Çeviriler, Dünya, Gündem

Böyle yaşamaya devam etmek mümkün değil – Saree Makdisi (Çeviri: Cansu Akkılıç)

Yakın zamanda, Avustralyalı-Filistinli bir arkadaşım, Gazze ve çevresindeki durumu tartışmak için Avustralya’nın ulusal televizyon kanalına davet edildi.[1] Programın Beyaz sunucuları, her zamanki basmakalıp sorularını sıraladılar: Hamas militanlarının yaptıklarını savunabiliyor musunuz? Bu şiddetin, Filistin davasına bir katkısı olabilir mi? Müzik festivalindeki genç müzikseverlerin katledilmesini kim nasıl savunabilir? Hamas’ı savunuyor musunuz? Muhtemelen savunmaya geçmesini bekliyorlardı, ancak arkadaşım Avustralya aksanlı düzgün İngilizcesiyle sakince söyleşinin gidişatını tersine çevirmişti bile. “Neden son bir yıldır değil de bugün buradayım, bunu bilmek istiyorum”, dedi nazikçe. 7 Ekim akşamına gelene kadar, İsrail işgal güçlerinin 2023 yılında zaten iki yüzden fazla Filistinliyi öldürdüğüne dikkat çekti. Gazze’deki kuşatma on altı yıldan fazladır sürüyordu ve İsrail yetmiş beş yıldır uluslararası hukuka aykırı bir şekilde hareket ediyordu. Filistin’de “normal” olan, günde bir kişinin öldürülmesiydi; ancak onlarca yıllık işgal boyunca her gün bir kişinin öldürülmesi haber değeri taşımıyordu; hele hele ulusal bir televizyon kanalında canlı bir röportaj için asla bir gerekçe olamazdı bu ölümler. Filistinlilere şimdi konuşma fırsatı veriliyordu çünkü her ne hikmetse Batı medyası bu olayı birdenbire önemsemişti; önemsemişti çünkü bu kez ölenler arasında İsrailli siviller de vardı (Arkadaşımın eklediği gibi, “Bizim de dikkate almamız gerekir”). Avustralya, 7 Ekim’den sonraki günlerde İsrail’e güçlü bir destek verdi: Parlamento ve Sydney Opera Binası, İsrail bayrağının renkleriyle ışıklandırıldı; Başbakan, ölen İsraillilere saygı göstermek için Filistin yanlısı eylemlerin iptal edilmesi gerektiğini söyledi; Dışişleri Bakanı ise, İsrail’in Gazze’deki sivil ölümleri en aza indirmeye çaba göstermesi gerektiğini söylediği için eleştirildi. Programda, “Peki ya bizim hayatlarımız ne olacak?” diye sordu arkadaşım:

Peki, bizim için bir binayı aydınlatmaya ne dersiniz? Hükümetimiz her binayı mavi ve beyaz renklere bürüdüğünde, biz Avustralyalı Filistinliler nasıl hissetmeliyiz? Biz Avustralyalı değil miyiz? Kimse bizi umursamamalı mı? Batı Şeria’da 14 yaşında bir çocuk İsrailli yerleşimciler tarafından ateşe verildi. Peki ya biz n’olacağız?

Sunucular hazırlıksız yakalanmışlardı; bu programın akışı böyle devam etmemeliydi.

Arkadaşım gibi, Batılı medya kuruluşları tarafından Gazze’de yaşanan korkunç durum hakkında Filistin perspektifi sunmak için kimi programlara çağrılan bizler de, hangi şartlarda konuşmamıza izin verildiğinin, yani halkımızın hayatının diğer insanların hayatları kadar önemli olmadığına dair üstü kapalı ön kabulün, gayet farkındayız. Soruların içeriği Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik bu saldırısıyla sınırlandırılıyor ve bunu daha kapsamlı bir tarihsel çerçeveye oturtmaya yönelik her girişim yeniden aynı noktaya çekiliyor (Hamas’ın İsrail askeri hedeflerine saldırısı ve İsrail’in Gazze’yi çevreleyen tahkimat şeridi, gözetleme kuleleri ve hapishane kapıları hiç gündeme gelmiyor): “Bu durumu nasıl haklı çıkarabilirsiniz? Neden bunu kınamak yerine açıklamaya çalışıyorsunuz? Neden sadece saldırıyı kınamıyorsunuz?” Filistinli konuşmacılar olarak, İsrail’in Filistinli sivillere yönelik şiddeti hakkında soru sorulmasını istediğimizde ise (Gazze Şeridi’nin mevcut koşulları, bugün tanık olduğumuz vahşeti yaratan etnik temizlik ve apartheid tarihi hakkında; çiftçileri tarlalarından, öğretmenleri sınıflarından, doktorları hastalarından ve çocukları ailelerinden koparan onlarca yıllık İsrail işgalinin yarattığı şiddet hakkında) bu soruların da sorulması gerektiğini dile getiren yine biz oluyoruz ama yine de bu sorular gündeme getirilmiyor. 

