Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Batılı egemenlerin gerçekliğe karşı umutsuz savaşları: Gazze – Cenk Ağcabay

2019 yılının Mayıs ayında Alman parlamentosunda kabul edilen bir yasa üzerine yazmıştım. Bu yasanın Almanya’da yükselmekte olan anti-semitizmle mücadeleyi hedeflediği belirtilmişti. Yazımda İsrailli Yahudi Ilana Hammermann’ın o günlerde Haaretz gazetesinde yayımlanan yazısından parçalar alıntılamıştım, yazar “Annemin ailesini ve milyonlarca insanımızı katletmeniz gerçeği size kimin anti-semitik olduğunu belirleme hakkını vermez Almanya. 17 Mayıs 2019’da Bundestag’dan çoğunluk oyuyla geçen yasayla siz esas bunu iddia ediyorsunuz” diyordu. Hammermann İsrail’e Boykot Kampanyası (Boycott, Divestment, and Sanctions – BDS / Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) olarak gelişen uluslararası hareketin İsrail’deki aktif yürütücülerindendi. Yazısın başlığı ironi yüklüydü: “Bundestag Üyeleri Ben Bir Anti-Semitik miyim?”

Hammermann yasa metninin “yanlış, kafa karıştırıcı ve dolambaçlı” olduğunu ve örtülü olarak BDS hareketini engellemeyi amaçladığını, yasanın İsrail devlet politikalarını eleştirmeyi anti-semitizmle özdeş kıldığını ortaya koyuyor; kendisinin bir İsrailli Yahudi olarak hem boykot hareketinin yürütücüsü olduğunu hem de İsrail devletinin ırkçı ve işgalci politikalarını eleştirdiğini belirtiyordu.

Hammermann “Yeni yasanızda, ‘anti-semitizm İsrail’in kendi güvenliğini savunmasını reddeder’ yazmışsınız ama İsrail’in 40 yıldır havadan, karadan, denizden bomba yağdırarak sürdürdüğü yüzbinlerce insanın yaşamını mahveden ve ‘İsrail’in güvenliğini korumayı hedeflemeyen’ Lübnan’dan Gazze Şeridi’ne uzanan saldırgan savaşlarına metinde hiç değinmemişsiniz” diyor ve ekliyordu “Beni anti-semitik olarak tanımlayamazsınız çünkü ben işgal altındaki topraklarda üretilen İsrail ürünlerinin boykot edilmesinin, İsrail devletinin ekonomik ve kültürel olarak boykot edilmesinin işgalin sonlandırılmasının ve İsrail devletinin işgal altında tuttuğu topraklardan çekilmesinin yegâne barışçıl yolu olduğuna inanıyorum. Bu tür bir politik boykotun Nisan 1933’te sizin ülkenizde Nazilerin Yahudi işletmelerine uyguladığı kanlı ve ırkçı boykotla kesinlikle uzaktan yakından alakası yoktur.”

Almanya’daki yasanın benzerleri ABD, Fransa ve başka bazı Batılı ülkelerde de yürürlüğe girmişti. Siyonizm’in etki alanını açık biçimde gösteren bu yasalarla esas olarak solun Filistin halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışma geleneğini kriminalize etmek, solu itibarsızlaştırmak hedefleniyordu. Bu yasalarla Batı’da İsrail’in işgal ve katliam yapma özgürlüğüne yasal bir zırh giydirilmek istenmişti. Aynı dönemde İngiltere İşçi Partisi başkanlığını yürüten Jeremy Corbyn “anti-semitizm” suçlamasıyla yoğun bir saldırı altındaydı. Corbyn politik geçmişi boyunca enternasyonalist bir çizgiyi korumuş, ezilen halklarla dayanışmayı ve buna bağlı olarak Filistin halkıyla dayanışmayı temel almıştı. Irkçılık karşıtı mücadelede hep önde yer alan Corbyn’e yönelen ağır saldırılar sonuç verdi. Corbyn İşçi Partisi liderliğini kaybetti. Saldırının en önemli aracı Corbyn’in bir FKÖ komutanının mezarı başında Filistinlilerle beraberken çekilmiş eski bir fotoğrafıydı. Onun yerini Keir Starmer aldı. Starmer geçtiğimiz gün bir gazetecinin “Gazze’deki sivil ölümler hakkındaki” sorusuna, “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” sözleriyle yanıt verdi. Corbyn devrilmeseydi farklı bir yanıt verecekti.

