Kültür - Sanat, Umut Yazıları

Leyla’nın kardeşleri- Zarife Zülfiyar

Dünyanın Tüm Leylaları ve Onların “Kardeşleri”

İran’da mücadele tartışması, bu neyin mücadelesi olursa olsun hep şu iki kavramla birlikte yapılmak zorundadır. Oryantalizm ve oksidentalizm. Bu yazıda bunlar tartışılmayacak ve hatta çok az, yetersiz bir şekilde üzerinden geçilecek. Fakat filmi mutlaka bu iki kavramı akılda tutarak seyretmenin faydalı olacağı kanısındayım. İran, bölgede ABD karşıtı rolü, Filistin direnişi gibi emperyalizm karşıtı hareketlere verdiği destek vs. nedeniyle Batı’nın karşısında bir yer alsa da işçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar ve Kürtler için cehennem olabiliyor.

İran’da mücadele deyince ilk aklımıza (en azından benim aklıma) daha geçtiğimiz sene dünyayı sallayan eylemlerin çıkış noktası olarak Mahsa Jina Amini’nin 2022’de ahlak polisi tarafından, hicaba uygun giyinme eğitimi bahanesiyle gözaltına alınışı ve orada katledilişi geliyor. Jina Amini, İran kolluk güçlerinin elinde can veren ne ilk kadındı ne de son. Ancak Jina’nın katli nitel bir sıçrama anına denk gelmiş olacak ki, -bir Kürt olması sebebiyle- önce Rojhilat’ta, ardından ise tüm İran’da öncelikle feministler olmak üzere kitleleri sokağa döktü. Tıpkı bizim Gezi Direnişi’mizde olduğu gibi, mücadele yelpazesi genişti. Fakat esas olarak İranlı ve Rojhilatlı kadınların, kadına yönelik baskı ve şiddete karşı eylem ve direnişlerini tüm dünya biri Kürt kadın hareketinin uzun yıllardır kullanmakta olduğu, bir diğeri ise Farsça’sı olan: “Jin, Jiyan, Azadi!” ve “Zan, Zendegi, Azadi!” sloganları ile duydu. Baskıcı İran’ın İslam rejimine karşı örgütlü devrimci mücadeleler sürerken İran sinemasından bir film izlemeye ne dersiniz?

2022 yapımı “Leyla’nın Kardeşleri” filmi İran’ın değerli yönetmenlerinden Saeed Roustayi’nin üçüncü uzun metrajlı filmi. İşçi sınıfından bir ailenin yaşamı ve birbirleriyle mücadelesi gibi görünen konusu üzerinden aşarak aslında toplumsal birçok konuya yöneltilen koca bir eleştiri bu film.

Filmin ilk sekansında yaşlı bir adam yoksul bir evde sigara içmektedir. Hemen ardından ise bir fabrikada buluruz kendimizi. Fabrikanın güvenliğinden bir adam işçilere, çalışmayı durdurma ve evlerine gitme çağrısı yapmaktadır tehditler savurarak. Fabrika kapanıyordur. Başkarakterimiz Leyla ise bu sahnenin hemen akabinde acı içerisinde çıkar karşımıza. Bilinmez henüz hangi yüklerdir belini büken ve nelerin acısını çıkarmaktadır o muayenehanede. Yüzünden okunur ama daha ilk anda çektiği acının yalnız fiziki olmadığı. Sesler iç içe geçmeye başlar sonra. Leyla’yı tedavi etmek için kullanılan cihazın sesi, salavat sesleri ve işçilerin slogan sesleri…

Daha filmin başlangıç sahnelerinde doğrudan sınıf mücadelesi ile yüzleşilir ve ardından çorap söküğü gibi gelir tüm toplumsal sorunlar. Sınıf mücadelesi ile başlar filmimiz, ancak karakterlerimizden biri ve daha sonra öğreneceğimiz üzere Leyla’nın kardeşlerinden olan Ali Rıza bu mücadelenin öznesi olmak yerine ondan kaçmaktadır. Nedeni bilinmeksizin kapanan fabrikanın işçilere birikmiş maaşlarını vermemesi üzerine ortalığı gerçek manada yangın yerine çeviren işçilerden biri değildir. Direnişçi işçilerden biri Ali Rıza’yı kaçmak üzere merdivende kolundan yakaladığında ona şöyle der: “Maaşları için mücadele edecek meslektaşlarına güvenerek kaçanlar şerefsizdir.” Buna rağmen Ali Rıza alınteri için mücadele etmek yerine, hesap sormak yerine pılını pırtını toplayıp aile evine ziyarete gelmiş gibi geri döner. İşsizliktir oysa yeni meskeni, milyonlarca işçinin olduğu gibi.