Geçtiğimiz iki hafta boyunca pek çok farklı medya kuruluşundan çok sayıda gazeteciyle konuştum. İstisnalar dışında, yıllardır değişmeyen bir çerçeve söz konusu. Yakın zamanda ABD’deki büyük bir kablolu haber kanalına katıldığım bir program, yapımcının göndermemi istediği konuşma başlıklarını iletmemin hemen ardından, son dakikada iptal edildi; akıllarındaki konuşma başlıklarının bunlar olmadığı açıktı. Yıllarca BBC’nin Filistin’le ilgili radyo ve televizyon röportajları için düzenli konuk listesinde yer aldım, ta ki İsrail’in Gazze’ye yönelik bir önceki bombardımanı sırasında röportajı yapan kişiye yanlış sorular sorduğunu ve asıl sorulması gereken soruların sadece bugün yaşananlarla değil, tarih ve bağlamla ilgili olması gerektiğini söylememe kadar. O benim BBC’deki son programım olmuştu.

Bir insan yetmiş yıllık yanlış bilgilendirmeyi ve kasıtlı çarpıtmaları sadece kısa süreli bir konuşmada nasıl açıklayabilir? İsrail işgalinin öldürmek için patlamalara, hatta mermilere ve makineli tüfeklere başvurmak zorunda olmadığını nasıl açıklayabilirsiniz ya da işgal ve apartheid’ın her Filistinlinin günlük hayatını nasıl şekillendirdiğini ve kuşattığını. Ateş edilmediğinde dahi durumun tam anlamıyla ölümcül olduğunu, Gazze’deki kanser hastalarının hayatta kalmalarını sağlayacak tedavilerden mahrum bırakıldığını nasıl anlatabilirsiniz?[2] İsrail askerleri tarafından annelerinin geçişine izin verilmeyen bebekler, İsrail askeri kontrol noktalarındaki yol kenarlarında çamurun içinde doğuyor. İsrail’in Batı Şeria’daki barikat ve kontrol noktası uygulamasının en yoğun olduğu 2000-2004 yılları arasında (intikam duygusuyla yeniden uygulanmaya başlandı) altmış bir Filistinli kadın bu şekilde doğum yaptı; bu bebeklerden otuz altısı hayatını kaybetti.[3] Bu, Batı dünyasında hiçbir zaman haber niteliği taşımadı. Bunlar yası tutulacak kayıplar değildi. En fazla istatistiktiler.

Batı medyasına konuşan Filistinliler olarak söylememize izin verilmeyen şey, tüm yaşamların eşit derecede değerli olduğu. Hiçbir olay aniden ortaya çıkmaz. Tarih 7 Ekim 2023’te başlamadı ve olanları sömürgecilik ve sömürgecilik karşıtı direnişin kapsamlı bir tarihsel bağlamına oturtursanız, 2023’te insanların mutlak zorbalık, tahakküm, eziyet ve denetim koşulları neticesinde ortaya çıkan şiddete hala şaşırılması en tuhaf olanı aslında. Haiti Devrimi sırasında, 19. yüzyılın başlarında, eski köleler beyaz yerleşimci erkekleri, kadınları ve çocukları katletti. Nat Turner’ın 1831’deki isyanı sırasında, isyancı köleler beyaz erkekleri, kadınları ve çocukları katletti. 1857’deki Hint ayaklanması sırasında Hindistanlı isyancılar İngiliz erkekleri, kadınları ve çocukları katletti. 1950’lerdeki Mau Mau ayaklanması sırasında Kenyalı isyancılar yerleşimci erkek, kadın ve çocukları katletti. 1962’de Oran’da Cezayirli devrimciler Fransız erkekleri, kadınları ve çocukları katletti. Neden birileri Filistinlilerin- ya da başkalarının- farklı davranmasını bekliyor ki? Bu sayılanlara atıfta bulunmak yapılanları haklı çıkarmak için değil; olan biteni anlamak için. Bu katliamların her biri, Frantz Fanon’un on yıllar önce Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde bahsettiği gibi, on yıllar ya da yüzyıllar süren sömürgeci şiddet ve baskının bir sonucuydu.

