Emek - Sermaye, Musa Piroğlu, Umut Yazıları

İşçi sınıfı sözcülerini kendisiyle beraber dövüşmeye çağırıyor – Musa Piroğlu

Ülkenin her yerinde işçiler ayağa kalkmış durumda. İşçiler kendilerine dayatılan kölece çalışma koşullarına ve düşük ücret politikalarına karşı harekete geçiyor. İşçi direnişleri şehirden şehire sıçrayarak ve sektörlere yayılarak devam ediyor. Trendyol işçilerinin kazanımla sonuçlandırdığı direnişin diğer sektörlerdeki işçi hareketlerini de tetiklediği görülüyor. Bazı çevreler tarafından bir dalga olarak tarif edilen süreç, henüz başlangıç aşamasında olmasına rağmen, tüm topluma ve muhalefet hareketlerine umut vadediyor. İşçi hareketine, sokaklarda büyümeye başlayan zam karşıtı eylemler eşlik ediyor. Sene başına denk gelen hareket yavaşlamış, tepki durağanlaşmış gibi görünse de ülke halkları ağır bir yoksullukla boğuşmaya devam ediyor. Yoksulluğun yarattığı öfke adım adım sokağa yansıyor ve iktidara yöneliyor. Elektrik faturaları üzerinden kristalize olan tepki sokağa çıkar çıkmaz ‘Erdoğan istifa’ sloganlarının atıldığı iktidar karşıtı eyleme dönüşüyor. Ağırlaşan ve derinleşen yoksulluk tabanda sadece öfkeyi tetiklemiyor, iktidar ağır bir hegemonya kaybı yaşıyor. Sınıf kini adım adım büyüyor.

İşçi hareketleri sadece ücret zammı temelinde şekillenmiyor. İşçiler, çalışma koşullarının düzeltilmesini istiyor. Sermaye ve iktidarın el ele bir cehenneme çevirdiği üretim süreci ve çalışma koşulları karşında işçiler, bu cehennemin kapılarını zorluyor. Patronlar, iktidar yardımıyla ülkeyi sadece bir ucuz işgücü cennetine çevirmekle kalmadı, aynı zamanda işçi sınıfına kölece çalışma koşullar dayatıldı. Patronların iktidarı, kuralsız çalışmayı kural ve yasal hale getiren tüm yasal düzenlemeleri meclis çoğunluğuna dayanarak hayata geçirdi. Kuralsız çalışma kural haline getirilirken, işçi sınıfının bütün kazanımları yok edildi. Taşeron sistemi, güvencesiz ve örgütsüz çalışma temel çalışma şekli haline geldi. Ülke halklarının kaderini tek bir kişinin iki dudağına sıkıştıran iktidar, işçilerin kaderini ve yaşamını da patronun iki dudağı ve keyfiyetine sıkıştırdı. Otoriter emek rejiminin kurumsallaşması otoriter iktidar yardımıyla sağlandı.

İşçi hareketinin her hak arayışı, polis ve jandarma barikatları ile engellendi. Otoriter iktidar, otoriter emek rejiminin mimarı ve koruyucusu olarak işçilerin karşısına çıktı. İşçi hareketi kendi doğallığında otoriter iktidar yapısını da karşısına aldı. Sınıfın insanca yaşayacak ücret ve onurlu çalışma koşulları talebiyle başlayan her direnişi kendi doğasında ülkenin demokratikleştirilmesi talebini de beraberinde getirdi. Örgütlenme ve eylem özgürlüğü olmadan işçilerin haklarını geri alma ve genişletebilme şansı da yoktur.

Gündeme damgasını vuran ve herkesin yüzünü tekrar işçi sınıfına dönmesine yol açan direnişlerin tamamı güvencesiz ve sendikasız çalışmanın olduğu sektörlerde ortaya çıktı. Denilebilir ki; İşçilerin sendikasız olması onlara eylem özgürlüğü kazandırmıştır. Büyük konfederasyonlar çatısı altında örgütlenmiş mevcut sendikal yapıların, ağır bürokratizmin kıskacında, sınıfın büyüyen öfkesini frenleyen bir mekanizmaya dönüştüğü açığa çıkmıştır. Bu tespiti güçlendiren olgulardan birisi, bu büyük sendikaların son dönemde ülkede yaşanan ve travmatik sonuçlar doğuran pek çok olay karşısında, sessiz kalıyor olmasıdır. Sendikalar yaşanan hak kayıpları karşısında değil, işçilerin hayatını kâbusa çeviren yoksulluk karşısında da neredeyse sessiz kalmış ciddiye alınabilir hiçbir tepkiyi hayata geçirmemiştir. Aynı tepkisizlik, son döneme damgasını vuran direnişler karşısında da devam etmektedir. Tüm toplum işçilerle dayanışmaya girerken, konfederasyonlar suskunluğa gömülmüş direnişler ve direnen işçiler yalnız bırakılmıştır. Direnişler ülkedeki sendikal anlayışın tıkandığı yeri ortaya çıkarmış ve sendikacılığı sorgulanır hale getirmiştir.

