Kültür - Sanat, Umut Yazıları

Kadın Kral filmi yorumlaması – Zarife Zülfiyar

“Bir insan canı kaç deniz kabuğu bayım?”

“Aslan kendi hikayesini yazmayı öğrenene kadar, her hikaye avcıyı övecektir.”

Afrika Atasözü (belki de Anasözü, bilemeyiz)

Kimler kimler avcılık yapmadı ki Afrika’da. Önce Portekizliler geldi. Ardından kanlı para kokusunu alan koştu bir bir, üşüştü Afrika’nın başına. İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar ve elbette hiç kimselere benzemeyen İngilizler.

Kadın Kral filmi 17. ve 19. yüzyıllarda Batı Afrika’da, devrin en güçlü krallıklarından olan Dahomey Krallığı’nda meydana gelen gerçek olaylardan esinlenmiş. Film, ana tema olarak tamamı kadınlardan oluşan Agojie ordusunu konu edinmiş olsa da, Afrika tarihinin ayrılmaz parçası olan Batı sömürgeciliğini de izletmiş oluyor bizlere. Gina Prince-Bythewood’un yönetmenliğini yaptığı Kadın Kral filminin yaslandığı tarihi merak ediyorsanız Wikipedia’dan uzun uzun bakabilirsiniz. Şaka şaka, tabi ki sizler için derledim. İsterseniz -ve şayet sıkılmazsanız- yazının devamını okuyarak, filmin tarihi arka planına kısaca bir göz atabilirsiniz.

Film, 1823 yılında Batı Afrika’da bir krallık olan Dahomey Krallığı’nda geçiyor. Krallığın başına yeni kral olarak Ghezo geçmiştir. Düşmanları Oyo İmparatorluğu, Dahomey köylerini talan etmek ve tutsak düşenleri Avrupalı köle tacirlerine satmak için yerel Mahi kabilesiyle güç birliği yapmaktadır. Oyo İmparatorluğu, köle olarak sattığı insanlar karşılığında Avrupalılar tarafından desteklenmekte ve askeri olarak donatılmaktadır. Bunun karşısında süvari birlikleri olmayan ve dönemin askeri teknolojisi bakımından nispeten geri olan Dahomey Krallığı askerlerinin ise elinde insanlığın en eski silahı vardır; dayanışma. General Naniska tarafından yönetilen kadın ordusu “Agojie” savaşçıları, bedenlerini adeta bir silaha dönüştürerek onurlarını çiğneyen, halklarını köleleştiren ve her şeylerini yok etmek isteyen Avrupalı sömürgecilere ve işbirlikçi komşu kabilelere karşı görkemli bir savaş verirler.

Filmin ilk sahnesi, yerel işbirlikçi Mahi Kabilesi’nin köyünde bir grup erkek ateşin başında hem silahlarını temizliyor hem de vakit geçiriyordur. Sakin bir akşamdır. İçlerinden biri bir ses duyduğunu düşünür ve “Sessizlik!” der. Onlar etrafa göz gezdirirken bir anda ilerideki çalılardan kuşlar havalanır. Grubun geri kalanı (hiç Sun Tzu okumamış olacaklar ki) tam gülmeye ve ses duyduğunu düşünen adamla dalga geçmeye başlamışlarken bu sefer hep birlikte bir ses duyarlar. Bu sefer çalılardan kuşlar değil Agojieler yükselir, kız kardeşlerini almaya gelmişlerdir ve hainlere acımayacaklardır.

Göğüs göğüse nefis dövüş sahneleri bu andan itibaren başlar. General Naniska, yakın zamanda gerçekleşmesi kaçınılmaz olan savaş için Agojie’ye yeni savaşçılar kazanmak gerektiğini biliyordur. Köle ticaretinden kurtardıkları kadınların çoğu Agojie’ye katılıp savaşmayı dışarıda ezilmeye tercih eder. Kadınlardan birinin dediği gibi “artık av değil, avcı olacaklardır”. Yeni katılımlardan biri de Nawi’dir. Nawi, köle ticaretinden kurtarılan kadınlardan değildir, onun hikayesi farklıdır. Nawi, babası tarafından sürekli evlendirilmeye çalışılan, toplumun deyimiyle “yola gelmez bir kızdır”. Son talibine hak ettiği cevabı vermesinin ardından babası tarafından saraya, krala hediye olarak bırakılır. Artık evlenmek zorunda değildir. Ki zaten evlenemez de. Çünkü, Agojie olmanın şartı evlenmemek ve çocuk sahibi olmamaktır. Izogie’nin deyimiyle; güçlerini kimseye teslim etmezler.

