Kadın - LGBTİQ+

KBDH Konsey üyesi ve KKB/KÖG Komutanı Eylem Keçer soruları yanıtladı

25 Kasım vesilesiyle gerçekleştirilen röportajda soruları yanıtlayan Keçer, kadınların özgürleşmesi ve kurtuluşunun önemli ayaklarından birinin, kadınların birleşik mücadelesi olduğunun altını çizdi

KBDH Konsey Üyesi ve Kadın Komünarlar Birliği/Kadın Özgürlük Gücü komutanı Eylem Keçer ile gerçekleştirilen röportajın tam hali şöyle;

1) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken topyekün savaş hükümeti olarak örgütlenen AKP-MHP’nin 2023 yılı itibari ile artan şiddet politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

EYLEM KEÇER: Öncelikle 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle patriyarkal kapitalizm tarafından şiddete uğrayan, katledilen kadınları; Türkiye, Ortadoğu ve dünyanın her yerinde artan, faşizmin pervasızca saldırılarına karşı savaşarak ölümsüzleşen kızkardeşlerimizi saygı ile anıyoruz.

2023 yılı itibariyle işçi sınıfına, ezilen halkalara ve kadınlara yönelik dünya, Ortadoğu, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da faşizmin ve erkek egemen sistemin uyguladığı şiddet politikalarında çok ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün dünya emperyalist-kapitalist sisteminde büyük bir kaos ve istikrarsızlık dönemi daha da derinleşerek devam etmektedir. Emperyalizmin karakteristlik özelliği olan gericilik dönemi bütün yönleriyle işçi sınıfı, ezilen halklar ve kadınlar tarafından daha yakıcı olarak hissedilmektedir. Sömürünün alabildiğine arttığı, emperyalizmin ve sömürgeci ülkelerin zulüm politikalarının normalleştiği bir dönem içerisindeyiz. Dünyanın bir çok coğrafyasında yoksulluk, sömürü artarken emperyalist ülkeler dünya halklarının sömürüsü ve yoksullaşması karşısında bu durumu daha da derinleştiren politikalarda ısrar etmektedirler.

Bugün ezilen halklar ve kadınlar, savaşı daha yakıcı bir şekilde yaşıyor. Savaş, emperyalizmin ve faşizmin beslendiği ve kendi hegomanyasını yeniden tahkim ettiği bir araç haline gelmiş bulunmaktadır. 90’lı yıllardan itibaren, onlarca savaşta milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, on milyonlarca insan bu savaşların yarattığı olumsuz koşullardan etkilenmiştir.

ABD emperyalizmi, 90’lı yılların başından itibaren tek kutuplu bir dünya inşa etmiş bulunmaktadır. Bu yönde, politikakarının ana zemininde esasen Amerikan hakimiyetinin dünya planında mutlak olduğu düşüncesi bulunmaktadır. Bugün bu düşünceyi savunanlar artık eskisi kadar cesur değiller. ABD hegomanyası dünya planında büyük bir zayıflama dönemine girmiş bulunmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya dönük olarak gerçekleştirdiği askeri operasyon, bir çok yönden ABD hegomanyasının büyük bir zayıflama içerisinde olduğunun kanıtı niteliğindedir. Rusya, ABD hegemonyası ve karşı çıkışlarına rağmen bu operasyonu yapabilmiştir. Bu yönüyle, ABD’ye rağmen bu operasyonun gerçekleşmesi dünya planında çok kutuplu koşullara geçişin önemli bir işareti olarak değerlendirilmelidir.

Bu yönüyle, Türkiye devleti başta olmak üzere birçok devlet, dünya planında oluşan çok kutuplu çatışma koşullarından yararlanma çabası içerisindedir. AKP-MHP faşist iktidarı, esasen Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etme temelinde yürüttüğü politikalar için, çok kutuplu dünyanın çatışma koşullarından yararlanma çabası içindedir. Zaman zaman ABD ve Avrupa Birliği ile iş tutan faşist rejim zaman zaman da Rusya ekseniyle iş tutuyor. Özellikle, Suriye ve Irak devletleri sınırları içerisinde bulunan Kürdistan topraklarında işgal ve sömürü politikalarını derinleştirmektedir.