Yoksulluk karşıtı hareketler ve işçi direnişleri gözünü olası seçime çevirmiş, bütün sorunların çözümünü kurulacak sandığa ertelemiş toplumsal muhalefetin gözünü de buralara dönmesine de yol açmıştır. Nasıl ki Kürt halkının kararlı ve örgütlü mücadelesi düne kadar” Kürtsüz” siyaset yapmayı marifet sayanların yüzünü Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesine dönmeye zorlamışsa bugün de işçi hareket aynı işlevi görüyor. Düne kadar işçi sınıfının bittiğini, yeni toplumsal ve sınıfsal dinamiklerin devreye girdiğini, sınıfın tarihsel rolünün tükendiğini savunanlar bir anda işçi sınıfının varlığını fark etmek durumunda kalmışlardır. Sokaktan uzak durmayı marifet sayıp, işçi sınıfını sendikal bürokrasinin insafına terk edip, siyaseti parlamentarizme sıkıştıranlar sınıfın varlığını, sokağın devindirici rolünü fark etmek zorunda kalmışlardır.

Sokağa çıkmayın çağrıları yapan CHP Sokak eylemleri örgütlemeye başlarken, yoksulluğu ve işçi sınıfını gündemine almayan muhalefet buraların örgütlenmesini tartışmaya başlamış bulunuyor. Gündeme gelen hareketler özellikle işçi sınıfı ekseninde ciddi ve korkunç bir boşluğun olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyor. İşçiler le harekete geçtiklerinde bağımsız küçük sendikalar haricinde kimsenin yanlarında olmadığını görüyorlar. Ne yazık ki sendikal rekabet ve dar grup hesapları buralarda da kendini hissettirmeye devam ediyor. Var olan sendikaların hiçbirisinin gelişmekte olan dalgayı arkasın alıp onu bir ileri aşamaya götürme potansiyeli henüz, görünmüyor. Söz konusu potansiyel var olan siyasi yapılar için de benzer bir duruma işaret ediyor. Gelmekte olan dalga sadece iktidarı ve sendikal anlayışları değil solun siyaset yapma tarzını da sorgulamaya zorluyor.

Aynı sorgulama zorlaması, HDP için de gündeme geliyor. Tabanının tamamına yakını yoksullardan ve işçilerden oluşan HDP’nin, sınıf alanına dair bakışını ortaya koyacak, bu alanı örgütlemeye soyunacak görünür bir çabası ne yazık ki ortaya çıkmıyor. Neredeyse bütün işçi hareketlerinin içerisinde politik olarak var olan parti, bu alanı örgütleyecek bir araçtan yoksun olduğu için, söz konusu mücadelelere destek ziyaretlerinden öte bir katılım sağlayamıyor. Oysa var olan direnişler emek mücadelesinin iktidar karşıtı bir mücadeleye dönüşmeden başarılı olamayacağını ve iktidarı devirmenin yolunun emek güçleri ile Kürt halkının birlikteliğinden geçtiğini ortaya çıkarıyor. HDP açısından gündeme gelen işçi ve yoksul hareketleri şovenizmin etkisinin kırılmasını sağlayacak önemli dinamikleri barındırıyor. Gelişmekte olan süreç kaçınılmaz bir şekilde sınıf mücadelesinin güçleneceği ve iktidara karşı dinamiklerle buluşacağı bir sürece işaret ediyor. Gelmekte olan dalga sadece iktidar ve sermaye değil sınıfı unutup sokaktan kaçınan sol siyasetler açısından da yıkıcı bir karakter taşıyor. İşçi sınıfı, yoksul halk kitleleri kendi sözcülerini, barikatların önünde kendi yanında görmek istiyor. İşçi sınıfı onun sözcülüğüne soyunanları yanında mücadeleye çağırıyor.

Paylaşın