Başka bir deyişle, söylememize izin verilmeyen şey, şiddetin durmasını isteniyorsa, onu üreten koşulların ortadan kaldırılması gerektiğidir. 1948’den bu yana, Filistin’in sınırlarının her gün ihlal edilerek daraltılmasına, yapılan zulme, korkunç ırkçılığa, mülksüzleştirme, işgal ve apartheid sistemine ve yıllar boyunca, her daim pek çok kültüre, inanca ve dile ev sahipliği yapmış olan bu toprakları, kendilerine uymayan herkesin ötekileştirilmesini ya da düpedüz ortadan kaldırılmasını beraberinde getiren tek kimlikli bir devlete dönüştürmeyi hedefleyen bu şiddet projesine, son verilmeli. Bugün Gazze’de yaşananlar, on yıllardır süren yerleşimci-sömürgeci şiddetin bir sonucu olsa da ve anlaşılabilmesi için bu şiddetin geçmişine bakılması gerekse de, bizi tüm sömürgecilik tarihinin daha önce hiç götürmediği yerlere götürmüştür.

Ansızın, hiçbir uyarı olmaksızın, günün ya da gecenin herhangi bir saatinde, yoğun nüfuslu Gazze Şeridi’ndeki herhangi bir apartman binası, bir İsrail bombası ya da füzesiyle vurulabilir. Saldırıya uğrayan binalardan bazıları beton tabakalar halinde çöküyor, ölüler ve yaşayanlar paramparça olmuş yıkıntıların arasında kalıyor. Çoğu zaman, “hadan sami’ana” (sesimizi duyan var mı) diye bağıran kurtarma ekipleri, enkazın derinliklerinden gelen yardım çağrılarını duyuyor, ancak ağır kaldırma ekipmanı olmadan yapabilecekleri tek şey, çaresizce levyelerle veya çıplak elleriyle beton yığınlarını kazımak, hayatta kalanları veya yaralıları dışarı çıkaracak kadar geniş aralıklar açmayı ümit etmek oluyor. Bazı binalar öylesine ağır bombalarla vuruluyor ki, ortaya çıkan alev topları çevredeki mahallelerin üzerine vücut parçaları ve bazen de tamamen kömürleşmiş bedenler -genellikle küçücük oldukları için çocuklarınkileri- yağdırıyor. İsrailli topçular tarafından ateşleyici parçacıkların mümkün olduğunca geniş bir alana yağması için havada patlayan fünyelerle ateşlenen fosfor bombaları, mobilyalar, giysiler ve insan bedenleri de dâhil olmak üzere yanıcı her şeyi ateşe veriyor. Fosfor piroforik özelliktedir, havaya erişimi olduğu sürece yanar ve söndürülmesi güçtür. Bir insan vücuduna temas ederse neşterle çıkarılması gerekir ve çıkarılana kadar etin içinde yanmaya devam eder.

El Cezire Arapça’nın muhabirlerinden biri, İsrail’in ölümcül, insansız hava araçlarının her yerde duyulan vızıltısı eşliğinde, “duman ve ölüm kokusu içinde yaşıyoruz” demişti. Tek seferde yirmi, otuz kişi olmak üzere bütün aileler yok edildi. Umutsuzca birbirlerini arayıp soran arkadaşlar ve akrabalar, çoğunlukla yakın akrabalarının bir zamanlar, kaderlerini bilmeden yaşadıkları ya betonun altında kaybolmuş ya da giderek tanınmaz hale gelen diğer alanların kalıntılarında, darmadağın olmuş dumanı tüten harabelerle karşılaşıyorlar. Hayatta kalanlar kendilerini dünyanın en kalabalık bölgelerinden birinde, çökmekte olan telekomünikasyon, aksayan elektrik, yetersiz tıbbi hizmetler, yaklaşmakta olan bir internet kesintisi ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıya buluyorlar.[4]