Corbyn sadece ezilen halklarla dayanışmıyordu, İngiltere’de emekçiler üzerindeki egemen sınıf tahakkümünü sorguluyor, kamusal kaynakların yoksullara yönlendirilmesini içeren bir sosyal devlet modelini gündeme getiriyordu. İngiltere’nin emperyalist sistem içindeki konumunu eleştiriyor, farklı dış politika önermelerini dillendiriyordu. NATO’yu eleştiriyor, Batı’nın çeşitli ülkelere uyguladığı ekonomik yaptırımlara karşı çıkıyordu. Corbyn emperyalist-kapitalist sistemi proleter zor yoluyla yıkmayı savunan bir devrimci değildi, reformist İşçi Partisinin başkanıydı. Sistemin yarattığı derin çelişkilerin sonuçlarını görüyor ve sistemi içeriden reforme etmek istiyordu. Bu bile çok gelmişti. İpi çekildi.

Corbyn’in ekibi tasfiye edildi, zaten bir grup anti-semitik ırkçı ve geri kafalı solcudan ibaret değil miydiler? Starmer’ın yolu açıldı…

Filistin direniş güçlerinin İsrail’e yönelik 7 Ekim operasyonu sonrası emperyalist Batı’da yeni bir histeri dalgası hız kazandı. Nasıl olurdu, senelerdir elleriyle büyütüp besledikleri evlatlarının bir kağıttan kaplan olduğu apaçık gözler önüne serilmişti. Milyar dolarlar harcanarak kurulan modern getto duvarları çıplak ayaklıların darbeleriyle yerle bir olmuştu. Kısa bir süre içinde yüzlerindeki maskeler bir daha dönmemek üzere uçtu gitti. Ortalık toz duman oldu. Bütün anlı şanlı devlet ve hükümet başkanları Tel Aviv’i yol etti. Kiev kıskançlıktan çatlamaya başladı. Esas fedai kendisi değil miydi yoksa? Batı’nın değerleri ve hedefleri için en iyi kendisi savaşmıyor muydu? Neydi bu İsrail sevdası böyle? Peki ya beklenen silahlar, paralar ne olacaktı? Bunları İsrail’le paylaşmak zorunda mı kalacaktı? Zelenskiy telaşlandı ama ABD başkanı Biden yaptığı bir konuşmada, ABD’nin 2 savaşı birden yürütecek gücü olduğunu, kimsenin huzursuz olmaması gerektiğini belirtti. Kimsenin endişelenmesine gerek yoktu, ne olacaktı ki biraz daha fazla dolar basacaklardı…

Bu histeri dalgasıyla birlikte artık Batı’da Filistin halkının yaşadığı tarihsel adaletsizlikten, topraklarının işgalinden, kendisinin mülteci olarak ya da kendi ülkesinde ikinci sınıf insan olarak yaşamaya mahkum edilmesinden yani hakikatten söz etmek yasak. Bir süre önce insanlığın kültür ve sanat birikimine önemli katkılar sağlayan Dostoyevski’yi, Çaykovski’yi, Puşkin’i Rus olduğu için yasaklayanlar şimdi Filistinli sanatçıları, onların ürünlerini ve Filistin bayrağını yasaklıyor. Yasaklara uymayanlar saldırı altında.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, Gazze’de İsrail’in hava saldırılarında bir günde 700’den fazla kişinin hayatını kaybetmesi ve hastanelerin yakıt yokluğundan kapanmaya başlamasının ardından yaşanan “dev acıya” son vermek için acil ateşkes çağrısında bulundu. Guterres, Gazze’ye yönelik bombardıman ve ablukanın “Filistin halkının toplu cezalandırılması” anlamına geldiğini ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini söyledi. Guterres “Dev acıları dindirmek, yardımların daha kolay ve güvenli bir şekilde ulaştırılmasını sağlamak ve rehinelerin serbest bırakılmasını kolaylaştırmak için acil insani ateşkes çağrımı yineliyorum” dedi.