Leyla’nın kardeşleri mutsuzdur, çaresiz hissetmektedirler, geleceğe dair umutları yoktur ya da yeterince gerçekçi değildirler. Kardeşlerden Manuçehr kolay yoldan para kazanma umuduyla illegal işler kovalamakta, Ali Rıza hakkını arama konusundaki pasif, sorunlarla yüzleşmekten korkan tavrını kanıksamakta, Perviz kendi ailesinden sucuk ve yumurta çalmakta, Ferhad ise kardeşlerinin deyimiyle “beyni ile değil kasları ile düşünmektedir.”

Ali Rıza, Ferhad, Perviz ve Manuçerh, hepsi kronik işsiz olan Leyla’nın kardeşleri. Erkek çocuklarına kocasını, kız çocuğuna ise erkek çocuklarını tercih eden bir anne. Hayatta tek amacı aşiret reisi olmak suretiyle kendini tatmin olan ve bunu saygı olarak isimlendiren, amacına ulaşmak için çocuklarının geleceğini dahi çiğneyen bir baba. Ve tabi ki başkarakterimiz, “evin direği” Leyla. Ah Leyla ah, Leylalar. Varlığı dert, yokluğu yara Leylalar. Kendini paralasa yine kıymeti bilinmeyen Leylalar. Keşke Leyla adamasaydı kendisini ailesine, sosyalist feminizme adasaydı mesela. Devrimci mücadeleye atılsaydı diyesi geliyor insanın. Ama Leylalar cefakar, fedakar vs. bir sürü kar kar karlarla sevilir bu topraklarda. Tabi ki insanın cefakar ve fedakar olmasıyla ilgili sorunumuz yok, bu güzel bir şeydir. Fakat bunların çoğunlukla kadınlardan ve bazen de yalnızca kadınlardan beklenmesiyle ilgili büyük bir sorunumuz olduğu doğrudur.

Filmin konusu bir aile değil bir sistem aslında. Şöyle bir baktığında içinde yok yok. Patriyarkal kapitalizmin neredeyse tüm getirilerine (yer yer götürülerine) dair bir şeyler buluyor insan filmde. Emperyalizmin İran’a ekonomik ve kültürel etkilerinin işlendiği sahneler de mevcut elbette. Film boyunca hep bir aile içi kavga gürültü sürüyor ama filmin dramını yaratan esas çelişki kardeşlerin, Leyla’nın ısrarlı mücadelesi sonucu kendi “geleceklerini kurtarmak” için bir dükkan satın almaya karar vermeleri, ancak gerekli parayı denkleştiremedikleri için babalarının onlardan sakladığı 40 altını kullanmak istemeleri ve diğer taraftan bu altınlar üzerinde ailenin babası olan İsmail’in farklı bir tasarrufu olmasıdır. İsmail bu altınları kendi ismi, itibarı, şanı için kullanmak istemektedir. Altınları aşiretlerinin vefat eden reisi olan kuzeni Gulam’ın torununun düğününde en yüksek değerde hediye olarak sunacak ve aşiretin reisi olarak ilan edilmeye hak kazanacaktır. Ama ne pahasına? Çocuklarını yok saymak pahasına. İsmail, zaten yaşamı boyunca ailesine yalan söylemiş, türlü oyun ve hileler ile bırakmamıştır ki ne karısı ne de çocukları ihya olsun. Leyla, tüm bunların farkında akıllı bir kadındır. O kırk altını ailesinin hakkı olarak görür ve kardeşlerine rağmen kardeşleri için altınlara el koyar. Tek kararlı duruşu gösteren olmasına rağmen Leyla, yine de erkek kardeşleri tarafından kötülenecek, suçlanacaktır. Öyle ya “ailenin bu durumda olmasının tek sebebi Leyla’dır”. Bunu ona, en güvendiği kardeşi olan Ali Rıza söyleyecektir insafsızca. Oysa Leyla kendisini maddi ve manevi ailesine adamış, senelerce hizmet etmiş, çifte emek sömürüsü altında ezilmiş, yaşlı anne ve babasına bakmış, ailenin tüm yükünü neredeyse tek başına omuzlamış, buna karşın ailesinden biraz olsun anlayış ve sevgi görememiştir.

