Gündem, Mustafa Çiçek, Umut Yazıları

Neva nehri buz tutuyor – Mustafa Çiçek

Birbiri ardı sıra yaşanan savaşlarla kanı emilmiş ve açlığın pençesindeki çarlık rusyası birinci paylaşım savaşı yıllarında devrimler çağına girmişti. Milyonlarca işçi ve köylü için umutlar yeniden yeşermeye başlamış, kaos ülkenin her yerine yayılırken bir grup insan iktidarı ele geçirmiş ve tüm insanlığın kaderini değiştirmişti. Tarihin detaylarını incelemeyen sonraki kuşaklar genellikle sadece Ekim Devrimini bilirler. Oysa unutulan önemli bir önceli var ki, Şubat Devrimi!

Uzun yıllar boyunca Çarlık Rusyası dayanıklı ve yenilmez bir güç olarak görülüyordu. Çünkü sadece 14 milyon kayıtlı askeriyle bile düşmanlarını dehşete, dostlarını hayranlığa düşürecek devasa bir gücün yansımasıydı.

Birinci paylaşım savaşının ağır sonuçları tüm Avrupa’yı derinden etkilerken Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuyla savaşıyordu. Uzun yıllardır yenilmez olduğu düşünülen Çarlık Rusyası ağır ağır zayıflamaya başlamış, Rusya’nın merkezi kentlerinde savaşın giderek ağırlaşan ekonomik yıkımından dolayı geçim sıkıntısı iyice artmış, ekmek dahil temel gıda maddesi sıkıntısı yaşanmaya başlamıştı.

Üç asırdır iktidarda olan Romanov hanedanı bu durumdan hoşnut değildi ve bu kötü gidişe bir dur diyebilmek için yerli ve yabancı sermaye yatırımlarıyla açılan yeni ve devasa fabrikaları proganganda yaparak nüfusu yaklaşık 150 milyonu bulan rusya halklarının öfkesini dindirmeye çalışıyordu. Devasa tarım alanlarında ciddi oranlarda üretim yapılmasına rağmen, köylüler artık geçinemez hale gelmişti. Köylüler her türlü pislik, insanlık dışı yaşam koşulları ve üstüne üstlük kolera salgınının gölgesinde çalışmak zorunda bırakılıyorlardı. Bu öfkenin hiddetini dindirebilmek için çar 2. Nikolay Duma denilen meclisin kurulmasına izin vermişti ve eşyanın doğası gereği meclisin hiçbir yetkisi yoktu. Başka bir değişle çar  Nikolay meclisin üzerinde tek yetkili kişiydi. Çünkü rus monarşisi halkı özenle politik gelişmelerden ve gündemlerden uzak tutmak için çaba harcıyordu. Açlığın pençesindeki insanların tekil yada kollektiv olarak yaptıkları eylemlere sistematik şiddetle karşılık veriyorlardı.

1917 yılında dönemin önde gelen sosyalistleri genellikle Rusya dışında yaşamak zorunda kalmışlardı. Tüm hayatını, tüm varlığını ve gücünü tek bir davaya adamış olan Lenin İsviçre’de, Troçki Amerika’daydı.

Rusya’nın başkentinde artık sular durulmaz, ateş södürülemez hale geldiğinde, Neva nehrinin iki kıyısında yaşayan iki ayrı dünya yavaş yavaş karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Nehrin güneyi Çarlık  iktidarının merkezi, kuzeyi ise yoksul köylü ve işçilerin yaşadıkları bölgeydi.

Tüm sınıfsal değişim, dönüşüm ve devrimlerin temel nedeni kaynakların eşitsiz paylaşımı ve özel mülkiyet hukukuna dayalı sınıflı toplumların olduğu gerçeği kendisini Rusya’da dalga dalga göstermeye başlamıştı. Petrograd’ta neredeyse hiç ekmek, yakacak kömür kalmamıştı artık.

