Serkan Kaya, Umut Yazıları, YAZARLAR

“İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur”* – Serkan Kaya

Koronavirüs ile mücadelede kitlesel ölümleri durdurabilmenin önünde ki tek engel bugün ki hükümet ve kapitalist devlettir. Üstelik sadece ölümleri durdurmanın önünde engel değil aynı zamanda planlayıcısı ve azmettiricisidir. Bu gerçekliği sadece pandemi gündemi ile değil yüzyıllık devlet tarihinde defalarca tecrübe ettik.

Kuruluşundan bu yana Ermenileri, Alevileri, Kürtleri sömürgeleştirmek adına on binlerce insanı yürüttüğü kirli savaşta süngüden geçiren, pandemi gündeminde dahi işgal emellerine devam ederek Rojava’ da, Suriye’de, Libya’da savaş yürüten, iktidara biat etmeyenleri hapishanelerde toplu tabutluklara terk eden bir devlet gerçekliği ile yönetilmekteyiz. Bu ülkenin tarihi bir avuç zengin dışında geri kalanlar için mezarlıklar tarihidir. Son 10 yılda 3.000 kadın erkek-devlet eliyle katledildi. Patronların maliyetleri yükselmesin diye alınmayan İş güvenliği sonucu her yıl yaklaşık 2.000 işçi işyerinde can verdi. Devletin üzerini örtüğü “faili belli” cinayetlerde en az 2.000 kişi yaşamını yitirdi. TÜİK on yılda 2.000 insanın açlıktan öldüğünü duyuruyor. Buna yetersiz beslenmeden ve meslek hastalıklarından kaynaklanan ölümlerde eklenince sayı 10.000’leri buluyor. Yaşadıkları hayat ve geleceksizlik sonucu her yıl 3.300 kişi intihar ediyor. Roboski’den, Soma’ya, Suruç’tan, 10 Ekim katliamına kadar devletin arkasında yer aldığı ölümler süreğen hale geldi. Bu satırlar yazılırken Grup Yorum üyesi Helin Bölek ölüm orucu direnişinde ölümsüzleşti. Bir toplumda insanların nasıl öldüğü, nasıl yaşadıklarının da göstergesidir. Ülkenin bir kısmı saray hayatları sürüyorken, nüfusun %80 i, yani 66 milyon 500 bin kişisi yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşıyorsa iktidarda olanların, sömürüyü devam ettirebilmeleri için her türlü hileyi ve zorbalığı devreye koymaları gerekir. Böyle ayakta kalabilen bir iktidardan çelişkilerin derinleştiği bir dönemde tüm ülkeyi etkisi altına alan pandemi karşısında “kapsayıcı” olacağı, “birlik beraberlik” uzlaşı zeminleri yaratacağı, “taleplere” kulak vererek nedamet getireceği beklenemez.

Koronavirüsün ülkeye girişinin beyanı sonrası açıklanan önlemler kapitalizmde yönetenlerle yönetilenlerin eşit yaşam hakkına sahip olmadıklarını bir kez daha gözler önüne serdi. Ülkenin küçük bir kısmının cennet hayatlarına zeval gelmemesi için 20 milyona yakın emekçinin hayatı değersizdir. Çünkü biz, servetlerinin tek kaynağı emek sömürüsüne ve kaynakların talanına dayalı %5’i zevk-i sefa sürsün diye yaşıyoruz. Sabancı, Koç ailesi, Cengiz Holding, Limak, Demirören, Erdoğan – ve Bayraktar ailesi ayrıcalıklarını korusun, servetlerini büyütsün diye ölümle yüz yüze çalışıyoruz. Ölen, sakat kalan ya da yaşlanan işçinin yerini dolduracak işsizler ordusu kuyruklarda hazır bekletilirken, sadakayla terbiye edilen bir toplumda yaşadıklarımız iktidarın yönetme beceriksizliğinden değil sınıfsal tercihinden kaynaklanıyor. Onlar amaç edindikleri gibi her koşul ve şartta patronları korumakta ve onların servetini büyütmede yeterince becerikli çalışıyorlar. Bugün ölümcül salgına rağmen 20 milyon emekçinin işe gönderilmeye devam edilmesi kendi hayatlarını korumaya alan, sömürüden başka bir geliri olmayan patronların yaşanan krizin etkisini kendi kasalarında minimumda tutma, sömürü düzenini sürdürme çabasıdır. Devletin destek paketlerinin %98 inin patronlara kredi olarak verilmesi, vergi borçlarının silinmesi devletin gerçek sahiplerine hizmet meselesidir. Sayısı milyonları bulan emekçi çoğunluğun içerisinde 1-2 milyon adı sanı bilinmeyen yoksulun ölmesi iktidar açısından yeri doldurulamayacak bir işgücü kaybı değildir. Servetlerinden kaybetmek milyonlarca emekçinin canından daha kıymetli, daha değerlidir.

Yaşadıklarımız tam bir kölelik düzenidir. Gemileri yürüten kölelerin daha çok kürek çekmesi için atılan kırbaçlarla ya da çalışmaktan çatlayarak ölmesi o gün ki köle sahipleri için ne ifade ediyorsa, bugün salgına rağmen işe gönderilen milyonlarca emekçinin ölmesi de patronlar açısından aynı şeyi ifade etmektedir. Kölenin varoluş nedeni son nefesine kadar köle sahipleri / patronlar için servet üretmesidir. Nasıl ki bahçesinde, bağında, inşaatında, sarayında çalışacak kölelere ölmeyecek kadar yemek veriliyorsa, bugün de patronların “bağış kolileri” bir kısım işgücünün açlıktan ölmeyecek kadar beslenmesine ve “şükür” kültürünün üretimine hizmet etmektedir. Zira fazlası çalacakları zenginliklerin bir dirhem azalması demektir.