Filmde İsmail, yani baba figürü otoriteyi ve dolayısıyla İran devletini temsil ediyor. Baba ve çocukları arasındaki mücadele aslında gelenek ve yeninin, modernin mücadelesi burada. Filmde baba, tıpkı gerçekte olduğu gibi kendilerine zarar vermesine rağmen eskiye, geleneğe bağlılığını sürdürüyor ve muhafaza ediyor. Yeni olan ise gelecek için geçmişi çiğnemesi gerektiğinin farkına varıyor. Andaki durumla kişinin arasında bir çıkar ilişkisi olup olmamasına göre ise geleneği yıkmak ve yeniyi getirmek için mücadele edip etmeme eğilimi, yani fayda-zarar analizi başlıyor. Filmde de gördüğümüz gibi, andaki durumla, yani sistemle erkekler arasındaki bağ, yeniyi ne kadar istiyor olurlarsa olsunlar onları mücadeleden geri çeken bir çıkarını gözetmeye dönüşebiliyor. Yine tıpkı filmde olduğu gibi bu sistemde en çok ezilen, çifte sömürüye maruz kalanlar olarak kadınlar tam da bu nedenle, yani eskiden bir çıkarları olmadığı için mücadeleye en açık kesim oluyor. Filmde bu vaziyet çok güzel anlatılmış. Erkek kardeşler her ne kadar gelecekleri için bir şeyler yapmak istiyor ve ne kadar o altınlar için babaları ile mücadele etmeleri gerektiğini biliyor olurlarsa olsunlar, yine de babalarını ezip geçme raddesine gelemiyorlar, çünkü onlar da günün birinde bir baba olabilirler. Buna karşın Leyla, onların cesaret edemediğini yapıp babasının tüm yalanlarını yüzüne vuruyor ve ardından attığı tokat ile otoriteyi sarsıyor. Değişim için gerekli olanı yapıyor bir yerde. Leyla babasının ölümü pahasına da olsa değişim istiyor. Ancak her ne kadar Leyla bu azim ve iradeyi gösterirse göstersin, kardeşleri yanında durmadıkları için hedefe varılamıyor.

İran toplumuna sosyal ve siyasal etkileri üzerinden dini ele alışı da hayli başarılı filmin. Baba İsmail’in kuzeni ve aynı zamanda aşiret reisi olan Gulam’ın yasının son bulmaması, vasiyetin bir türlü açılıp halefin belirlenememesi, aşiret içerisindeki birçok insanın yaşamlarına devam edememesine sebep olmaktadır. Söz gelimi evlenecek olanlar sırada birikmekte, aşiretin erkekleri saç-sakal tıraşı olamamakta, hayat mecburi bir yas hali almaktadır. Bir sene olmasına rağmen yasın son bulmamasının nedeni ise Gulam’ın oğlu Bayram’ın kendi oğlunun düğün masraflarını yüklenecek manipüle edilmeye açık bir kişi bulmak ve masraflardan kurtulmak niyetinde olmasıdır. Bu erteleyişi ise dini ve geleneklerini bahane ederek açıklayabilmektedir. Zaten aşiret üyelerinin toplandıkları anlarda sürekli salavat yarışına girmeleri, hem dini kullanarak nasıl iktidar kurulabildiğini hem de aynı iktidarın ve çıkarların bu mütedeyyin görüntü ile salavatların ardına nasıl gizlenebildiğini göstermesi açısından başarılıydı. İran ve din deyince ilk akla gelenler mutlaka Kerbela, yas vs. ile birlikte Mehdi inancıdır. Mehdi gelecek ve bizleri bu “azaptan” kurtaracaktır Şii inancına göre. Bu nedenle kimse durumundan şikayetçi olup isyan etmemeli, sabrı öğrenmeli, kurtuluş gününü beklemelidir. Tüm bunlar ise insanlarda atıl bir hali daimi kılmakta ve koşulsuz itaati garantilemektedir. Bu bağlamda Leyla’nın başkaldırışı, şeksiz şüphesiz sadece ailesine değil, ülkesinin sosyal, siyasal ve kültürel mirasınadır da aynı zamanda. “Bence ortada vasiyet bile yok. Varsa bile bu, ölü birinin hayatlarımıza hükmetmesine izin veriyoruz demektir.” ifadelerinde Leyla’nın tüm bunları sorgulayışını görmekteyiz.

