Dünya, Gündem, Umut Yazıları

örgüt lağvedilse de ruh dolaşır mı? – um yunyo

abd’nin bonn’daki büyükelçiliğine, 1991 yılında kızıl ordu fraksiyonu tarafından gerçekleştirilen saldırının ardından yapılan incelemede daniela klette’nin dna’sı tespit edilmişti. kendisi geçtiğimiz hafta, berlin’de, solun güçlü, göçmen nüfusun yoğun olduğu kreuzberg mahallesinde yakalandı. birlikte arandığı iki erkek yakalanmış değil.

raf’ın üçüncü kuşağından olan daniela klette ve birlikte yeraltına indiği iki erkek yoldaşının, geçimlerini soygunlarla sağladıkları biliniyor. ama işin bu kısmına geçmeden önce kızıl ordu fraksiyonu’nun farklı kuşaklarına değinmek gerek.

ilk kuşak, 1970’ten itibaren almanya’yı sarsan ilk eylemleri gerçekleştiren ve genellikle, doğru olmayan bir ifadeyle baader-meinhof olarak adlandırılan yapı. örgüte, yardımcı olduğu, andreas baader’in kaçırılması eylemi sırasında katılan ulrike meinhof o sırada ünlü bir solcu gazeteci ve yazardı, adının hemencecik, örgütün adeta “yüzü” olan andreas baader’in adının yanına eklenmesini büyük ölçüde bu üne borçluydu. meinhof’un, örgüte ani bir kararla katıldığına ve yaş olarak da kendisinden biraz genç olan bu insanlar arasında çok rahat etmediğine dair pek çok anlatım var. ama raf’ın, ortak bir aklı yansıtan kurucu metinlerinin birçoğu onun kaleminden çıkma.

andreas baader hakkında anlatılanlar, örneğin benim gibi bir feministin onunla arkadaş olmayı pek istemeyeceğini, yoldaşlık yapmakta da zorlanacağını düşündürüyor. ama sanılanın aksine, birçok şey bize raf’ın, “beyninin”, bu iki kişi değil, baader’in partneri de olduğu söylenen gudrun ensslin olduğunu gösteriyor. ensslin, marksizme, leninizme hakim olan, siyasi bilinci ve bilgisi yüksek bir kadın ve andreas baader’i de şekillendirdiğine dair çok anlatım var. bir diğer dikkat çekici nokta, almanya’da kadın özgürlüğünün ve cinsiyet eşitliğinin çok zayıf olduğu o yıllarda, örgütün yönetici kadrolarında kadın sayısının yüksek olması; efsanevi arananlar listesinde de kadın-erkek sayısının eşit.

birinci kuşağın öne çıkan isimleri andreas baader, ulrike meinhof, gudrun ensslin, ronald augustin, jan-carl raspe, klaus jünschke, ılse stachowiak ve ırmgard möller. ikinci kuşak, 1972’de ilk kuşağın çoğunun yakalanıp hapse atılmasından sonra hareketi devralan eylemciler, birinci kuşakla benzer yaşlardaydılar, daha önce yer aldıkları 2 haziran hareketi, sosyalist hastalar kolektifi gibi grupların dağılmasıyla raf’a katılmışlar. onlarla birlikte, örgütün baader-meinhof olarak anılması son bulmuş. bu kuşağın önceliği hapistekileri kurtarmak olmuş, sonuç almasalar da eylemleri almanya’yı hatta işbirlikleri sebebiyle dünyayı sarsmış.

üçüncü kuşak, 1980’li yıllardan itibaren aktif. mart 1998 tarihli ama 20 nisan 1998’de yayımlanmış ve rosa luksemburg’un “vardık, varız, var olacağız” sözleriyle biten, örgütün dağıldığını açıklayan manifestoyu yayınlayanlar da bu kuşak. o dönemde örgütü çok yakından takip etmiş bir polis şefi, “benim bildiğim raf, adolf hitler’in doğum günü olan 20 nisan gibi bir günde dağıldığını açıklamaz” diyor. bilemeyiz tabii. sonuçta bir gelenekten söz ediyoruz.