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm sloganının özetlediği gerçek, devrimin fitilini geleceğimiz olan gençlerimizin kendi yarınlarını kurma ve gelecekten korkma kaygısını giderme arzusu ateşler. Nitekim dönemin rusyasında da yayılan huzursuzlukların merkezinde gelecek kaygısı taşıyan gençler vardı. Açlık, yoksulluk ve soğukla mücadele eden kalabalık kitleler, gelecek endişesi taşıyan gençlerle birlikte kentin arka sokaklarında toplanıp iktidarın merkezi olan nehrin diğer kıyısına doğru harekete geçtiğinde, kalabalığın sayısı yüzbinleri bulmuştu. Çar Nikolay emrindeki görevlilerine derhal müdahale emri vermiş ve kitlelerin nehrin karşısına geçmesini önlemek için köprüleri geçişlere kapattırmıştı. Fakat unuttukları şuydu ki, yılın o mevsiminde Neva nehri buz tutuyor ve üzerinden rahatlıkla karşı kıyıya geçilebiliyordu. Binlerce insan donmuş nehirden karşıya geçti. Eylemler giderek büyümeye ve ülkenin dört bir yanında dalga dalga grevler yapılmaya başladığında yaklaşık 200 bin işçi ve köylü Petrograd sokaklarındaydı. Tıpkı bizim Gezi İsyanı’nda olduğu gibi kentin her yanında grup grup birbirini hiç tanımayan insanlar biraraya gelip toplantılar yapıyorlar, çarlık karşıtı, savaş karşıtı sloganlar atıyorlardı. Daha önce Rusya tarihinde hiç yaşanmamış büyüklükte eylemler başlamıştı. Çar Nikolay derhal bu gösterilerin bitirilmesi için her türlü şiddetin kullanılması emrini vererek asker ve polisi sokaklara gönderdi ve çok sayıda insanın ölümüne sebep oldu. Fakat silah altındaki askerlerin neredeyse tamamı yoksul işçi ve köylülerin çocuklarıydı ve kendi ailelerini öldürdüklerini anladıkları anda saf değiştirerek isyanın tarafında saf tuttular. Cephanelikleri ele geçirdiler ve tüm silahları işçilere dağıttlar. Kent dışında olan Çar Nikolay Petrograd’a gelmek için trene binmiş ama treni bir türlü Pedrograd’a gelememişti. Çünkü demiryolu işçileri trenyolu makaslarını kontrol ederek treninin rotasını sürekli değiştirmiştiler. Kente gelemeyen Çar Nikolay’ın iktidarı Duma’da parçalanmaya başlamıştı. Çar hala trenle ordan oraya Petrograd’a gelme umuduyla yolculuk yaptığı sırada ilk Duma toplantısında özerklik ilan edildi. Diğer tarafta ise köylü ve işçiler bir birllik kurdular ve kendilerini temsil etmeleri için seçtikleri delegeleri Duma’ya gönderdiler. Adı Petrograd Sovyeti idi.

28 Şubat, Rus devriminin gerçekleştiği gün, işçi ve köylüler coşku içindeler. Çar ise aradan iki gün geçmesine rağmen hala kente gelmeyi başaramamış ve durumun ciddiyetini anlayan çar iktidardan çekildiğini açıklamak zorunda kalmıştı. Şubat devriminde kaybedilen insanlar devasa bir kalabalık tarafından son yolculuklarına uğurlandı ve bu uğurlama töreni yeni Rusya’nın ilk resmi bayramı olmuştu.         

Devrimin gerçekleşmesi için mücadele eden sosyalistler, muhafazakarlar ve aristokratlar yeni iktidarın kurulması için iş ve güç birliği yapılması konusunda anlaşmışlardı.

Fakat asıl önemli gündem daha yeni önlerine gelmişti. Birbirinden farklı yaşam tarz ve alışkanlıkları, gelecek planları ve farklı ideolojileri olan bu birbirinden çok farklı kesimlerin nasıl ortak bir yol bulacakları meselesiydi bu önemli gündem.  Bir tarafta kapitalist ve liberal bir Rusya hayalini kuran Duma üyeleri, diğer yanda Şubat devriminin bağrından doğmuş olan Sovyetler. Çoğunluğu sosyalist olan Duma delegeleri adalet ve eşitlik ekseninde bir dünya istiyorlardı. Iki tarafın uzun süren görüşmelerinin sonunda liberal çoğunluğa sahip geçici bir hükümet kurma konusunda anlaştılar. O dönem Rusyasında „ılımlı-uyumlu“ sosyalist olarak anılan Kerensky bu uzlaşmanın ve devrimim ilk adalet bakanı olmuştu.