Filmde, Leyla’nın öncülüğünde kardeşlerin, yoksulluktan ve geleceksizlikten kurtulma şansı olarak bir dükkan sahibi olmayı çare olarak gördüklerini görüyoruz. Bu tipik bir sınıf atlama, kendi işinin patronu olma hayali. Milyarlarca işçinin “mutluluğu arama özgürlüğü”, hiç gelmeyecek olanın hayali. Ancak yönetmen gerçekçi bir şekilde izleyicisine bunun hiç de öyle kulağa geldiği gibi kolay olmadığını gösteriyor. Ali Rıza ile sohbetlerinde Leyla’nın söyledikleri onun durumu kavrayışını, zeki bir insan olduğunu göstermesinin yanında yönetmenin gelir eşitsizliğine dair söylemek istedikleri, iktisadi eleştirisidir de aynı zamanda.

Leyla: “Tüm zenginlerin birbirini tanıdığını biliyor muydun? Sayıları az. Yoksullarsa birbirini tanımıyor ama kılıklarından ayırt ediliyor.”

“Bir insan ne kadar çok çalışırsa o kadar fakir olur.”

Büyük çoğunluk için liberallerin “mutluluğu arama hakkı” dedikleri mülk sahibi olma o kadar kolay mı? Filmdeki karakterlerimiz için kurtuluş bir mal-mülk sahibi olmak, küçük burjuvalaşmaktır. Ki bu dahi ne mücadeleleri gerektirecekti. Leyla’nın tek istediği kardeşlerinin geleceğini kurtarmaktı belki ama Leyla’nın da mensubu olduğu işçi sınıfı için kolay yoldan kurtuluş olmadığı ortaya çıkacaktı.

Filmin son sahnesinde ise babanın ölümü ile bir doğum günü partisinin iç içe verilmesi, otoritenin yıkılışının, baskıdan kurtulmanın getirdiği rahatlama olarak anlaşılıyor. Zira karakterlerimiz önce şaşırıp sonra üzülüyor ancak en sonu çocuklarla dans etmeye başlıyor. Leyla’nın manidar tebessümü ile adeta “kurtulduk” okunuyor yüzlerinden.

Rıza: “Büyümenin zamanla, yavaşça ve emin adımlarla hayallerinden vazgeçmek demek olduğunu öğrendim. Güzel olan her şeyden korkuyorum.”


Leyla: “…Çünkü nasıl düşüneceğin değil, ne düşüneceğin öğretildi sana.”

Film sanki bir umutsuzluk, kurtulamama hali, çıkışsızlık sunuyor gibi özellikle sonlara doğru. Ancak ben izlerken umutla dolduğumu söyleyebilirim. Çünkü bu sistemde mücadelesiz, kavgasız hiç bir kurtuluş olmadığını anlatıyor film. Bu gerek aile içinde gerekse ülkede otoritenin yıkılması gerekliliğini gösterdiği sahnelerde, Manuçerh üzerinden kolay yoldan köşeyi dönmenin imkansızlığının anlatımında ve en çok da Ali Rıza karakteri dolayımıyla sınıf mücadelesine işaret ettiği sahnelerde böyle. Sistem içerisinde kurtuluş arayanlar için umutsuzluk yaratabilecek, ancak bizler için, işçi sınıfının devrimcileri için doğru yolda olduğumuzu göstermesiyle ideolojik netleşme yaratacak bir film Leyla’nın Kardeşleri.

Paylaşın