü yasadışı faaliyetlerin çoğunun deşifre olması sonucu, ABD öncülüğündeki Batılı emperyalistler tarafından çoğunun adında “Demokrasi, ilerici, kültür, gelisim vs.” geçen onlarca vakıf, dernek vs. organizasyonlar kurarak, değişiklik istedikleri ülkelerdeki CIA faaliyetlerini devam ettirdikleri kurumlardan bir tanesi PORA.

Pora, Turuncu Devrim sırasında en çok örgütlü olan, Ukraynalı gençleri sokağa döken, konserler, etkinlikler düzenleyen, Kiev sokaklarını turuncuya boyayan örgüttür.

Roman Zvarych (Pora’nın yöneticilerinden), “Başkanlık seçimlerinin ikinci turundaydık, bir Pazar sabahı 200.000 insanı meydana topladık. Işık sisteminden, ses sistemine kadar her detayı ayarladık. Gece saat 3 civarında Bağımsızlık Meydanı’na gizlice yaklaşık 3 kilometrelik kablolar döşedik. Polisin müdahale etmemesi içinde çeşitli hazırlıklar yapmıştık. Her düzeydeki diplomatik kurumlarla da görüşüldü ve bilgilendirildiler. Otobüslerle insanları meydana taşıdık. Devrimin üçüncü günü yaklaşık 800.000 insanı toplamıştık” diye anlatıyor Meydan’da darbe günleri yapılanları.

Darbeden sonra işini tamamlayan Pora, dağıtılmaya, parçalanmaya ve politikadan uzaklaştırılmaya başladı. Bu nedenle önce Pora gençlik hareketi ikiye bölündü. Biri partileşti diğeri ise Hareket olarak kaldı. Sarı Pora ve Siyah Pora. Burada örgütlenen gençlerin bir kısmı daha sonra Azak Taburu gibi faşist gruplara katılmıslar. Sonraki yazımızda bu konuyu irdeleyeceğiz.

Donbass neden bu kadar önemli

Donbass’ın öneminin altında sadece etnik kimlikler ve yapılan saldırılar ve Nazi katliamları yatmıyor. Haritayı açıp dikkatlice bakalım. Karadeniz’in ortasına doğru uzanan Kırım Yarımadası, kuzeyde Ukrayna ve doğusunda Rusya ve Rusya-Ukrayna sınırındaki Donbass havzası. ABD ile Rusya, başka bir değişle Batı emperyalistleriyle doğudan yükselen büyük güçlerin restleşmesinin öznesi bugün bu bölge. Donbass bölgesinin, Donetsk şehrinin girişinde ‘Donbass, Ukrayna’nın kalbidir’ yazıyor. Bu bölge Avrupa’nın dördüncü büyük maden bölgesi. Donetsk havzasındaki kömür rezervlerinin yaklaşık 100 milyon ton civarında olduğu tahmin edililyor.

Rusya savunma sanayisi bu bölgeye bağımlı. Rus tankları, Donnbass’ta çıkarılan demir cevheriyle üretiliyor. Rus savaş helikopterlerinin motorları, yine Donbass’taki fabrikalarda üretiliyor. Donbass bölgesi işte böyle özelliklere sahip bir bölge. Rus doğal gazı, Ukrayna üzerinden Avrupa’ya taşınıyor ki enerji yollarına ev sahipliği yapması nedeniyle dünya jeopolitiği açısından önemli bir bölge. İki ülkede Karadeniz’in petrol, doğal gaz ve hidro karbon rezervleri bakımından oldukça zengin. Bunlar ABD’nin, bölgedeki Karadenize kıyısı olan ülkelere yaptığı operasyonlarını anlamaya yardımcı olacak düzeyde yeterli.

Paylaşın