Kadın - LGBTİQ+, Şen Süer, Umut Yazıları

Mülteci Kadın+ Hikayeleri: “Odam Kireç Tutmuyor” – Şen Süer

“Ne hoş bir güzelliği vardır;

Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin.

Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların.”

Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda

Bürodan tam çıkmak üzereydik, ceketlerimizi giymiş, çantalarımızı almıştık bile. İki arkadaşım koridora çıkmıştı, ben kalan arkadaşa son bir şey söylemek üzere henüz bürodaydım.

O esnada, kampımızda üç haftalığına okul stajı yapan 16 yaşındaki genç kadının gene gencecik bir bekâr anneyi, burada ceylan anlamında verdiğim adla Silan’ı kolundan tutarak getirdiğini gördük. Silan kendini stajyere bırakmış, yanında 2 yaşındaki oğluyla robot gibi yürüyordu upuzun koridorda. Bürodan içeriye girdiklerinde, Silan’ın gelişigüzel başına attığı eşarbın üzerinde kan gördük. Tanık olmadığımız ama dolaylı olarak duyduğumuz erkek şiddetinin hedefi olduğunu bildiğimizden hemen harekete geçtik.

Ceketlerimizi geri çıkarıp çantalarımızı bıraktık. Silan’ı oturttuk. Stajyer, Silan’ı tramvayda gördüğünü, başındaki kanı fark edince ona kampa kadar eşlik etmesi gerektiğini düşünüp yanımıza getirdiğini anlattı.

Silan iyi ki kampın yakınlarında oturan stajyere rastlamış ve yine iyi ki gencecik stajyer içgüdüyle yapılması gerekeni akıl edebilmişti. Yoksa kadın, adeti olduğu üzere büroya hiç uğramadan dosdoğru odasına çıkacak, derdini tasasını herhalde en fazla arkadaşlarıyla paylaşacak, belki bunu bile yapmayacak, oğlunun karnını doyurduktan sonra çaresizliğin en büyük çarelerinden uykuya sığınacaktı.

Silan müslüman bir Afrika ülkesinden geliyor, şimdi 25 yaşında, o zamanlar çok daha gençti, biblo bebek gibi, gencecik bir kadın. Tek başına gelmiş Almanya’ya. Az İngilizcesi, ondan da az Almancası var. Hep güler yüzlü, sakin, suskundu. Büroya mektuplarını almaya gelirdi sadece, bunları okutup açıklattırır, bürokratik sorunlarının çözülmesi için yardım alır, başka hiçbir konuda bize başvurmazdı. Gençlik Dairesi’nin atadığı, aile yardımcısı denen bir görevli ona yardımcı olduğundan biz de üstüne gitmezdik.

(Silan başka bir kamptan bize gönderildiğinde o kampın çalışanlarından bir kadın meslektaşım beni arayıp, “Şen, bu kadın imam nikahlı kocasının evinde kalıyor aslında. Bizim kamptaki adresi sadece göstermelik. Kocasından dayak yiyince -arkadaşımın sözü, benim değil- bir süreliğine oğluyla kampa geri dönüyor, sonra tekrar adamın yanına gidiyor. Bunu defalarca yaptı. Sen onunla adamakıllı bir konuş. ‘Tekrar kocanın yanına dönersen seni bir daha kampa almam,’ de,” diye bana akıl verdi kendince.

Eski Sovyet ülkelerinden birinden gelen bu arkadaşımı çok severim; soprano sesli, dünya kadar müzik aleti çalan, çok becerikli, bir o kadar da geleneksel bir kadındır. Bana bunları söyleyince içim çok acıdı. Bir kadın ne yaşarsa yaşasın, nasıl “hatalar” yaparsa yapsın, hatta başkalarının hata gördüklerini defalarca yapmış olsun, kendini hazır hissedene kadar sığınabileceği, kendine ait bir yere; yerini bildiği, gitmeyi akıl edebileceği ve onu açık kollarla, önyargısız karşılayacak bir kişiye sahip olması çok önemli bir dayanak, tutunulabilecek bir duba. Bu hepimiz için böyle de, yabancı bir ülkede küçücük bir çocukla tek başına kalmış bir mülteci kadın için yaşamsal bir önemi haiz.