Garweg-Staub-Klette

şubat 2024’te berlin’de yakalanan daniela klette ve birlikte arandığı burkhard garweg ile ernst-volker staub da üçüncü kuşaktan ve 1999-2016 arasında gerçekleşmiş birkaç silahlı soygun sebebiyle de aranıyorlar çünkü örgüt dağıldıktan sonra teslim olmamış, yeraltında yaşamaya devam etmiş ve böyle geçinmişler.

siyasal hat
kızıl ordu fraksiyonu kelimenin hiçbir anlamında kitlesel bir örgüt değil, böyle bir hedefi de yok. türkçedekinden farklı bir anlamda kullanılan “fraksiyon” başka ülkelerdeki silahlı eylem yapan gruplarla ilişkileri ve işbirliklerini ifade ediyor. ama bundan daha çok, farklı işlevleri ve hedefleri olan yapıların bulunduğunu ve onlardan sadece biri olduğunu varsaymak anlamına geliyor ki almanya’da işçi hareketinin, hareket içinde komünizmin güçlü olduğu bir dönem; o komünizmi beğenirsiniz beğenmezsiniz, ayrı konu.

raf’ın ortaya çıktığı dönemde ikinci dünya savaşı’nın ve almanya açısından daha belirleyici bir olgu olarak nazizmin üzerinden uzun bir zaman geçmemiş. ağır suçlar işlemiş nazilerin yargılanmamış, ceza almamış olmaları hatta devlet kademelerinde bulunmaları önemli bir hayal kırıklığına sebep olmuş. birinci ve ikinci kuşak raf mensupları savaşı hatırlayacak yaşta; meinhof 1934, ensslin 1940, baader 1943 doğumlu. nazizme ve cezasızlığa duyulan öfke kızıl ordu fraksiyonu’nun siyasal hattının kurucu çizgisini oluşturuyor: adalet yani cezasız kalan nazilerin teşhiri ve cezalandırılması.

aynı dönemde, almanya’nın, afrika başta olmak üzere çeşitli yerlerdeki diktatörlüklere verdiği desteğe ve abd’nin vietnam savaşında suç ortağı olmasına duyulan tepki de özellikle öğrenciler arasında güçlü. ikinci kuşakla birlikte raf’ın hedefleri emperyalizmin beyninde, ona zarar vermeye de evriliyor.

raf’ın, almanya’nın nazi geçmişine benzer bir faşist geçmişi bulunan italya’da kurulmuş olan kızıl tugaylar’la hem işbirliği yaptığını hem de büyük benzerlikler gösterdiğini unutmamak gerek. ama şöyle önemli bir fark var, kızıl tugaylar işçi hareketinin içinden yükselirken kızıl ordu fraksiyonu öğrenci hareketinin içinden çıkıyor. bu iki hareketin popülerliğini gösteren bir şey, clash grubunun vokalisti ve gitaristi joe strummer’ın iki örgütün de isimlerini taşıyan bir tişörtle sahneye çıkması olabilir!

burada şunu da hatırlatmak gerek; raf kültür ve sanatta çok fazla yansıması bulunan bir yapı, hakkında filmler ve şarkılar var. ama 2001 yılında ünlü moda markası prada’nın prada-meinhof adlı bir koleksiyon çıkartmasını aynı yere koymak mümkün değil. bir ikili, 2010’ların sonları 2018’de prada meinhoff adıyla bir müzik albümü çıkartıyor!

raf’ın -hatta belki geleneğinin demek daha doğru- temellerini ve ilkelerini atan kuşağın çoğunluğu tamamı birkaç yıl içinde, vahşi ve hukukdışı yöntemlerle imha edildi, kimi açlık grevi sebebiyle öldü. hayatta kalanlar uzun yıllar hapis yattı. ama örgütün almanya siyasetine büyük etkisi oldu. o dönemde yapılan bir anket, 40 yaş altındakilerin üçte birinin raf’a sempati duyduğunu, on kişiden birinin onlardan herhangi birinin, evinde gecelemesine izin vereceğini gösteriyor! bu, bana thkpc ve thko’ya yönelik sempatiyi hatırlatıyor. iki ülkede de dönemin ruhunun etkisi var tabii. birinci ve ikinci kuşağın aktif olduğu dönemde sol eğilimli gençlerin sohbet konularından birinin, raf’ın sıradaki hedefinin kim olabileceği olduğu anlatılıyor! bir başka ilginç şey, der spiegel dergisinin, dış politika, kültür vb. başlıklarının arasında bm’nin bulunması! örgüt elemanlarının eylemlerde kullanmak için el koydukları otomobilleri bmw’lerden seçmelerinin bu markadan baader meinhof wagen olarak söz edilmesine yol açtığı da anlatılıyor!