Guterres, 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırıların ‘dehşet verici’ olduğunu ancak “bunun bir boşlukta” gerçekleşmediğini söyledi. “Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakılıyor” dedi. “Topraklarının yerleşim yerleri tarafından sürekli olarak yutulduğunu ve şiddetle boğuştuklarını; ekonomilerinin boğulduğunu; insanlarının yerlerinden edildiğini ve evlerinin yıkıldığını gördüler. İçinde bulundukları kötü duruma siyasi bir çözüm bulunması yönündeki umutları da giderek yok oluyor.” dedi.
Sen misin bunları söyleyen? Birleşmiş Milletler Başkanı olsan ne yazar? İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen Guterres’le önceden planlanmış toplantısını iptal ettiğini duyurdu. İsrail’in Birleşmiş Milletler Temsilcisi Gilad Erdan Guterres’in istifasını istedi. Erdan, “BM temsilcilerine vize vermeyi reddedeceğiz. Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths’in vizesini zaten reddetmiştik. Onlara bir ders vermenin zamanı geldi” dedi. Kısa bir süre sonra görüldü ki, Guterres dersini hemen almıştı. Anlaşıldığı kadarıyla böyle yersiz konuşmalar yaptığı için efendileri kulaklarını çekmişti. Yeni bir açıklama yaptı ve “Bazı ifadelerimin yanlış yorumlanması karşısında şoke oldum… Sanki, Hamas’ın terör eylemlerini meşrulaştırıyormuşum gibi. Bu yanlış. Tam tersiydi” dedi. Oysa kulağının çekilmesinin nedeni direniş güçlerinin eylemini kınamaması değil bunun yanı sıra Filistin hakkında tarihsel hakikati dile getirmesiydi.
İsrail hep yaptığı gibi Gazze’de yeni bir “ölüm karnavalı” düzenliyor ve ABD başkanı, AB devlet başkanları bu karnavalın baş konukları.

Konuklar sürekli olarak “Bu karnavala biz daha fazla nasıl katkı sunabiliriz, neye ihtiyacınız var lütfen söyleyin” diyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada, “İsrail’in Hamas’ı yok etmek için henüz yapacak işleri var. Bu nedenle ateşkes çağrısı yapmıyoruz ancak bazı ‘insancıl aralar’ verilebilir” dedi. Kitle katliamlarına bazı ‘insancıl aralar’ verilebilirmiş. Şaşırtıcı değil, Avrupa Birliği de efendisi ABD ile aynı fikirde.  AB Komisyonu sözcüsü “ateşkes çağrısı yapmıyoruz, İsrail’in kendini savunma hakkı var” dedi.
İsrail yeni katliamlarını direniş güçlerinin 7 Ekim operasyonuyla gerekçelendiriyor ancak Lübnan, Suriye ve Batı Şeria’yı da bombalıyor. 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’da öldürülen Filistinli sayısı 100’e yaklaştı. 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’da tutuklanan Filistinli sayısı 1200’ü aştı. İsrail bunları yaparken arkasındaki sağlam ABD ve AB desteğine dayanıyor ancak Batı Şeria’daki Filistin yönetimi de İsrail’le işbirliğini sürdürüyor. Öyle ki, Batı Şeria’daki Filistinlilerle görüşen Guardian gazetesi muhabirleri bile yaptıkları özel haberde, “Filistin Yönetimi ayrıca güvenlik konularında İsrail ile işbirliği yaptığı için hiç sevilmiyor. Filistin Yönetimi güvenlik güçlerinin Gazze’deki savaşa karşı yapılan protestoları göz yaşartıcı gaz ve plastik mermilerle bastırması, Filistin Yönetimi’nin artık Filistin halkını temsil etmediği düşüncesini daha da pekiştirdi” biçiminde yazıyorlar. Haberde, bir Filistinli gencin “Filistin Yönetimi İsraillilerle birlikteymiş gibi davranıyor.” sözlerine yer veriliyor.