Ama önce böyle bir yeri, böyle bir kişiyi var etmek, bu empatiye sahip olmak, bu sarıp sarmalayıcılık bilincini kazanmak gerekiyor. Durup dinlenmeden anlamaya çalışmak, öğrenmek, sorgulamak, kendi küçük kadın meclislerimizi kurmak lazım. Arkadaşımın kendisi bunlara sahip değil ki, başkalarına da verebilsin. Bekâr erkeklerin olduğu bir kampta, hep erkek meslektaşlarla çalışıyor, bizim gibi kadınlarla -meslektaş olarak kadınlarla da- çalışmanın sağladığı kendini geliştirebilme olanaklarına sahip değil. Danışmanın da yardıma ihtiyacı oluyor bazen, biz kadınlar böyle böyle öğreniyoruz birbirimizden.

Arkadaşıma dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum, bilmiyorum.)

Silan, anladığınız üzere çocuğunun babasından şiddet görmüştü: sokak ortasında, uluorta, herkesin içinde, çocuğunun gözü önünde! Çocuğunu yuvadan almaya gittiğinde fail de oraya gelmiş, çocuğu alıp kendi evine götürmek istemiş, Silan, “Çocuğun karnı aç, doyurayım, ondan sonra alırsın,” deyince de kadını boynundan kavrayıp başını yuvanın duvarına defalarca vurmuştu.

Bir allahın kulu da çıkıp Silan’ın yardım çığlıklarına koşmamış, tek bir kişi yanına gelmemiş, tek bir kişi polis çağırmamış, Silan da çaresiz çocuğunu alıp tramvaya binmiş, gidebileceği tek yere, kampa gelmişti. Kafasındaki tek düşünce, bir an önce oğlunun karnını doyurmaktı, aklına başka hiçbir şey gelmemişti.

İyi ki stajyer onu görmüştü, yine iyi ki hemşerisi, dildaşı meslektaşımız o gün bürodaydı. Hemen bir plan yaptık. Ben ve Silan’la aynı dili konuşan iş arkadaşım büroda kalacaktık, öteki iki kadın mesaileri bittiğinden gidebilirlerdi -gitmeyi tercih etmediler gerçi, onlar da sonuna kadar kaldılar. Stajyer de gitmedi.

Silan belli ki şok yaşıyordu, tepkisizdi. Birimiz ona su getirir, çay yaparken ötekisi polisi, bir diğeri ambulansı aradı. Erkek şiddeti ya, polis şov yaparcasına geldi kampa. İkisi kadın ötekiler erkek olmak üzere altı yedi kişilerdi. İki polis -biri erkek öteki kadın- büroda kaldı, ötekiler tüm giysileri, silahları, copları, telsizleri ve bütün korkutuculuklarıyla büronun önünde, koridorda dikildiler.

(Düşünün, mültecisiniz, hele bir de kadınsınız, kim bilir nasıl bir yolculukta, hangi ülkenin hangi polisinin, memurunun, insan kaçakçısının şiddetine, tacizine, bazen tecavüzüne maruz kalmışsınız, kim bilir kaç erkek -veya kadın- sizi itip kakmış, aşağılamış, her tür otoriteden, üniformadan ölümüne korkarsınız elbette. Arama emri olmadan odanıza ne yabancılar dairesi girebilir ne polis aslında, ama sizin bundan ve öteki haklarınızdan çoğunlukla haberiniz olmaz. “Ağzına vur lokmasını al” misali bir ürkekliğe bilerek isteyerek mahkûm ederler ki kıpırdamaya cesaretiniz, mecaliniz kalmasın.

Bir meslektaşım anlattı, sabahın çok erkek bir saatinde yabancılar dairesi polisle birlikte bir Çeçen aileyi sınır dışı etmek üzere onun yöneticilik yaptığı kampa gelmiş. Arkadaşım arama emri, polis memurlarının giysilerinde yazılı olması gereken göğüs numarasıyla ilgili sorulara yanıt alamayınca ailenin oturduğu odanın kapısını açmayı reddetmiş. “O zaman demiş,” polis şefi, “ben de kapıyı kırarım.” Arkadaşım kapının ardında uyuyan üç çocuk olabileceğini, uykudayken tekme darbesiyle açılan bir kapının çocuklarda yaratabileceği ağır psikolojik tahribatı düşünerek mecburen anahtarı vermiş polis şefine. Neyse ki oda bomboşmuş, aile orada değilmiş.

Tanıdığım bir Çeçen ailenin çocukları gece saat 3 civarında benzer bir deneyim yaşadığından polis gelecek korkusuyla bütün gece uyuyamıyor, sabah da doğal olarak okula gidebilecek halleri kalmıyordu. Mülteciyi her an tetikte yaşatmak ana prensiptir burada ve herhalde her yerde.)