Hükümet vakit kaybetmeden çalışmalarına başlayıp ilk iş olarak hali hazırda devam eden paylaşım savaşının da önemli bir belirleyeni olan ordu içindeki ast-üst ilişkilerindeki fiziksel şiddet yasaklandı. Ülkenin dört bir yanından imparatorluk halkları özerklik talepleriyle sokaklara dökülmeye başlamıştı. Kırsal bölgelerde herkes karnını doyuracak  kadar toprak sahibi olunması için çalışmalar başlatılmış, işçi sınıfı içinde yeterli ücret için hazırlıklar başlatılmıştı. Haftalık 40 saat çalışma kararı alınması ve iş güvenliği garantisi sağlanması konularında prensipte anlaşılmıştı.

Yurtdışında sürgünde yaşayan sosyalistler için Şubat devriminin anlamı aynı zamanda genel aftı. Lenin devrim haberini „Harikulade, inanılmaz, fazlasıyla umulmadık“ sözleriyle  karşılaşmıştı Zürih’te. Vakit kaybetmeksizin derhal Rusya’ya gitmeye karar vererek Mart sonunda Zürih’ten kalkan bir trenin yolcusu olarak dünya işçi sınıflarının kaderini değiştirmek için yola çıkmıştı. O, savaşın başladığından beri her koşulda bu emperyalist savaşa karşı olduğunu haykırıyordu. O dönem için diğer Rusya sosyalistlerinden en önemli farklarından biri de bu savaş karşıtı tutumuydu.

Lenin sürgünde yaşadığı süre boyunca bir an olsun hedefinden, yani sosyalizm iddiasından vazgeçmemişti. O, Petrograd’a ayak basar basmaz kayıtsız şartsız derhal barış ilan edilmesi prpagandasına başladıve ertesi gün Petrograd Sovyeti’ne bolşeviklerin programını anlattı. Bolşevikler çok prestijli olsalarda, dönemin Rusya sosyalistleri arasında oldukça azınlıktaydılar. Yaklaşık 2 milyon nüfusu olan Petrograd’ta Şubat Devriminin rüzgarına rağmen ancak 5.000 civarında üye ve sempatizanı vardı. Lenin, tarihin en önemli gündemi olan emperyalist savaşa karşı durulması propagandasını tekrar tekrar yapıyordu. „Kahrolsun savaş“, bu savaş emperyalistlerin savaşıdır. „Kahrolsun geçici hükümet“, çünkü bu bir burjuva hükümetidir ve tam da bu yüzden diğer sosyalistlerin aksine Bolşevikler geçici hükümette yer almamışlardır. „Tüm iktidar Sovyetlere“. Lenin’in konuşmalarını dinleyen delegelerin büyük çoğunluğu şaşkınlıkla onu dinlerken, aslında mevcut durumdan, yani geçici hükümet ve onun kararlarından memnun olan „sosyalistler“ bir iyimserlik havasının rehaveti altındaydılar. O yüzden Lenin’in programı delegelerin neredeyse hepsi için „fazla radikal“ gelmiş, onları korkutmuştu.

Yeni Duma bileşimi üyeleri almış oldukları kararları hayata geçirmek ve savaşa devam etmek istiyorlardı. Bu yüzden ilk olarak çar ile itilaf devletleri arasında yapılan anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi için hükümete baskı yaptılar. Bu baskılar sonucu geçici hükümette çeşitli revizyonlara gidildi ve yeni bir hükümet kuruldu. Liberal Kerensky Savaş Bakanı seçilmiş ve ilk elden itilaf devletleriyle görüşmeleri yürütmüştü. Almanya’ya karşı bir saldırı başlatılması kararının altına imza atan Kerensky, Rus ordusunun 18 Haziran’da saldırıya geçmesini emretmiş ve sonunda ağır bir yenilgi yaşamışlardı. Bu yenilgi başta askerler olmak üzere tüm Rus toplumunda yeniden bir güvensizlik yaratmaya ve sokak eylemlerini yeniden tetiklemeye başlamıştı. Petrograd’ın meydanlarında kitleler toplanıyor, sosyalistler devrim çağrısı, anarşistler yağma çağrısı yapıyorlardı. İşçiler iş güvenliği, işe alma, işten çıkarma kararlarını kendi ellerine almak için eylemler düzenliyorlardı.