Filistinli genç, “Benim kuşağımın neden sonu gelmeyen bir işgalden umudu olmadığı ve çözümün milislerde olduğunu düşündüğü çok açık.” diyor. Filistinli genç umutlarının Batı Şeria’da faaliyet yürüten direniş güçlerinde olduğunu dile getiriyor. Görüşülen Filistinlilerin üzerinde ortaklaştığı noktalardan birisi, “Batı Şeria’nın patlamaya hazır” olması. Vurgulanan bir başka öge, İsrail’in Filistinlileri bölmeye çalışmasına rağmen Filistin halkının acılarının ortaklığı. Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarının mantığı tam olarak bu gerçekliğe dayanıyor. Sömürgeci İsrail ancak Filistinlileri itaatkar kılarak var olabileceğini çok iyi biliyor, bunun için direniş kapasitesini yok etmesi gerekiyor. ABD bunun gerçekleşmesini istiyor. ABD bunun için şehir savaşı deneyimine sahip bazı komutanlarını İsrail’e gönderdi. İsrail ordusuna danışmanlık yapacaklarmış. Bunların en tanınanı ABD’nin Felluce ve Musul operasyonlarında yer almış Korgeneral James Glynn.

ABD’nin İsrail eliyle Filistin halkına karşı açtığı yeni savaşın kodlarını Felluce deneyiminden bulmak mümkün. Felluce ABD’nin 2003 Irak işgalinde karşılaştığı en büyük direniş merkeziydi. Felluce’deki uzun süreli direniş ABD egemenlerini telaşa düşürmüştü. 26 Nisan 2004’te Felluce’deki direniş karşısında benimsenecek tutum hakkında yazan Wall Street Journal editoryası o günlerde Amerikan egemenlerinin konuya genel yaklaşımının temsil edici bir örneğini sergilemişti. Editorya, “isyancılar eninde sonunda yenilmek zorundalar, bu diplomasiyle değil silahlarla gerçekleşecek. Gösterilecek ‘en ufak zayıflık’ sadece onları Felluce’de ya da başka yerlerde saldırı düzenlemek için daha fazla cesaretlendirmeye yarayacaktır” diyor ve ölümcül bir hamle yapılması gerektiğini belirtiyordu.

Fox News’te askeri konular hakkında yorumculuk yapan emekli Amerikan ordusu Generali Tom Mcnerrey, “Bütün iyi siviller şehri terk etti. Sivil kayıplar konusunda kaygı duymamız için neden yok, acımasız olmak zorundayız. Eğer Felluce’yi Kartaca’ya çevirmek zorundaysak, o zaman Felluce’yi Kartaca’ya çevirmeliyiz!” diyordu. Söylenenleri yaptılar, Felluce’de taş üstünde taş bırakmadılar. “İyi siviller” gitmiş, “kötü siviller” kalmıştı. Onları topluca imha ettiler. O günlerde New York Times gazetesine konuşan Amerikan Deniz Piyadelerinin Irak’taki komutanlarından Carl E. Mundy uyguladıkları taktiklerin, “İsrail’in işgal altındaki topraklarda uyguladığı taktiklere benzediğini” söylüyordu.

Şimdi sıra geldi Gazze’deki “kötü sivillere”… Böyle olduğu için, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby geçtiğimiz gün İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sivil katliamlar üzerine bir soruya yanıt verirken, “Bu bir savaş. Kanlı, çirkin, pis ve suçsuz siviller de ölecek.” dedi. Kanlı, çirkin, pis savaşlarında öldürüyorlar, öldürecekler. Hep olduğu gibi…

ABD Başkanı Biden’da dün Beyaz Saray’ın bahçesinde gazetecilere açıklamalar yaptı. Bir gazetecinin “Gazze’de çok sayıda sivil ölüm olduğu söyleniyor. Sizce İsrail savaş hukukuna, uluslararası hukuka uyuyor mu, bu konuda ne dersiniz” sorusuna şöyle yanıt verdi: “İsrailliler bana şöyle söyledi. Filistinlilerin ölümlerin sayısı hakkında doğru söylediğine dair hiçbir emare yok. Eminim ölen masumlar vardır. Bu savaşmanın bir bedelidir.”