2018 yılında Birleşmiş Milletler, İsrail’in yıllardır süren saldırıları ve bombardımanları nedeniyle elektrik, su ve kanalizasyon sistemlerinin temel altyapısı çöken ve nüfusunun yüzde 95’i temiz içme suyuna erişemeyen Gazze’nin, 2020 yılına kadar “yaşanmaz” hale geleceği uyarısında bulunmuştu. Şimdi 2023 yılındayız ve dış dünyayla bağlantısı kesilen bölgenin tamamında gıdaya, suya, tıbbi malzemeye, yakıta ve elektriğe erişim yok ve tüm bunların ötesinde Gazze karadan, denizden ve havadan aralıksız bombardıman altında.[5] Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, Başta elektrik olmak üzere sivil altyapıya yönelik saldırılar savaş suçudur dedi ve sözlerine Kış yaklaşırken erkekleri, kadınları, çocukları sudan, elektrikten ve ısınmadan mahrum bırakmak, bunlar tamamen terör eylemleridirdiye devam etti. Von der Leyen elbette haklı, ancak bu örnekte Rusya’nın Ukrayna’nın altyapısına yönelik saldırılarına atıf yapıyordu. İsrail’in Gazze’nin altyapısına yönelik saldırılarına gelindiğinde ise Von der Leyen, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu söyledi.

900, 1000, 1500, 1800, 2600, 3500, 4600, 5000, 5900, 6500, kimsenin yetişemediği ölü sayıları, her birkaç saatte bir, şu ya da bu binanın dehşet verici bir patlamayla alev, duman ve moloz yığınına dönüşmesiyle, şurada yirmi, burada otuz kişi daha eklenerek artıyor. Her gün üç yüz dört yüz kişi ya da daha fazlası öldürülüyor. Öyle ki Gazze’deki sağlık birimleri saatte 100 kişinin öldüğünü bildiriyor. Katledilen her insanın yanında iki, üç ya da daha fazla yaralı var ve bu yaralılar genellikle ağır durumda.  Ölü ve yaralıların neredeyse yarısı henüz küçük yaştaki çocuklardan oluşuyor; geçmişte olduğu gibi bugün de Gazze’ye yönelik bombardımanın en acı verici görüntülerinden biri, onları korumaya çalışırken öldürülen anne ve babalarının kucağında, ise ve toza bulanmış, hırpalanmış, kül olmuş ölü çocuk manzaraları. İsrail, sonu görünmeyen bir şekilde, şu ana kadar yaklaşık üç bin çocuğu öldürdü. Ölü ve yaralılar da çoğu zaman sadece kurtarılan vücut parçalarıyla (parçalanmış bacaklar, gövdeler, kafalar) dolup taşan, tıbbi malzemeleri ve acil durum jeneratörleri için yakıtları tükenen hastanelere götürülüyor. Hastanelerdeki yataklar çoktandır tamamen dolu; Gazze’deki hastanelere yeni gelenler koridorlarda ya da dışarıdaki kaldırımlarda birbirlerinin kanları içine yığılıyor; doktorlar artık cep telefonlarının ışığında anestezi olmadan ameliyat yapmak zorunda kaldıkları ameliyat masalarında uyukladıklarını, yaraları temizlemek için ev tipi sirke kullandıklarını çünkü diğer her şeyin tükendiğini söylüyor.[6]

Morgların ağzına kadar dolu olması ve mezarlıklarda yer kalmaması nedeniyle Gazze’deki sağlık birimleri cesetleri, dondurma markalarının rengârenk çocuksu renkleriyle süslenmiş kapılarından kan damlayan kamyonlarında saklamaya başladı.[7] İnsanlar, ara sokaklarda, avlularda ve derme çatma camilerde, gömülmeye hazırlanırken, kana bulanmış kefenlere sarılmış büyük ve çoğu zaman acınacak kadar küçük cesetlerin başında sessiz gözyaşları ve dualarla toplanıyorlar. Akrabalar her bir cenazenin başında hıçkıra hıçkıra ağlıyor, götürülürken sallanan bir alına son bir öpücük konduruluyor, geriye sadece birbirlerinin kollarında ağlayan anneler, babalar, kardeşler, amcalar, teyzeler ve kuzenler kalıyor, kendilerinin de kefen içindeki sıralarının çok uzakta olmadığını bilerek. Bazen hiç akraba olmuyor; onların da hepsi ölmüş zira. Ölüm ve yıkımın boyutu o kadar büyük, o kadar amansız ki, çoğu zaman yas tutmaya zaman kalmıyor ve İsrailliler her gün her saat Gazze’ye daha fazla ölüm yağdırıyor. Bir hastane, başka bir seçenek olmadığı için isimsiz ölüleri toplu mezarlara gömmeye başladı.[8]