Bugün adına kapitalizm denilen iktidar gücü çok açık bir biçimde sadece sosyal – ekonomik haklarımızı hedef almıyor. Doğrudan yaşamlarımızı, yaşam alanlarımızı yok ediyor. Kapitalizm milyonlarca emekçinin önüne çok kısa zaman diliminde ölümle yaşam arasında ikircimsiz bir tercih koyuyor. Belki de önümüzdeki bir ay içerisinde bir çoğumuz şantiyelerde, fatura kuyruklarında, hastane sıralarında ya da tek tek yoksul gecekondularımızda can vereceğiz. İnsanların doğrudan can güvenliğinin ağır tehlike altında olduğu koşullarda canını savunması ve riski dağıtmak için karşı saldırı gerçekleştirmesi en naif haliyle bile meşru-müdafaa kapsamına girmektedir. Yani bugün ağır ölüm riski olan salgın altında iş bırakma, greve çıkma meşru müdafaadır. Ağır ölüm riski taşımasına rağmen bizi ödeme kuyruklarına yönlendirenlere karşı faturaları ödememek meşru müdafaadır. Ağır ölüm riski altındayken yaşamımızı sürdürebilmek için gıda depolarını, marketleri kamulaştırma en meşru direniş biçimidir. Genel olarak bir avuç patronun servetini korumakla mükellef olan ve milyonlarca insanın hayatını zerre kadar önemsemeyen bu devlet uyguladığı politikalarla sadece emeğimizi değil doğrudan hayatımızı hedef almaktadır. Yani bugün hayatta kalmanın ve salgınla mücadele etmenin birinci koşulu iktidara karşı hayati bir direnişten geçmektedir. Devlet sadece sermayeye hizmet eden bir araç ise, onun her politikasına ve kurumuna karşı direnmek, payımıza ölüm düşen uygulamalarını reddetmek, koyduğu kurallara ve yasalara uymamak en meşru direniş biçimidir. Saraylarda günde 10 bin lira temizliğe harcanıyorsa, bütçe sermayeye destek kredileri ile talan ediliyorsa vergi vermemek, kredi borçları için gelen haciz memurlarını mahalleden defetmek, mahallelerimizde sadece A-101 ve BİM marketlerin kapısında bekçilik yapan, halka silah doğrultan, işini, ekmeğini, hakkını arayanlara cop kullanan, halk düşmanı polis güçlerinin bizim emniyetimizi sağlamadığını bilerek kendimizin ve birbirimizin güvenliğimizi sağlamanın, milyonlarca emekçinin hayatta kalmasının ön koşulu haline geleceğini göreceğiz. Hayatta kalmak iktidarın kendisine karşı direnişten geçmektedir. Madem devlet zenginleri koruyor biz de “halk halkı koruyacak” – kendi kendimizi yöneteceğiz. Hayatlarımızı hedef alan iktidar karşısında işyerlerinde, mahallerimizde yaşam komiteleri inşa etmeliyiz. Bunlar sadece dayanışma ağları değil, iktidara karşı mücadele odakları haline gelecek eylemli bir nitelikte kurgulanmalıdır. İletişim listelerinden, haberleşme kanallarına, iktidarın yalan bilgilerine karşı gerçekleri paylaşan, gıda, temizlik, bakım, sağlık, savunma komünleri kuran, mahallede kimsenin elektrik, suyunun kesilmesine müsaade edilmediği, kira ödemelerinin durdurulduğu, tek gelir kaynağı kira geliri olanında bu komite aracılığı ile yaşamsal ihtiyaçlarını karşıladığı, sağlık kurumları dışında her türlü devlet ve şirket kurumlarının mahalleye girmelerinin engellendiği, birleşik bir inşaya yönelmeliyiz. Birçok maddi değere nasıl ulaşılacağı ve temin edileceği meselesi dünya ve Türkiye halklarının tecrübesinde mevcuttur. Gezi Direnişi, Taksim Ayaklanması bu değerleri üreterek meydana taşımıştır. Dünyanın birçok yerinde halklar neye ihtiyaç duyuyorsa onu birlikte üretip birlikte tüketmektedir. On yıllardır ürettiğimiz, sofralarımıza koyamadığımız ürünler stokçuların, büyük holdinglerin depolarında beklemektedir. En yakınımızda ve neredeyse her mahallede ise vergilerimizin bağışlandığı, kamu arazilerinin peşkeş çekildiği, bizim olanın biriktirildiği iktidar yandaşı tarikat evlerinin olanakları kullanılmayı beklemektedir.

İktidar hayatlarımızı hedef alıyorsa, yaşamlarımız bir direniş mevziisine dönüşmelidir. Patronların, saraylının canı, ne kadar kıymetli ise hayatı üreten bizlerin de canı, çocukları paha biçilemez derecede kıymetlidir. Büyük bir isyanı örmeliyiz. Mahallelerde hükümet istifa sesleri yükselirken, sessizliğe bürünen sokaklarda, caddelerde isyan çığlıklarını büyütmeliyiz.

Bağışıklığımız bünyemize nüfus eden koronaya karşı direniş haline geçerek mücadele ediyor. Bağışıklığımız güçlü bir direniş gösterirse yaşam, direniş gösteremezse ölüm kazanıyor. Kapitalizm virüsü de aynı derecede toplumsal hayatımıza saldırı içerisinde, iktidara karşı yaşamlarımız direniş halini alırsa ve en büyük bağışıklığımız ortak örgütlenme inşa edilirse yaşam, aksi halde ölüm kazanacak.

*Gilles Deleuze

Paylaşın