Bu arada Lenin bolşevik karargahında durmaksızın çalışıyor ve meydanlarda işçilere ve köylülere sosyalizm propagandası yapıyordu. Lenin’in ve Bolşeviklerin işinin bittiğini düşünen geçici hükümet yanlısı „sosyalistlerin“ yanıldıkları yavaş yavaş anlaşılmaya başlamıştı. Çünkü Lenin ve Bolşevikler bir an olsun sosyalizmden vazgeçmemişti. Burjuva iktidarının artık tam bir çıkmazın içine girdiği günlerdi. Uzun bir yolculuk sonunda Rusya’ya gelebilen Troçki de Bolşeviklerin safına katılmıştı.

Bu küçük partinin düşünceleri gün geçtikçe daha fazla taraftar ve sempatizan kazanıyor, partinin yayın organı olan Pravda durmaksızın devrim, savaş karşıtlığı ve tüm iktidarın sovyetlere geçmesi çağrılarını yineliyordu. Bolşevikler özellikle savaş karşıtlığı propagandasını aralıksız yapıyorlardı ki, o güne dair hiçbir rusyalının karşılaşmadığı orjinallikteki fikirler ortaya atıyorlardı; „rus askerlerle alman askerler savaşmamalı, rus askerlerle alman askerler arkadaş olmalı“. Böyle bir slogan Rusya tarihinde hiçbir zaman açık açık propaganda edilmemişti. Askerlere „siperlerinizi terk edin“, „Bu savaş bizim savaşımız değil, bizler kardeşiz“  çağrıları yapıyorlardı.

Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin bu çağrıları günden güne askerler arasında karşılık bulmaya başlayınca, burjuva hükümeti bu huzur bozucu parti ve önderlerinden daha çok rahatsız olmaya başlamıştı. Derhal harekete geçen hükümet, bolşevik partisi üye ve sempatizanlarından oluşan askeri garnizonu cepheye gönderme kararı aldı. Oysaki Şubat gazisi olan askerlerin yeniden savaşa çagrılmaları hükümet kararıyla yasaklanmıştı. Aralarında bolşevik üyeleri de olan askerler bu emre uymayıp, hükümete karşı Petrograd’ın sokaklarında silahlarıyla birlikte yürüyüşe geçtiğinde, binlerce işçi ve köylü sovyetler üyeleri de onlarla birlikte sokakları inletmeye başlamıştı.

Diğer taraftan Lenin, „kaybedecek vaktimiz olmadığı gibi, işleri aceleye de getirmemeliyiz“ diyordu.

Sokakları işgal eden asker, işçi ve köylü sovyetlerinin üzerine hükümet güçleri tarafından ateş açılmış ve yüzlerce insan öldürülmüş, arkasından da burjuva hükümet sürek avına başlayarak başta Bolşevik militanlar olmak üzere, hükümete sorun çıkaran herkesin tutuklanması için arama kararı çıkarılmıştı. Troçki yakalanarak hapsedilmiş, vatana ihanetle suçlanan Lenin Finlandiya’ya gitmeyi başarabilmişti. Rusya’ya dönüşünden üç ay sonra yeniden sürgündeydi.

Hükümetin saldırılarına rağmen devam eden gösterilerin sonucunda hükümet yeniden revizyona giderek „sosyalist“ Kerensky burjuva hükümetindeki yükselişinin zirvesine ulaşarak hükümet başkanı seçilmişti. „Sosyalist“ Kerensky artık burjuva ve liberallerin taleplerini kayıtsızca uygulamaya başlamış ve kendi „sosyalist“ ideallerinden ve düşüncelerinden daha fazla ödünler vermeye başlamıştı. Burjuvazinin öncelikli talebi ülkede düzenin yeniden sağlanması için bir an önce gerekli –polisiye dahil- önlemlerin alınması ve uygulanmasıydı. „Sosyalist“ Kerensky bunun için daha baskıcı kararlar alıp uygulamaya ilk olarak asker kaçaklarına idam cezasını yeniden getirmekle başladı.