Gece gündüz devam eden bombardımanın ilk haftasında İsrailliler Gazze’ye 6000 bomba attıklarını açıkladılar ki bu sayı Amerika’nın, Irak ve Afganistan’daki savaşlarının en yoğun olduğu dönemdeki bir aylık bombardımana denk düşüyor, üstelik bu ülkeler Gazze Şeridi’nden kat be kat daha büyükler (Irak, Gazze’nin bin katı büyüklüğünde).[9] Ayrıca İsrail bin tondan fazla yüksek patlayıcı attığını söyledi. Başka bir deyişle, birinci haftanın sonuna geldiğimizde, nükleer silahların kiloton ölçümlerine çoktan ulaşıldı ve artık ikinci, üçüncü haftalara gelindi.[10] Bombardımanın ilk haftasında Gazze’de 1700 binanın tamamı yıkıldı. Bu sayının çok daha fazlası, genellikle onarılamayacak şekilde hasar gördü. Her binada yedi, sekiz, dokuz ya da daha fazla daire bulunuyor ve her biri artık evsiz ya da katledilmiş bir ailenin eski evi. İsrailliler her zaman olduğu gibi “terör altyapılarını” hedef aldıklarını iddia ediyorlar. Aslında enkazdan çıkarılan ya da civarındaki sokaklardan toplanan cesetlerin (ya da ceset parçalarının) çoğu, süper güç hamisinin kutsaması ve hayır duasıyla, işgalci gücün kendini savunduğunu iddia ettiği, hayali “terör altyapısının” bileşenleri olması pek de mümkün olmayan kadın ve çocuklar.

Gazze’den gelen dehşet verici görüntülerden açıkça anlaşılıyor ki, açık bir askeri hedef bulamayan İsrailliler -sömürgecilik karşıtı mücadele tarihinde hiçbir gerilla savaşçısı ellerini kollarını sallayarak dolaşıp kendilerini açık hedefler haline getirmemiştir- ayrım gözetmeksizin sivil hedefleri vuruyor, sistematik olarak birbiri ardına binaları yıkıyor, çoğu zaman tek seferde tüm bir mahalleyi yok ediyor. BM, İsrail bombardımanının Gazze’deki konutların yüzde 40’ına zarar verdiğini ya da yok ettiğini belirtiyor.[11] İsrail devleti web sitesi ve sosyal medya hesaplarında, Hamas’a karşı yürüttüğü savaşın başarısından gururla, övünerek bahsediyor, ancak ortaya koyduğu görüntüler genellikle harabeye dönmüş kentlerin fotoğraflarından ibaret ve sonuç olarak bütün bir halk itinayla planlanmış bir şekilde evsiz bırakılıyor.

İsrailliler 12 Ekim günü Gazze’nin kuzeyinde yaşayan bir milyon kişiye canlarını kurtarmak için kaçmalarını söyledi.[12] Fakat bu insanların kaçabilecekleri hiçbir yer yok ve kaçmaya çalışanlar da tehlikeye tehlike katıyor. Gazze Şeridi 140 mil karelik bir alan ve zaten dünyanın nüfusu en yoğun bölgelerinden biri. Eğer Amerika Birleşik Devletleri, Gazze’nin nüfus yoğunluğuna sahip olsaydı 60 milyar nüfusu olurdu. Altmış milyar! Şimdiyse İsrailliler, bu küçücük topraklardaki halkın bir şekilde kalan alanın yarısına sıkışmasını istediklerini buyuruyor ve üstüne Gazze’nin güneyinin yanı sıra kuzeyini ve merkezini de bombalıyor. Gazze’de artık hiçbir yer güvenli değil.