Ambulansla gelen doktor yaşlıca bir adamdı, uzun uzun muayene etti Silan’ın başını. Durumunda akut bir tehlike görmemesine rağmen onu hastaneye götürmekte ısrar etti, ancak Silan diretti gitmemek için. “Önce oğlumun karnını doyurayım, karnı aç onun,” dışında başka lâf etmiyordu. Çocuğa meyve, bisküvi falan verdikse de Silan için oğlunun karnının doğru dürüst bir yemekle doyması her şeye galebe çalıyordu, sadece buna odaklanmıştı. Aklını başka şeylere vererek kendi durumunu düşünmekten kaçmanın bir yoluydu bu herhalde.

Doktor yaraya pansuman yaptı, “Gece yalnız kalmazsa iyi olur,” dedi, kendini kötü hissederse acile gitmesini söyledikten sonra gitti. Sabırsızlıkla sıranın polise gelmesini bekledik bu arada. Dışarıda koridorda iş arkadaşlarım, stajyer, dört-beş silahlı polis, çocuklarını telaşla koridordan odalarına sokan anneler ve meraklı bir kalabalık birikmişti.

Silan polise yaşadıklarını anlattı, ama failin evinin yerini biliyor da sokağın adını ve bina numarasını kestiremiyordu. Neyse ki failin eskiden yaşadığı kamp bizim şirkete aitti, yoksa veri koruma yasası gereği başka bir kamptan bir mülteciye ait bilgi alamazdık. Yine neyse ki bir meslektaşımız henüz mesaisini bitirmemişti de arşivden failin tam adını, doğum tarihini ve evinin adresini bulabildik ve Silan suç duyurusunu yapmış oldu. Sonradan bize suç duyurusunda bulunma kararını vermekte zorlandığını, verince de içinin bir anda ferahladığını anlattı.

Polis gittikten sonra Silan’a odasında yalnız kalmamasının daha iyi olacağını söyledik, gidebileceği bir arkadaşı olup olmadığını sorduk. Yok, Silan önce çocuğunun karnını doyuracaktı, hiçbir yere gidemezdi, zaten doktor, polis derken çocuk iyiden iyiye aç kalmıştı. Kampta onun memleketinden bir kadın daha vardı esasen, ama Silan yaşadıklarının başkalarınca duyulmasından mı utanıyordu, failin korkusundan mı birilerine bir şey anlatmak istemiyordu, yoksa fazla yakın olmadığı o kadına mı özel olarak içini açmak istemiyordu, bilmiyorum, bize sıkı sıkı tembih etti o kadına bir şey anlatmamamızı. Bu yüzden o sıralarda ziyaretçi yasağı olmasına rağmen bir arkadaşının onda kalabilmesi için güvenliğe özel izin verdikten ve Silan’ı çocuğuyla birlikte odasına çıkardıktan sonra hepimiz evlerimize dağıldık.

Ertesi gün güvenlikten Silan’ın arkadaşının gelmediğini, ama kendisinin ara ara kadını yokladığını, asayişin berkemal olduğunu öğrendik. Silan yaralarını yalnız sarmak istemişti anlaşılan.

Silan’la buluşmadan önce, evvelki kampının yöneticisine onunla ilgili izlenimini sorduk. Meslektaşımız Silan’ın yüzünü gözünü defalarca morluklar içinde gördüklerini, ancak ne zaman sorsalar, “Kapıya çarptım”, “Merdivende ayağım takıldı,” benzeri bilindik cevaplar aldıklarını, Silan’ın kendini her tür yardıma kapattığını, duruma müdahil olamadıklarını anlattı.

Aynı şeyleri bize Silan da anlattı; faille o zamanlar imam nikahlıydı, defalarca şiddetine uğramıştı, yaşadıklarını saklamayı tercih etmişti bir süre, ama artık dayanılmaz bir hal alınca faille ilişkisini kesmişti, onunla sadece çocuğunun babası olduğu için mecburen ve çok kısa görüşüyordu ve bir gün önceki olaydan sonra artık kendini korumak için harekete geçmeye kararlıydı.

Şiddet mağdurlarıyla ilgilenen kadın kurumuyla temasa geçtik. Korona önlemleri yüzünden artık yüz yüze değil, ancak online görüşmeler yapıyorlardı. Gençlik dairesindeki görevli de hemen sürece dahil oldu. Faile karşı uzaklaştırma kararı hemen çıkarıldı, bizim kampa gelip Silan’ı taciz edebilir diye kampa girmesine yazılı yasak koyduk bu önlemlere ek olarak. Gençlik dairesinin görevlisi, failin çocuğunu anne yanında olmadan görebilmesi için düzenlemeler yaptı -gerçi failin çocuğunu görme talebi de olmadı. Silan şiddet mağdurları için psikolojik yardım programına alındı.