Diğer taraftan açlıkla mücadele eden halklar kendi sorunlarını kendileri çözmeye karar vererek büyük toprakları ve diğer mülkleri işgal etmeye başladılar. Açlık ve sefalet sadece ülke topraklarında değil, aynı zamanda savaş cephelerinde de kendini fazlasıyla hissettiriyordu. Aç ve cephanesiz kalan askerlerden yaklaşık 2 milyonu silah bırakarak cepheyi terkettiler.

Hükümetin çaresizliği daha sıkı ama uygulanabilir önlemler almak adına ordunun başına general Lavr Kornilov getirdi. Kornilov göreve ilk olarak yakalayabildikleri asker kaçaklarını idam etmekle başladı. Kornilov hem sokakta ve hemde hükümet nazarında giderek güçlenmeye başlamış, ülke askeri bir diktatorluğa doğru yol almaya başlamıştı ki, durumun ciddiyetini anlayan Kerensky ve diğer bazı hükümet yetkilileri derhal general Kornilov’u daha fazla güçlenmeden görevden aldılar. İyiden iyiye güçten düşen ve itibarını kaybetmeye başlayan Kerensky daha önce derin ideolojik ayrılıklar yaşadığı, hatta siyasi gücü ele geçirince polisiye operasyonlarla tutuklattırdığı birçok sosyalist parti ve gruplarla yeniden görüşmeler yapıp, onları yeniden hükümette görev almaları için davet etti. Bu davete Menşevikler dahil birçok başka sosyalist grup olumlu yanıt verip Kerensky ile anlaştı. Yalnızca Bolşevikler Kerensky ve hükümetini elinin tersiyle iterek, asıl hedef olan sosyalizm çağrısını haykırmaya devam ettiler, çünkü bu bir burjuva hükümetiydi ve kesinlikle yıkılması şarttı. Yani Bolşevikler devletin içine düştüğü krizin aşılması ve düzenin yeniden sağlanması için destek vermek değil, aksine krizin daha da derinleşmesi ve derinleşen krizin devrim için bir fırsata dönüştürülmesi kararını alarak hareket etmişlerdir.

Covid-19 Pandemi krizi dolayımıyla görünülürlüğü daha da artan kapitalizmin krizine karşı takınılması gereken tavır, bolşeviklerin o dönem yaptıkları gibi krizi derinleştirmek üzere olmalıdır. Örneğin 1 Mayıs eylemleri için yapılan balkon çağrıları ve sokak çağrıları 1917’deki geçici hükümetin içinde yer almakla karşısında yer alıp devrime cüret etmek tutumunun bire bir yansımasıdır. Yani günümüzün cüretkar sosyalistleri, öncüllerinin izinden giderek politik tutumlarını kapitalizmin krizini çözmek için değil, onu derinleştirip devrimi gerçekleştirmek için konumlanmalı ve özgürlüğün ancak sokakta olmakla kazanılabileceğini haykırmalıdırlar.