Zaten bir ya da bazen iki kez yerinden yurdundan edilmiş olan sığınmacılar, İsrail çok daha fazlasının geleceğini söylediğinde, kendilerini bir kez daha sığınacak bir yer ararken buluyorlar (Gazze nüfusunun yüzde 80’i mültecilerden, 1948’de Güneybatı Filistin’in kalan kısmının etnik temizliğinden kurtulanlar ya da kurtulanların torunlarından oluşuyor).[13] 14 Ekim’de, İsrail broşürlerinde güvenli bir koridor olarak özellikle belirtilen Gazze’deki Salah al Din Caddesi’nde, kuzeyden güneye doğru ilerleyen dehşet içindeki bir grup insan bombalandı ve diğer bombardımanlar sırasında hayatta kalan yetmiş kişi katledildi, çok daha fazlası da yaralandı. Gazze’nin kuzeyinde bulunan klinik ve hastanelerdeki doktorlar, öncelikle hastalarını taşıyacak hiçbir yer olmadığı için bunun imkânsız olduğunu söyleyerek yola koyulmayı tamamen reddettiler. Kuzey Gazze’deki Şifa Hastanesi’nden Dr. Yusuf Ebu el-Riş, diğer tüm hastanelerin dolu olduğunu söylüyor. “Bir diğer husus da, vakaların çoğunun durumunun stabil olmaması. Diğer hastanelerde fazladan yatak olsa bile, ki yok, nakledilemeyecek kadar kötü durumda oldukları için ölecekler.” diye ekliyor. Yoğun bakım ünitesindeki hastalar, kuvözlerdeki yeni doğmuş bebekler, solunum cihazına bağlı insanlar, eğer hareket ettirilirlerse hepsi ölürler. Elbette bulundukları yerde kalırlarsa da ölebilirler, özellikle de son mazot damlaları da bitip ışıklar söndüğünde veya İsrailliler şu ana kadar yaptıkları gibi hastaneleri ve ambulansları bombalamaya devam ederlerse. Daha şimdiden Gazze’deki hastane ve kliniklerin üçte biri yetersiz kalan kaynaklar nedeniyle kapatılmak zorunda kaldı.[14]

BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Martin Griffiths, “Gazze’nin üzerinde adeta bir ölüm hayaleti dolaşıyor” diyerek uyarıda bulundu: “Su, elektrik, gıda ve ilaç olmadığı için binlerce kişi ölecek. Bu kadar açık ve net.”

Birkaç gün önce İsrailliler, bölgedeki nüfusun tamamının -yarısı çocuk olmak üzere iki milyondan fazla insanın- Mısır’a ya da Körfez’e gitmesinin en iyisi olacağını söyledi. İsrailli analist Giora Eiland, “Gazze’de yaşamın sürdürülemez hale geldiği koşullar yaratmayı hedefliyoruz dedi. Konuşmasının sonunda ise “Gazze hiçbir insanın varlığını sürdüremeyeceği bir yer haline gelecek” diye ekledi.[15] İsrail ordusundan Tümgeneral Ghassan Alian, Savunma Bakanı’nın kısa bir süre önce Filistinlilere insansı hayvanlar diye seslenmesini tekrarlayarak, “İnsansı hayvanlara bu şekilde muamele edilmelidir. Gazze’de elektrik ve su olmayacak, sadece yıkım olacak. Cehennemi istediniz, cehennemi yaşayacaksınız. dedi.[16]

Ne tür bir insan, milyonlarca insan için adeta tanrısal bir güçmüşçesine bu şekilde konuşur? Hangi zihniyet, tüm halkları yok etmeye yönelik böylesi soykırımcı açıklamalarda bulunur?

Gözümüzün önünde tanık olduğumuz şey, sanırım sömürgeci savaş tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir şey. Etnik temizliğin kendisi ne yazık ki ender rastlanan bir durum değil; daha birkaç hafta önce 130 bin Ermeni Artsakh’taki evlerinden (ne tesadüftür ki İsrail’in silahlandırdığı) Azerbaycan tarafından terör estirilerek sürgün edildi. 1990’lardaki Yugoslavya savaşlarında, “yanlış” din ya da etnik kökenden binlerce insan Bosna, Sırbistan ve Hırvatistan’daki yurtlarından sürgün edildi. Filistin’deki Hıristiyan ve Müslüman halkın neredeyse tamamı- yüzde 90’ı- 1948 yılında Siyonist güçlerce soykırıma uğradı.  On dokuz, on sekiz ve on yedinci yüzyıllara dönüp bakabilir ve Batı medeniyetinin aydınlanmacı etkisinin yeryüzünün dört bir yanında hissettirdiği soykırım, imha ve köleliğin iğrenç tarihini hatırlayabiliriz.