Film baştan sona etkileyici. Kadınların savaşçı formunu yakalamak ve rollerini başarılı bir şekilde icra edebilmek için epey emek-zaman harcadıkları belli oluyor. Yalnızca savaş sahnelerinin güzelliğiyle değil, toplumdaki yerlerini sorgulayışlarını ve onurlu bir yaşam için mücadelelerini ele alışıyla da film insanı kendine çekiyor. Geçmişe gömdükleri acılarıyla baş etmelerini ve yeri geldiğinde yüzleşmelerini izliyoruz. Erkek şiddetinin her biri birbirinden çirkin yüzlerini başarılı bir şekilde perdeye dökmeyi başarmış yönetmenimiz Gina.

Filmin ana konusu Agojie savaşçıları, ancak Afrika’nın hala kanayan yarası köle ticaretini de iyi bir şekilde işliyor. Film mekanları ve kullanılan kıyafetleri de göz dolduruyor. İzlerken Afrika kültürünü hissettiriyor insana. Hele bir de kadın bir izleyiciyseniz ve av olmayı kabul etmeyenlerdenseniz, mutlaka filmin içinde kendinizi bir Agojie gibi hissedeceksiniz.

Tarihsel Arka Plan

Batı Afrika’da köle ticareti için en fazla kullanılan limanlardan biri olan Benin, 1899’da Fransızların egemenliğine geçtiğinde Dahomey Krallığı, 1625’ten beri bu topraklarda hüküm sürüyordu. Fon halkı içerisinden yükselen Dahomey Krallığı, günümüz Benin’de bulunan bir Batı Afrika krallığıdır. 17. ve 19. yüzyıllarda yerli halkının çoğu köle olarak toplandığı için buralara “Köle Kıyısı” adı verilmiş. Dahomey Krallığı, fetih ve köle emeği üzerine kurulmuş bir ekonomiye sahipti. 19.yy’nin ortalarında Oyo İmparatorluğu’na (günümüz doğu Benin ve batı Nijerya’sında) haraç statüsünü sona erdirdikten sonra önemli bir bölgesel devlet haline geliyor. Dahomey Krallığı, Avrupalılarla ticari ve diplomatik ilişkilere, merkezi bir yönetime, olmazsa olmaz vergi sistemine ve organize bir orduya sahipti. Komşu ülkelere karşı savaşlar ve baskınlar düzenliyordu. Tüfek, barut, kumaş, tütün, pipo, alkol ve “deniz kabuğu” gibi Avrupa malları karşılığında, esirleri Atlantik köle ticaretine satıyordu. Geri kalan tutsaklar Dahomey’de kalıyor ve yıllık olarak yapılan kurban törenlerinde öldürülüyordu. Bu kurban törenlerinin bir kısmı Batılı tarihçilerin abartması olsa da Dahomey’in dini olan Vodun inancına göre de kurbanın önemli bir ibadet şekli olduğu inkar edilemez. Elbette insan kurban edilmesi, yalnızca Afrika inanışlarına has bir şey olmayıp Azteklerde, Mayalarda ve dünyanın farklı yerlerinden bir çok dini inanışta görülebilen bir şey. Vodun inancı, çok eskilerden kalma animist gelenekleri içerisinde barındırıyordu. Vodun kozmolojisi, dünyayı yöneten vodun ruhları ve ilahi özün diğer unsurları etrafında yoğunlaşır. Bu hiyerarşi, doğanın ve insan toplumunun güçlerini yöneten büyük tanrılardan bireysel akarsuların, ağaçların ve kayaların ruhlarına kadar uzanan bir güç hiyerarşisidir. Mawu veya Mahu olarak adlandırılan ilahi yaratıcı, dişi bir varlıktır ve bilgeliği temsil eden yaşlı bir kadın olarak tasvir edilir. Mawu aynı zamanda diğer tüm tanrıların sahibi olan tanrı olarak görülür. -Filmde bunun işlendiğini göreceğiz-. Yaratıcı, ay Mawu ve güneş Lisa’nın sırasıyla dişi ve erkek yönleri olduğu ve genellikle yaratıcının ikiz çocukları olduğu söylenir. Başka hikayelerde ise Mawu-Lisa’nın, ikiz olmak yerine iki yüze sahip, kendini hamile bırakabilen tek bir hermafrodit kişi olarak tasvir edildiği görülüyor. Nihayetinde erkek egemenliğinin pekişmesiyle beraber neredeyse tüm eski inanışlarda olduğu gibi fallus merkezli bir inanışa doğru meylettiği söylenebilir. Daha sonrasında ise Hıristiyanlık ve İslam gibi monoteist dinlerin etkisiyle iyice karmaşık bir hal alacak Vodun ve tüm geleneksel Afrika dinleri.