Ekim ayında bütün Rusya Sovyetleri Kongresi Petrograd’ta toplanması kararlaştırılmıştı. Devrimin gerçekleştirilmesi ve kurulacak devrim hükümetinin meşruluğu için bu kongre muazzam bir olanak sunuyordu. Bu arada işçilerin ve köylülerin eylemleri yeniden başlamıştı. Havada yeni bir devrimin kokusu vardı. Bolşevikler kongrede azınlık olmalarına rağmen, çoğunluk olana kadar beklemenin saflık olduğu düşüncesiyle hazırlıklara başladılar. Bolşevikler örgütlü oldukları bütün alanlardaki üyelerini, milislerini ve bütün gizli hücrelerini harekete geçirme kararı alarak başkentteki hayati önemdeki bütün kamu binalarını ele geçirmek için çalışmalara başladılar. Sokak eylemlerine kalabalıkların arasında gizlenebilecekleri şekilde sessiz ama silahlarıyla katılan bolşevik üyeleri hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. Günlerdir büyük bir gizlilik içinde hazırlıklarını yapmışlardı. Artık planlanan eylemin zamanı gelmişti. Bu eylem tam bir politik ve askeri eylemdi ve gerekli bütün gizlilik koşullarına tam riayet edilerek hazırlanmıştı. Her devrimci kalkışmada olabileceği kadar askeri bir kalkışmaydı o. 24 Ekim 1917 günü Petrograd’taki bütün postaneler, demiryolları, elektrik santralleri ve diğer bütün hükümet binaları tam bir gizlilik içinde ve neredeyse hiç kan dökülmeksizin ele geçirildi. Ertesi gün Çarlık ordusuna mensup askerler eski silah arkadaşları olan bolşevik askerlere karşı silah sıkmak yerine saf değiştirerek devrim safında yer almışlardır. Dünya emperyalist-kapitalistleri tam da bu „askeri“ operasyon nedeniyle Bolşevikleri ve Lenin’i darbeci olarak görüyor ve dünya işçi sınıfı hareketlerine ve halklarına bu kara propagandayı yaparak Büyük Ekim Devrimimizi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Devlet denilen organizasyonun kendisinin bir siyasi organizasyon olduğu gerçeğini hatırlattığımız vakit, onun her düzeyde militarist kuvvetlerini kullanmaktan asla kaçınmayacağını sınıf mücadeleleri tarihi bizlere defalarca göstermiştir. Bu nedenle karşımızdaki kapitalist-devlet organizasyonuna karşı, kendimizi korumak için karşı şiddeti organize edebilecek bir örgütlülüğe ihtiyaç olduğu kaçınılmaz olarak bütün dünya sosyalistlerinin ve işçi sınıflarının önünde ivedi bir görev olarak duruyor. Sosyalistler elbette hayatın ve mücadelenin hiçbir evresinde şiddeti gönüllü olarak seçmez ve tek bir mücadele yöntemi olarak kabul etmezler/etmemelidirler. İşte tam da bu nedenle şiddet değil, tanımımızı şiddete karşı karşı şiddet olarak yapıyoruz.

Ertesi gün bütün Rusya Sovyetleri Kongresi büyük bir coşkuyla başlamasına rağmen kongrenin çoğunluğunu oluşturan menşevikler ve diğer sosyalistler Krensky hükümetinin yıkılmasını protesto ederek kongreyi terketmişlerdir. Lenin’in yaptığı konuşmanın ardından kongrenin kalan üyeleri yeni kurulan hükümeti ve halk komiserliği konseyini meşru kabul etmiş ve devrim hükümetinin başkanı Lenin seçilmiştir.

Yukarıda yazılan cümlelerin belki de her biri benzer kelimelerle tarihimizde onlarca-yüzlerce kez yazılmış, okunmuş ve tartışılmıştır. Bu satırları buraya yazmaktaki amaç öncekilerden daha etkileyici bir makale yazmak değil elbette. Mesele, sınıf mücadeleleri tarihindeki deneyimleri tekrar tekrar hatırlatmak ve öncüllerimizin karşılaştıkları zorluklar ve karar anlarında takındıkları tutumların ideolojik arka planlarını bilince çıkarmaktır. Bugün emperyalist-kapitalizmin gelmiş olduğu reel durum, onun her düzeyde yaşadığı krizleri ve işçi sınıfı ve dünya sosyalist hareketlerinin öznel koşulları bizlere birinci paylaşım savaşı yıllarının hemen öncesini hatırlatıyor. Elbette o yıllardan bugüne inanılmaz boyutta değişiklikler ve dönüşümler yaşandı. Fakat emek ve sermaye arasındaki antagonist çelişkilerde o günlerden bugüne zerre bir değişimden bahsetmek mümkün değil. Biçimdeki değişimler kafaları bulandırıp akıl tutulmalarına neden olurken, sosyalist hareketlerin birçok bileşenleri de bugün yaşanılan sistem krizini aşmak için adeta burjuvaziye akıl verme noktasına gelmişler. Bugün köklerimize geri dönme, bolşevikleri ve emperyalist savaş karşıtlığını tekrar etme, burjuvazinin krizini daha da derinleştirip devrimci bir atılım yaparak iktidarı ele geçirme gayretiyle mücadelenin her alanında örgütlenmenin zaruretini bilince çıkarma günüdür.