İngiltere’nin Bradford Üniversitesi Barış Çalışmalarından Profesör Paul Rogers “İsrail’in kara operasyonu nasıl sonuçlanır ve nasıl başarısız olur?” başlıklı yazısında, “Bu savaş Hamas ile İsrail arasında 2008’den bu yana yaşanan beşinci savaş. Önceki dört savaş ve buna bağlı şiddet 5,365 Filistinlinin ve 308 İsraillinin hayatına mal oldu” diyor. Hafızasını yitirmiş olanlara bunları bir kez daha tekrarlamak gerekiyor, gerçek bu bilim insanının yazdığı gibidir. Bu rakamlar eksik olmakla birlikte gerçeğe büyük ölçüde ışık tutmaktadır. Rogers yazısında İsrailli yerleşimcilerin şiddet ve toprak gaspı eğilimlerine dikkat çekerken, Batı Şeria’da Filistinlilerden daha az sayıda olmalarına rağmen bu grupların sadece bu yılın başından eylül ayına dek 189 Filistinliyi öldürdüklerini ve 8000 Filistinliyi yaraladıklarını not ediyor. Rogers’a göre, bir kara operasyonunun askeri sonucu ne olursa olsun sadece sorunu daha da derinleştirecektir. Rogers bir kara operasyonunun Batı Şeria’da yaratacağı etkilere ve burada çatışmaların şiddetlenme potansiyeline dikkat çekiyor.

Rogers acil barış talebi yükseltilmediği takdirde her durumda daha şiddetli çatışmaların kaçınılmazlığına vurgu yaparken, “küresel güneyin büyük bölümünde ve Ortadoğu’da İsrail karşıtı bir ruh halinin” büyümekte olduğuna işaret ediyor. Rogers’ın dikkat çektiği nokta doğru ama eksik sadece küresel güney ve Ortadoğu’da değil Batı’da da geniş kitlelerde “İsrail karşıtı bir ruh hali” büyümektedir. Hemen her büyük Batı şehrinde alanları ellerinde Filistin bayraklarıyla dolduran kitleler İsrail karşıtı pozisyonlarını ortaya koyuyorlar hem de tüm yasaklamalara, karalama kampanyalarına ve tehditlere rağmen.

Batılı emperyalistler Gazze’de bütünüyle teşhir oldukları, maskelerini geri dönmeyecek biçimde yitirdikleri için Felluce seçeneğine oynuyor. Bir taraftan da paslanmış “anti-semitizm” silahını kullanmaya çalışıyor. Jean-Luc Mélenchon Fransa’da Boyun Eğmeyen Fransa hareketinin lideri. Onun politik açılımlarında, işçi haklarının genişletilmesi ve sosyal devlet siteminin güçlendirilmesi, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri düzeltmek için zenginliğin yeniden dağıtılması başlıkları öne çıkıyor. Fransa’da cumhurbaşkanlığı yetkilerinin azaltılmasını ve bu yetkilerin meclislere devredilmesini öneriyor. Göçmenlik yasalarının yumuşatılması ve göçmen haklarının genişletilmesi de onun öne çıkardığı bir başka başlık. Mélenchon Fransa’nın NATO üyeliğini sorguluyor. Ezilenlerle dayanışma perspektifini benimsiyor ve Filistin halkının özgürlük mücadelesine sahip çıkıyor.