Benim bildiğim hiçbir örnekte etnik temizlik, son model Amerikan jetleriyle uçan İsraillilerin kullandığı bir tonluk bombalar (ve hatta sığınakları bile havaya uçurabilen ağır mühimmatlarla) da dâhil olmak üzere, ultra modern silah sistemleriyle, devasa mühimmat ve ağır bombardımanla gerçekleştirilmemiştir. Böylesi kırımlar normal şartlarda insan eliyle, tüfekle ya da zor kullanarak gerçekleştirilir. Örneğin 1948’de Filistin’de yapılan etnik temizlik neredeyse tamamen hafif silahlarla gerçekleştirilmişti; Deir Yassin, Tantura ve diğer yerlerde katledilen Filistinli siviller, başkalarına da korku salmak amacıyla tabanca, tüfek ya da makineli tüfeklerle yakın mesafeden vurulmuşlardı, 10  bin fit ya da daha yüksekte uçan F-35’lerden atılan bin kiloluk bombalarla değil.

Diğer bir deyişle, tanık olduğumuz şey belki de eski usul sömürgeci ve soykırımcı şiddetin gelişmiş son teknoloji ağır silahlarla ilk kez bir araya gelişidir; 17. yüzyıl ile 21. yüzyılın çarpık bir bileşimi, ilk çağlara ve tüm halkların -Yevuslular, Amalekitler, Kenanlılar ve tabii ki Filistliler- ezilmesini içeren İncil’deki gürültülü sahnelere gönderme yapan bir dille paketlenip sarılmış hali.

Daha da kötüsü, eğer daha kötüsü olabilecekse, Batılı ülkelerde hükümette olan ve olmayan pek çok kişinin sergilediği kayıtsızlık. Filistinlilerin İsrailli sivillere yönelik saldırıları karşısında gazeteciler, politikacılar, hükümetler ve üniversite rektörleri tarafından dile getirilen şok ve öfke göz önüne alındığında, Filistinli sivillerin akıbetine ilişkin neredeyse tamamen sessiz kalınması insanı ürpertiyor; dünyayı sarsan, feryat figan bir sessizlik. Batılı ülkelerde yaşayan bizler hiçbir Filistinlinin İsrailli sivilleri öldürmesini desteklemedik ya da bunun için para ödemedik, ancak ABD’nin sağladığı uçaklardan Gazze’ye atılan her bomba bizim de bedelini ödediğimiz bir faturaya ekleniyor. Devlet yetkilileri bombardımanı desteklemek ve yeni bombaların sevkiyatını hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Dışişleri Bakanlığının yetkilileri, sözcülerin “şiddete/kan dökülmesine son verilmesi”, “sükûnetin yeniden sağlanması” veya “gerilimin azaltılması/ateşkes” gibi ifadeleri kullanmamalarını isteyen iç brifingler düzenledi.[17] Biden yönetimi aslında bombardımanların ve ölümlerin devam etmesini istiyor. Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, ateşkes ve çatışmaların durdurulması çağrısında bulunan bir avuç az ya da çok ilerici Kongre üyesi hakkında sorulan bir soruyu şöyle yanıtladı: “Biz, yanıldıklarını düşünüyoruz. Çirkin ve utanç verici olduklarını düşünüyoruz.”[18] Jean-Pierre “Burada iki taraf yok” diye ekledi. “İki taraf yok!”

Hükümet sözcüleri çıkarcı ve samimiyetsizdir; tam bir nihilisttirler, gerçekte hiçbir şeye inanmazlar, en azından kendi ağızlarından çıkanlara. Fakat aynı şey, İsrail’in çektiği acılara dair görüntü ve anlatılardan öylesine çaresizce etkilenen ve çok daha büyük ölçekte Filistinlilerin çektiği acılar hakkında söyleyecek hiçbir şeyi olmayan, etrafımızdaki insanlar için geçerli olamaz. Nasıl olur da bu kadar kalpsiz olunabilir? Burada kastettiğim Gazze’nin yok edilmesini ve Filistinlilerin sürülmesini aleni bir şekilde isteyen açık ırkçılar değil. Sıradan insanlardan bahsediyorum, birçoğu -belki de çoğu- siyaset söz konusu olduğunda sıkı özgürlükçüler; cinsiyet ve ırk eşitliğini savunanlar, iklim değişikliğinden endişe duyanlar, evsizler için kaygılananlar, başkalarını düşünerek maske takmakta ısrar edenler, en ilerici demokratlara oy verenler. Kayıtsızlıkları kişisel değil, aksine genel bir inkâr kültürünün tezahürü.[19] Böyleleri Filistinlilerin acılarını görmüyor ya da bilmiyor gibi görünürler, zira kelimenin gerçek anlamıyla görmez ve bilmezler. Kendilerini daha kolay özdeşleştirebildikleri, tıpkı kendileri gibi olduklarını düşündükleri insanların acılarına fazlasıyla odaklanmış durumdalar.