Bu arada fail yakalanmış, ama daha önce anlattığım ve buradan okuyabileceğiniz Roxanne’ın hikâyesinde de olduğu gibi, bir kadına, üstelik bir çocuğun gözü önünde şiddet uygulamasına rağmen tutuklanmamış, serbest bırakılmıştı. Hemen her zaman olduğu gibi onun da yanına kâr kalmıştı yaptıkları. Silan başta ürkek bir ceylan gibi çocuğunu yuvaya getirip götürmek, alışveriş yapmak ve öteki zorunlu işler dışında odasından başını çıkarmaya bile korkarken, fail hiçbir yaptırımla karşılaşmamıştı.

Bir ay kadar sonra polisten soruşturmanın sona erdiğini belirten ve Silan’ın davacı olup olmadığına dair başvuru yapmasını isteyen bir mektup geldi. Silan bir süre düşünüp taşındıktan sonra davacı olmamayı seçti. Her şeyi geride bırakmayı, faille muhatap olmamayı tercih ettiğini söyledi bize. Bu bir ay içinde bizlerle ilişkisi de farklılaşmış, daha sıcak, daha açık olmuştu bize karşı. Haftalık toplantılarımızda tüm çalışanların kanısı, Silan’ın yaşadıklarının sonucunda olumlu bir güçlenme sürecine girdiği yolundaydı.

Silan en nihayet kendisi ve çocuğu için iki kişilik bir yaşam kurma yolunda ilerliyordu. Fail kamptan eve taşındığı sırada Silan partneri olduğundan, ona da eve taşınma izni vermişti yabancılar dairesi. Bundan haberimiz yoktu, öğrenince hemen belediyenin bekleme listesine yazdırdık adını. Bir işe yaramıştı en azından.

Ortak velayet gereği çocuğun bademcik ameliyatı ve benzer durumlarda babanın imzasının gerekmesi ve failin buna yanaşmaması gibi pratik zorluklarla karşılaşsa da Silan şimdilik hayatının dizginlerini eline almış görünürken, çok can sıkıcı bir olay yaşadı son olarak.

Bekâr anneler bekleme listesinde öncelikli olduğu için Silan’a başvurudan kısa süre sonra bir daire verildi. Anahtarları teslim alıp tam taşınma hazırlıklarına başlayacağı sırada, temizlik için gittiği evde kilitle oynanmış olduğunu, posta kutusundan adının sökülüp atıldığını görmüş, panikleyip kampın bürosunda almış soluğu. O sırada büroda çalışan arkadaşımız ev şirketini olaydan haberdar etmiş, ev şirketi çilingir çağırmış, çilingir kilitle son derece profesyonel oynandığını söylemiş, tüm kilidi değiştirmiş. Bunlar olurken bürodaki meslektaşım kampa yabancı biri olduğundan, bizim yokluğumuzda yerimize baktığından aklına bunu failin yapmış olacağı gelmemiş, daha doğrusu muhtemelen kimse ona failden bahsetmemiş. Bir de bu meslektaş erkek olunca…

O sırada şanssız bir tesadüf eseri birimiz izinde, ötekimiz raporlu, üçüncü kişi seminerdeydi; yapılması gereken, bir sonuç alınamayacak olsa bile olayı polise aksettirmek, hiç değilse kayıt altına alınmasını sağlamak olmalıydı. Bu örnek bile kadın+larda ilişki sürekliliğinin, konuya enine boyuna hâkim olmanın, her şeyi kayıt altına almanın ve tabii o kayıtlara bakmayı bilmenin önemini gösteriyor.

Sonrasında Silan’a polise gitmesini önerdiysek de iş işten geçmişti artık. Daha fazla uğraşmak, kafasını yeni dertlerle yormak istemiyordu. Evine endişeyle de olsa geçti. Onu ve konuşmakta hayli geç kalmış oğlunu kucaklayarak uğurladık, bize her zaman gelebileceğini de söyledik. Her vedada olduğu gibi, bu sefer belki biraz daha çok, içimiz buruk baktık ardından.

Bu çıtı pıtı, ürkek kadın kırık dökük de olsa kumunu kardı hayat odasının, duvarları kireç tutuyor artık…

Mülteci Kadın+ Hikayeleri yazı dizisindeki diğer yazılar:

Kalmak gitmekten daha zordur bazen (1)

Savur saçlarını ahenkle (2)

Kirpiğin yere düşmesin… (3)

“Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna” (4)

Kelimeler kursağımda (5)

Paylaşın