1800’lere gelene kadar bölge krallıkları köle ticareti ile büyümüşlerdi. Avrupalılar, Afrika iktidarlarını köle ticaretine bağımlı hale getirmişlerdi. 1808’de Birleşik Krallık’ın Atlantik köle ticaretini yasa dışı ilan etmesiyle başlayan Afrika Ablukası akabinde Dahomey Krallığı ekonomik olarak giderek zayıflamaya başladı. Filmimizin işlediği dönem olan Kral Ghezo’nun iktidarı döneminde, krallık siyasi çalkantı içerisindeydi. Dahomey, 1748’den beri Oyo İmparatorluğu’na haraç veriyordu ve boyunduruğu altındaydı. Kral Ghezo, iktidara geldiği 1818 tarihinden itibaren ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak zorundaydı. Bunların her ikisi de köle ticaretine dayandığı ve köle ticaretinde Oyo İmparatorluğu gibi bir rakibi olduğu için bir yandan da askeri savaş stratejileri geliştirmesi gerekiyordu. Evet, Dahomey Krallı da diğer bölge krallıkları gibi köle ticareti yapıyordu ama yine de Kral Ghezo’yu diğer tüm krallardan ayıran bir şeyler var. Kral Ghezo’nun iktidarı öncesi iktidarda olan abisi Adandozan ve onun evveli tüm krallar, savaş esiri olarak yakaladıkları insanları köle olarak satmanın yanı sıra, kendi halkından insanları da köle olarak satıyorlardı. Kral Ghezo’nun iktidara geçmesiyle, köle ticaretine katılımda bir şart getirildi ve Dahomey halkının köle olarak pazarlanmasını yasakladı. Ayrıca, palmiye yağı üretim ve ticaretine geçildi. Köle ticareti, düşmanların satılmasıyla devam ediyordu. İngilizler köle ticaretini kaldırmalarını istediğinde, bunun bir anda olamayacağını ve sadece kademeli bir şekilde gerçekleştirilebileceğini söyledi. Köle ticaretini kademeli olarak kaldırırken palmiye yağı ticaretini arttırdı. Elbette ne İngilizler köle ticaretinin yasaklanmasını yüce gönüllülüklerinden istiyorlardı ne de Kral Ghezo hiçbir ekonomik-politik amaç gütmeden, sadece insani bir şekilde köle ticaretini kısıtlıyordu. Herkes ekmeğinin peşindeydi anlayacağınız. Yine de Afrika tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır Kral Ghezo dönemi. Ghezo’nun saltanatı, yaptığı önemli değişikliklerle tarihe damgasını vurdu. Bunların en önemlisi ise Agojie’nin (diğer adıyla Mino) yükselişidir. Batı Avrupalıların, Yunan mitolojisinden yola çıkarak Amazonlar olarak adlandırdıkları Agojie, tamamı kadınlardan oluşan bir Fon askeri alayıydı. Tarihi daha eskiye dayansa da yoğun olarak Ghezo’nun iktidara gelmesi ile güçlendiler. Krallığın en elit askeri birliği olan Agoji, Oyo İmparatorluğu’nun yenilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Ayrıca İngilizlerin, insanları “Hristiyanlaştırma” girişimlerine karşı geleneksel dinlerini, Vodun’u korumaları ile de Dahomey Krallığı’nı güçlendirdiler. Agoji’ye katılım öyle kolay değildi. Yoğun eğitimlere tabi tutuluyorlardı. Hayatta kalma becerilerini geliştirmek üzere sınırlarını zorluyorlardı. Acıya ve ölüme kayıtsızlık bekleniyordu. Disiplin çok önemliydi. Ailelerini geride bırakmaları gerekiyordu. Evlenmiyorlardı ki zaten yasal olarak kralın eşi sayılıyorlardı. Ancak bu, Agojie’nin kralın haremi olduğu anlamına gelmiyor, daha ziyade krala adanmış manasına geliyordu. Agojie olmak zordu evet, ancak yine de Agojieler erkek egemen bir toplumda komuta ve yönetim pozisyonlarına yükselebiliyorlardı.

19.yy’nin ikinci yarısında Avrupa’nın Batı Afrika’ya saldırıları hız kazandı. 1890’da Kral Behanzin, 1.Fransız-Dahomey Savaşı sırasında Fransız kuvvetleriyle savaşmaya başladı. Agojieler, Fransızlarla göğüs göğüse çarpıştı ancak kazanamadılar. 2. Fransız-Dahomey Savaşı’nda ise Agojieler, özellikle Fransız subaylarını hedef almak üzere görevlendiriliyordu. Agojieler iyi savaşmalarına rağmen askeri olarak üstün olan Fransızlara karşı yenildiler. Ancak daha sonra Fransız askerleri (özellikle Fransız yabancı lejyonunun askerleri) Agojielerin savaştaki inanılmaz cesaretleri hakkında yazdılar. Bu savaş sonucunda bağımsız Dahomey Krallığı 1894’te son buldu ve birlikler dağıtıldı. Sözlü gelenek, hayatta kalan bazı Agojielerin saklandıklarını (illegale geçtiklerini) ve birkaç Fransız subayına suikast düzenlediklerini belirtiyor.

Hayatta kalan son Agojie’nin Nawi adında bir kadın olduğu düşünülüyor.

Paylaşın