Şen Süer, Umut Yazıları

Faşizmin kadın yüzü – Şen Süer

“Her kadın bir faşiste tapar”

Slyvia Plath, “Babacım”

2000’li yıllarla birlikte finans kapitalin girdiği yeni kriz, neo-liberal politikaların tüm dünyada neden olduğu savaşlar, derin yoksulluğun ve iklim krizinin yarattığı göç dalgası başta Avrupa ve Amerika olmak üzere kapitalist ülkelerde yumuşak ifadeyle „sağ popülizm“in, esasen yeni-faşizmin yükselmesine yol açtı. Ekonomik krizle birlikte derinleşen yoksulluk, aslında bizzat emperyalist sistemin neden olduğu yoksulluktan ve emperyalizmin çıkardığı savaşlardan kaçan göçmenlerin, özellikle müslüman ülkelerden oluk oluk akan sığınmacılar dalgası Batı halklarında büyük bir korkuyu tetikledi. Neo liberalizmle birlikte artık refah toplumu, sosyal devlet rafa kalkmış olduğu için iş bulmakta, bulduğu işi korumakta, eski yaşam standartlarını karşılamakta sıkıntı yaşayan “en alttakiler”, göçmenlerin ülkelerine gelişini bizzat kendi var oluşlarına, “kültür” dedikleri yaşam tarzlarına, onları onlar yapan her şeye karşı tehdit olarak gördü.

Batı dünyasında evvel ezel var olan “kendine müslüman” demokrasi algısı, bireycilik ve Batı merkezciliği sistem tarafından da teşvik edilince, sistemin bir köşede yedek ama denetimde tuttuğu ve faşist saldırılarını ancak gücü yettiğince gerçekleştiren faşist partiler de palazlandı.

İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri’nin lideri Georgia Meloni başbakan oldu; Fransa’da Ulusal Cephe’nin lideri Marie Le Pen 2017’deki başkanlık yarışında %20’nin üzerinde oy aldı; Almanya’da AfD (Almanya İçin Alternatif) Partisi 2017 seçimlerinde %12,5 civarı bir oy aldı. Amerika’da Cumhuriyetçilerin içinden yükselen  Tea Party (Çay Partisi) Hareketi, klasik anlamda bir parti olmamasına karşın toplumun yaklaşık yüzde onundan destek almakta.

Yukarıda belirttiğim gibi faşist partiler 2. Paylaşım Savaşı sonrası rezerv olarak hep tutula geldi, örneğin Marie Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen’in lideri olduğu Ulusal Cephe 1980’den beri Fransa’da çok önemli bir siyasi figür ve 1984 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %10 almayı başarmış, 86’da Fransız Parlamentosuna 35 milletvekili sokabilmiş, 2002 başkanlık seçimlerinde ikinci tura kalmıştı. Ancak 2000’li yıllarla birlikte Batı dünyasının faşist cephesinde ciddi bir dönüşüm yaşandı.

O zamana kadar halk içinde kök salmayı başaramamış, hep marjinal kalmış faşizm, adından başlayarak köklü bir değişim geçirdi. Üç beş dazlak, dövmeli, dövüş sporlarıyla uğraşan, ellerinde bira şişeleriyle yabancılara saldırıp ortalığı yakıp yıkan agresif maço erkeklerin yerini var olan düzene sözde muhalif olan, “sıradan insanlar” adına konuştuklarını söyleyen, “değerler”inin, ailenin korunmasından dem vuran, diskurlarının merkezine “biz saldırmıyoruz, kendimizi, ülkemizi, ekonomimizi, kültürümüzü koruyoruz”u alan, hep bizler ve onlar ayrımından söz eden, milliyetçi, muhafazakâr, Avrupa merkeziyetçi “ılımlı” bir sağcılık görüntüsü aldı ve Suriye savaşıyla birlikte İtalya, Fransa ve Almanya başta olmak üzere ama Avusturya ve Danimarka gibi  Avrupa ülkelerinde de pıtrak gibi yayıldı.

Faşizm artık evlerin içine sızmıştı. Koruyan kollayan güçlü lider imgesiyle sığınmacıdan düşman yaratılmış, neo liberalizmin yarattığı her tür tahribatın suçunu yükleyebilecekleri bir günah keçisi bulunmuştu. Trump ile başlayan “Önce Amerika”, Meloni ile “Önce İtalya”’ ile sürdü, sürüyor.