Gudrun Ensslin, Andreas Baader ve Jan-Carl Raspe’nin cenazesinden: “Gudrun, Andreas, Jan – Stammheim’da işkence gördü, öldürüldü”

raf’ın gördüğü ilginin ve desteği sebepleri neler olabilir?

raf, başka ülkelerdeki benzerlerinden örneğin abd’deki weather underground’dan çok daha fazla tanınıyor, biliniyor, destek de görüyor. bu sorunun en belirleyici cevabının yukarıda da andığım gibi, dönemin ve ülkenin ruhu olduğuna inanıyorum. avrupa’yı mahveden faşizmin hatırası çok taze, faşizmin ve savaşın sorumlularının önemli bir kısmının rahatı bozulmamış, bunun kitlelerde yarattığı bir infial var. devlet eliyle gerçekleştirilmeyen adaletin gerçekleşmesi fikri halkı mutlu ediyor. çünkü aynı zamanda, gelecekte caydırıcı olma ihtimali var.

raf’ın birçok mensubu eylemler sırasında vurularak öldürüldü. ama “feda” kültürü yok bu örgütte, terim yerinde mi bilemiyorum; ölmeyi göze alıyorlar ama esas iddiaları bu değil, öldürmek üzere harekete geçiyorlar. baskı görüyorlar, haksızlığa uğruyorlar ama ne kendileri ne de başkaları onları mağdur olarak tanımlıyor.

daha önce solun üzerinde durmadığı alanlara eğiliyorlar, örneğin yukarıda andığım sosyalist hastalar kolektifi’nde, akıl hastalarını örgütlüyorlar.

yine yukarıda andığım gibi, raf’ın kendisini komünist hareketin tamamı olarak görmemesinin ve buna göre örgütlenmesinin gizlilik ve tabii güvenlik açısından şöyle bir yararı var; bütün örgüt yeraltında yaşıyor, her kişinin sadece tek bir kişiyle ilişkisi oluyor. polis, raf mensuplarını ararken onlardan biriyle selamlaşmış dahi olan herkesi gözaltına alıyor ama bu istihbarattan ziyade korku salmaya yönelik. polisin bir dergi bürosunu ya da sendikayı basarak raf’a ulaşması mümkün değil.

teknik konularda şaşırtıcı bir gelişmişlik ve titizlikle çalışıyorlar, örneğin bir aşamada, eylemlerde parmak izi bırakmamak için geliştirilmiş bir sprey kullandıklarına dair anlatımlar var!

ayrıca genel olarak reel sosyalist sistemin ama özellikle demokratik alman cumhuriyeti’nin varlığı lojistik ve teknik açıdan raf’a birçok kolaylık sağlıyor. ama amblemde, kızıl yıldız üzerindeki makineli heckler & koch mp5, o dönemde alman polisinin kullandığı bir silah. bunun bir tesadüf olduğunu söyleyenler de var, raf’ın bu silahlara el koyma yoluyla ulaşma stratejisinin işareti olduğunu da.

bir önemli nokta daha

ulrike meinhof’un seçme yazıları almanca alle reden vom wetter. wir nicht adıyla 2000’lerin sonlarında yayımlandı. bunun, “herkes hava durumundan söz ediyor. biz hariç” gibi bir anlamı var. bu ifadeyi, 1960’larda alman tren yolları, hava koşullarından etkilenmediğini ifade etmek için, bir afişte kullanmış. aynı yıllarda alman sosyalist öğrenciler birliği, aynı sloganı, marx, engels ve lenin’in fotoğraflarının bulunduğu bir afişe yazmış.

kitabın orijinal adının hikâyesi bu, sel yayınları türkçe çeviriyi protestodan direnişe adıyla yayımladı, twitter’da hatırı sayılır sayıda hesabın profilinde, meinhof’a mal edilen “üzgün olacağıma öfkeli olmayı tercih ederim” sözünün bulunduğu bir dönemdi, kitap çok az satmış.

isim tercihiyle ilgili bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. kendileri de zaman zaman “direniş” ifadesini kullanıyor, ulrike meinhof’un ve raf’ın tarihinin protestoyla başladığı da doğru ama ulaştığı noktayı direniş değil, saldırı olarak tanımlamak daha doğru bence! ikinci dünya savaşı sırasında faşizme karşı verilen mücadele haklı olarak direniş diye tanımlanıyor, belki solun kelime dağarcığına bu kadar yerleşmesinin sebebi de bu. ama şehir gerillası, genel olarak gerilla ya da savaş örgütleri kendisine, halka yönelik bir saldırıya karşı direnmiyor, bizzat kendisi saldırıyor, halka devletle baş etmenin mümkün olduğunu, yapılabileceğini gösterirken, bir tarihsel moment olacak devrim ânını da hazırlıklı karşılıyor. çayanizmin suni dengenin bozulması ve evrimle devrimin iç içeliği olarak tanımladığı olgu bu değil mi!

daniela klette’nin yargılanması sırasında başka verilere ulaşılacağına da inanıyorum. kızıl ordu fraksiyonu almanya’nın hatta avrupa’nın tarihine bir damga vurdu, onu yok saymak mümkün değil. yenildiğini söylemek mümkün, yanılmış olduğunu da. ama eğer yanıldıysa, hedeflerinin nasıl hayata geçirilebileceği konusunda gerçekçi bir alternatif önerilmesi de gerekmez mi? 

Paylaşın