Birinci paylaşım savaşının hemen öncesi ve savaş yıllarının sınıfsal dinamikleri, sosyalistlerin mücadele biçim ve yöntemleri ve burjuvaziyle kurdukları ilişkiler değerlendirildiğinde, o dönem sosyalistler arasında yaşanan derin ideolojik ayrışmaların ve pratik-politik tutum farklılıklarının tamamen iktidar perspektifiyle alakalı olduğu anlaşılmaktadır. Çarlık Rusya’sının yerine geçici burjuva hükümetinin kurulması için karşı devrime destek veren Menşevikler başta olmak üzere diğer sosyalistlerin siyasi iktidarı ele geçirmek gibi bir amaçlarının/cüretlerinin olmadığı devrim hükümetinin ilan edildiği Rusya Sovyetleri Kongresini terk etmeleriyle çok net bir şekilde anlaşılmıştır. Bu çok berrak ideolojik bir ayrışmadır. Bugün Türkiye Sosyalist Hareketi saflarında da farklı saiklerle ve günümüz dünyasının kendine ve bölgeye özgün koşulları içinde alınan tutumlarda ciddi bir ideolojik kopuşmanın yaşanmaya başladığı görülüyor. Bolşevikler örneğinde olduğu gibi, ülkemiz sosyalist hareketleri arasında yaşanması olası/başlayan bu ayrışma ve saflaşmaların temelinde de yine iktidar perspektifi yatmaktadır. Covid-19 pandemi salgını ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair birçok sosyalist hareket ve partinin aldığı tutum, o dönem tıpkı menşeviklerin yaptığı gibi burjuvazinin krizini aşmada yardımcı kuvvet olarak yedeklenme – niyetten bağımsız da olsa- olarak kendini göstermiştir. Bir başka örnek ise ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten Filistin ve Kürt halklarına yönelik gösterilen (enter)nasyonalist dayanışmanın niteliğinde kendini açığa vurmuş, Filistin için göserilen hassasiyet Kürt halkının mücadelesinden esirgenmiştir. Hatta Türkiye Cumhuriyetinin yıldönümünü kutlama noktasına kadar gerilemiş olan bir „sosyalist„ bir parti/hareketten sosyalizm beklemek abesle iştigal olacaktır.

Sosyalist hareketimiz içindeki ideolojik ayrışmaların ikinci sebebi ise, yine iktidar hedefine bağlı olarak ortaya çıkan örgütlenme modeli ve örgütlenme alanlarıdır. Dönemin Rusya’sında iktidarı ele geçiren Bolşevikler toplumun en fakir, en fazla sömürülen ve ezilen katmanları arasında örgütlenmişlerdi. Yani yaşamlarından gayri kaybedecek hiçbir şeyi olmayan „ayak takımı“nı örgütlemişlerdi. Çoğunluğu elinde tutan menşevikler ve diğer sosyalistler ise daha henüz herşeyini kaybetmemiş, fakir ama açlıkla boğuşmayan yığınlar arasında örgütlüydüler. Hal böyle olunca kaybetme kaygısı taşıyan kitleleri kaybetme endişesinin de bu partilerin pratik politik tutumlarında etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Bizim sosyalist hareketimizin giderek daha fazla gerilemesinde de aynı tabloyla karşılaşıyoruz. Toplumun en fakir, en yoksul ve açlıkla terbiye edilen kesimleriyle bağlar koptuğu ve devrimcilik sosyalist „elitler“ arasında sıkışıp kaldığı için mücadele çağrıları devrimi ıskalayıp daha çok reformcu ve burjuva demokratik hakları koruma zemininden ileri gidemiyor.

Gezi direnişleriyle muazzam bir gelişme ivmesi yakalama fırsatı da bu saydığımız nedenlerden dolayı elimizden uçup gitti. Çünkü Gezi, sosyalist hareketi, kendine rağmen sokağa çağırırken, sosyalist hareketin önemlice bileşeni aksi yönde ilerleyerek parlementerist çizgide kendini daraltarak toplumun en dinamik ve yoksul kesimleriyle sokakta buluşma fırsatını kaybetmiştir.

Doğum günün kutlu olsun büyük usta Lenin…

Paylaşın