Elbette sermaye medyası bu tür özdeşleşmeleri nasıl teşvik edeceğini, kahramanları nasıl kurgulayacağını ve izleyicilerin kendilerini onların yerine koyarak sempati duymalarını nasıl sağlayacağını çok iyi biliyor. Batılı medya kuruluşları bilgiyi kısıtlayarak, Filistinlilerle özdeşleşme duygusunun oluşmasını engelliyor ve sadece tek bir taraf olduğu algısını sürekli pekiştiriyor. Bu esnada, Gazze’de ve Filistin ile Lübnan’ın diğer bölgelerinde görev yapan muhabirleriyle, Gazze’deki felaketi sarsıcı bir şekilde aktaran El Cezire Arapçada bir trajedi canlı olarak yaşandı. 25 Ekim’de Gazze büro sorumlusu Wael Dahdouh, İsrail’in yakınlardaki bir hava saldırısında karısı, oğlu ve kızının öldüğü haberini aldığında yayındaydı.[20] Yayınlanan görüntülerde dizlerinin üzerinde ağlarken ve bir elini genç oğlunun göğsüne koyarken gördük muhabiri.[21] Dahdouh “İntikamlarını çocuklarımız üzerinden mi alıyorlar?” diyordu. Bugünlerde El Cezire Arapçanın yayınlarını takip eden ve Dahdouh’u bilen bizler de bu kaybın duygusunu yakından hissettik.

Bazı insanların yası tutulur, isimleri ve hayat hikâyeleri yazılır, hikâyeleri ve fotoğrafları New York Times ya da Guardian’da yas tutan ailelerin fotoğraflarıyla birlikte yayımlanır. Bazı hayatlar ise sadece sayılardan, her defasında yirmi, otuz rakamın daha eklendiği hesap makinelerinden çıkan istatistiklerden ibarettir.

………………………………………………………..

Bu yazı Cansu Akkılıç tarafından n+1 web sitesinden Umut Gazetesi için çevrilmiştir. https://www.nplusonemag.com/online-only/online-only/no-human-being-can-exist/


[1] “Israel has ordered a ‘complete siege’ on Gaza. What does that mean for Palestinians?” Australian Broadcasting Company.

[2] “Gaza cancer patients face life-threatening treatment delays,” BBC

[3] “The issue of Palestinian pregnant women giving birth at Israeli checkpoints: Report of the High Commissioner for Human Rights,” United Nations.

[4] “Gaza “Unliveable”, UN Special Rapporteur for the Situation of Human Rights in the OPT Tells Third Committee,” United Nations

[5] ”Study warns water sanitation crisis in Gaza may cause disease outbreak and possible epidemic,” OCHA.

[6] “Little light, no beds, not enough anesthesia: A view from the ‘nightmare’ of Gaza’s hospitals,” Associated Press

[7] “As Gaza death toll rises, bodies are stored in ice cream trucks,” Reuters

[8] “Mass graves, ice-cream truck mortuary as bodies pile up in Gaza,” France 24

[9] “People in Gaza describe living through bombings with no way to escape,” PBS.

[10] “‘No place is safe’ in Gaza as Israel lays siege to Hamas-held enclave,” France 24.

[11] “Amid Increasingly Dire Humanitarian Situation in Gaza, Secretary-General Tells Security Council Hamas Attacks Cannot Justify Collective Punishment of Palestinian People,” United Nations.

[12] “Israel tells more than 1 million Gazans to flee south to avoid fighting, but is that even possible?” ABC News.

[13] “The West Bank and Gaza: A Population Profile,” Population Reference Bureau.

[14] “Gaza hospitals ceasing to function as water and fuel run out,” The Guardian

[15] “The U.S. Should Think Twice About Israel’s Plans for Gaza,” the New York Times

[16] “COGAT chief addresses Gazans: ‘You wanted hell, you will get hell’,” the Times of Israel.

[17] “State Dept. Reportedly Bans Officials from Publicly Using Terms ‘De-escalation,’ ‘Ceasefire,’” Democracy Now

[18] “White House calls lawmakers not backing Israel ‘wrong,’ ‘disgraceful,’” the Hill

[19] See Tolerance Is a Wasteland: Palestine and the Culture of Denial

[20] “Family of Al Jazeera Gaza bureau head killed in Israeli air raid,” Al Jazeer

[21] Video via Sameh Habeeb on X (formerly Twitter)

Paylaşın