Sen misin bu saçmalıkları dile getiren? Sahte solcu Guardian gazetesi tam da bu hassas süreçte Batılı değerlerle aynı hizaya gelmeyen Mélenchon’a dersini vermek için harekete geçti. Şöyle yazmış Guardian, “Bir insanı yönlendiren derin değerleri bilmek istiyorsanız, bazen kime hayranlık duyduklarına, kimi otobüsün altına attıklarına ve kimi kayıtsız şartsız kınamayı reddettiklerine bakmanız gerekir.” Buradaki bir insan Mélenchon. O Hugo Chavez’e ve onun Bolivarcı anlayışına hayranlık duymuş. Bu birinci suç oluyor. Rusya’nın Avrupa için ciddi bir tehdit olduğu düşüncesini reddederek Putin’in propagandasını yapmış. Bunlarla da kalmamış, 7 Ekim’den sonra “Tüm hayatlar önemlidir” mesajını paylaşmış.

Bu yetmezmiş gibi, onun partisi 7 Ekim’i, “İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal politikasını yoğunlaştırması bağlamında gerçekleşen Filistinli güçlerin silahlı saldırısı” olarak nitelemiş, Hamas’ın dilini kullanmış. Partinin bir milletvekili Hamas için “bir direniş örgütü” ifadesini kullanmış ama Melenchon bunu görmezden gelmiş. Bu kadarla da kalmamış, geçtiğimiz hafta sonu Paris’te düzenlenen büyük bir Filistin yanlısı mitingin ardından Mélenchon kalabalığın fotoğrafını “Burası Fransa” sözleriyle paylaşmış.

Öfkeden deliye dönmüş Guardian, Melenchon’un “anti-semitizm” suçlamalarını reddetmesine inanmamış. Muhtemelen yok ki herhangi bir kanıt da sunmuyor ama solda anti-semitizmin gelişmesi kapsamı içine girebileceği gibi bir iddia da bulunuyor. Guardian Melenchon’un “ateş, öfke, devrim ve gerçeklikten kopuk bir Fransa vizyonunu körüklemekle ilgileniyor” olmasından çok rahatsız ve Fransa soluna ülkeyi tehlikeye düşüren bu adamı “başlarından atmaları” çağrısı yapıyor. Oysa Melenchon’un “ateş, öfke, devrim” ile hiçbir alakası yok. Tersine o “ateş, öfke, devrim” ortalığı sarmasın istiyor. Bunun için düzeni reforme etme önerileri sunuyor. Fransa’da gelişen göçmen gençlik ayaklanmasının “terörizm, çapulculuk” olarak ele alınmasını eleştiriyor. Göçmen gençlerin maruz kaldığı eşitsizliklerin, ırkçılığın, adaletsizliklerin düzeltilmesini istiyor. Aynı taleplerini Filistin halkı için de yineliyor. Batı’da kurulu düzenin buna bile tahammülü yok. Emperyalist Batı egemenleri gerçekliğe savaş açmış durumda, gerçekliğe karşı imkansız savaşlarını büyütüyorlar.

İsrail Batı Şeria, Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırılarıyla savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor. Hizbullah İsrail saldırılarına karşılık verirken, ABD’nin Suriye ve Irak’taki askeri üsleri saldırıların hedefi oldu. Pentagon saldırılarda 30 askerinin yaralandığını açıkladı. Bölgeye yeni hava savunma sistemi, savaş uçağı ve askeri malzeme gönderiyorlar. ABD’nin İsrail’den kara operasyonunu bu yeni silah takviyeleri bölgeye ulaşana dek ertelemesini istediği basına düşen haberler arasında. ABD ve İsrail bölgede büyük bir yıkıma yol açacak geniş kapsamlı bir savaşın hazırlıklarına hız vermiş durumda. Filistin halkı ve onun destekçileri direnişi seçeceklerinin mesajını eylemleriyle ortaya koyuyor. Bu savaşın engellenmesi ve bölgenin yeni yıkım sürecinden korunmasının temel koşulu uluslararası proletarya ve halk sınıflarının alanları caddeleri doldurması, hayatı durdurmasıdır. Dünya çapında eylem ve etkinliklerin yükseltilmesi tüm devrimci demokratik güçlerin temel görevidir. Filistin Halkının kitlesel olarak katledilmesini engellemek için sokağa, eyleme!

Paylaşın