Yeni faşizmin tek düşmanı göçmenler ya da genel olarak yabancılar da değil. Yüzyılların kazanımlarının üstünden silindir gibi geçmeye kalkışan ağır bir cinsiyetçilik, kadın karşıtlığı, homofobi ve transfobi de yeni faşizmin hedef tahtasında.

Yeni faşizmin en ironik yanı ise bütün bunları artan oranda kadınlar eliyle ve kadınlar üzerinden yapması. Fransa’da Marie Le Pen, İtalya’da Georgia Meloni, Almanya’da Alice Weidel, Danimarka’da Kjaersgaard… Bu kadınlar en önde gördüklerimiz, yerel düzeyde adını duymadığımız ama örneğin Almanya’da neo-Nazi Pegida (Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) grubunun içinde sayısız kadın var ve 2018’de Chemnitz kentinde bir göçmen bir Almanı öldürünce şehri savaş alanına çeviren güruhun içinde çok fazla kadın olduğu yazıldı. Pegida’nın lideri Frauke Petry, sözcüsü de bir kadındı, Kathrin Oertel. Aynı durum İtalya’nın Kardeşleri için de geçerli.

Yeni faşizm, kadın+ düşmanlığı da dahil tüm aşırı politikalarını yumuşatıp kadınsı özellikler eklemek için kadınları kullanıyor. Eski faşizm görüntüsünde kadınlara neredeyse hiç yer olmayan “maço” maskülenlik varken artık kadınlar ön saflarda kilit roller oynuyorlar. Esasen kadın imgesinin yumuşaklık ve koruyuculuğu temsil ettiği varsayımı siyaseten Thatcher ile yıkılmış ve kadın olmanın ille de kadın hakları savunucusu olmak anlamına gelmediğini milyonlarca kadın acı tecrübeyle öğrenmişti; bunu 90’lı yılları Tansu Çiller ve Meral Akşener ile yaşayan Kürt kadınlarına sormak yeterli.

Ancak yeni faşizm kadın imgesini kullanmaya düzey atlatıp imajını temizlemeye; “güzel”likleri öne çıkarılan, ailelerine, çocuklarına düşkünlükleri göze sokulan kadınlarla yeni bir siyasal güvenilirlik inşa etmeye, böylece git gide tehlike çanları daha da yükselen faşizm şiddetinin üstünü örtmeye gayret ediyor. ABD’nin Afganistan’a saldırmak ya da İran’ı şeytanlaştırmak için kadın hakları söylemini kullandığı gibi, yeni faşizm de yeni bir dil kullanarak kadın+düşmanlıklarını, ırkçı, otoriter, militarist politikalarını “kadife kaplı demir eldiven”le yutturmaya kalkıyor.

Çünkü kadın liderler tüm bu faşist politikaları allayıp pullayabiliyor; şık paketlere koyup pazarlayabiliyor; kafalardaki yüzyılların kadın imgesiyle, bir kadın ne kadar tehlikeli olabliir ki? diye düşündürtebiliyor; eski faşizmin daha önce ulaşamadığı, içine alamayacağı kadar eril olduğu kadın gruplarına ulaşma şansını bulabiliyor.

Çünkü yeni faşizm, artık eski versiyonu gibi somut, açık bir tehlike değil, esnek, sempatik gelebilen, kendinden olanları sarıp sarmalar görünen, senim benim gibi “normal”, saptaması, teşhir etmesi gittikçe güçleşen bir tehlike.

Meral Akşener’i örneğin bizler, özellikle Kürtler, Kürt kadınlar iyi tanırız, yanına bile yaklaşmayız kuşkusuz, amma velakin güçlü atarlı laik politikacı kadın görüntüsü partisini bir ara %15’lere kadar çıkardı, taraftarları içindeki kadın oranıyla ilgili bir istatistiğe rastlayamadım ama hayli yüksek olduğunu sanıyorum.

Akşener’e Asena denilmesine yakışır şekilde, faşist kadın liderler koyun postuna bürünmüş kurtlardır, özellikle kadın yığınlarına ulaşabilmek için kullanılan faşizmin “yumuşak” yüzüdür.

‘(Peki ne yapmalı konusu bir başka yazıya.)

Paylaşın