Son olarak İsrail’in işgal politikaları karşısında 7 Ekim tarihinde Hamas’ın başını çektiği ve diğer Filistinli direniş örgütlerinin de içinde yer aldığı Aksa Tufanı Harekatı’yla Filistin-İsrail savaşı yeni bir evreye girmiştir. İşgalci İsrail devletinin Gazze’deki katliam ve soykırım saldırıları tüm dünyada yükselen öfkeye rağmen emperyalistlerin açık desteğiyle devam ediyor. Faşist Erdoğan, sözüm ona, İsrail’e “işgalci” diyerek Türkiye’de iç dengelere oynuyor. Bir taraftan Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduğunu belirtirken aynı zamanda İsrail devletiyle ekonomik ilişkilerini devam ettirmektedir. Azerbaycan’dan gelen petrol, Türkiye üzerinden İsrail’e sevk edilmektedir. Türkiye iktidarı bütün timsah gözyaşlarına rağmen bu ticaretten önemli bir kar elde etmektedir. Erdoğan hükümetinin, Filistin direnişiyle dayanışma tavrı esasen iç siyasete dönük bir tahkimat çabasından öte bir anlam ifade etmemektedir. Kendisi de Rojava’da Kürt halkına dönük her türlü katliamı yapan AKP-MHP faşist iktidarı mazlum Filistin halkıyla dayanıştığını söylerken iki yüzlü bir politika ile başka bir mazlum olan Kürt halkına dönük işgal ve sömürü politikalarını derinleştirmektedir.

1 Ekim tarihinde Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na yönelik gerçekleşen eylem sonrasında faşist iktidar doğrudan Rojava Devrimi’ni hedef gösterdi. Ve 5 Ekim tarihinden itibaren Kuzey ve Doğu Suriye’de insanların yaşamları için kritik önemdeki ekonomik tesisleri hedef alan kapsamlı bir hava saldırısı başlattı. Bugün, yoğunluğu değişse de aynı saldırılar Rojava, Şengal ve Medya Savunma Alanları’na uzanan bir hat üzerinde devam etmektedir. Sivil hedefler SİHA ve savaş uçaklarıyla hedef alınmaktadır.

Bu gelişmeler AKP-MHP iktidarının dünya planında emperyalist sistemin yarattığı savaş ve sömürü siyasetinin bölgede uygulayıcısı olduğu gerçeğinin açık kanıtıdır. Bu politikalar, işçi sınıfı ve ezilenlerin yaşamına dönük birçok olumsuzluk yaratırken, aynı zamanda da kadınların hayatını yaşanmaz kılıyor.

2023 yılı AKP-MHP faşizminin kadınlara yönelik arttırdığı şiddet politikasını en üst perdeye yükselttiği yıllardan biri oldu. AKP-MHP faşist iktidarı için süreç ne kadar bir ölüm kalım savaşıysa, aslında işçiler, ezilenler ve kadınlar için de öyle. Bir gelecek göremedikleri için intihar eden üniversite gençliği, tarikat yurtlarında artan saldırı haberleri, yoksulluk nedeniyle canından olan kadınlar, ötekileştirilenler, sokaktan silinip evlere gömülmek istenen yada en düşük ücretle çalıştırılanlar kadınlar olmaya devam ediyor. Bu şiddet politikasının sayfalarca teşhirini yapabiliriz. Zulüm, yoksulluk, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzler, yükselen İslamcılık, yozlaşan-gericileşen toplum, anayasal hakların birbir yok edilmesi, sapkınlığı örgütleyen diyanet, Ensar Vakfı vb. tarikatların çocuklara yönelik istismar saldırıları ve bunların AKP-MHP iktidarı tarafından olağanlaştırılması.

AKP-MHP faşizmi, nefret söylemi ve düşmanlaştıran pratikleriyle LGBTİ+lara yönelik baskı ve saldırılarını arttırıyor. Her türlü hukuk ve insanlık suçunu meşrulaştırma çabası içinde bulunuyor. “Aile kurumunu zayıflatacak hiçbir etkinliğe müsaade etmeyeceğiz!” diyen AKP-MHP faşist iktidarı, LGBTİ+lara ilişkin her türlü eylemi yasaklıyor. Aileyi koruma adına dört koldan kadınların ve LGBTİ+ların kazanımlarını gasp etmeyi hedefliyor.

Patriyarkanın bugünkü temsilcisi ve kadın düşmanı AKP-MHP faşist iktidarı, sokakta karşısına dikilen ve yarattığı dinanizmle isyanı körükleyen kadınları hedef alıyor. Kürdistan’da yerel yönetimlere ve Kürt kadın siyasetçilerin iradesine kayyum atıyor. Devrimci kadınlara ve tutsaklara yönelik sistematik olarak baskı ve işkence uyguluyor. Yani özetle şunu diyebiliriz; kusursuz ve örgütlü bir şiddet.

Özellikle Kürdistan’da kadınlara yönelik kezzaplı eylemleriyle ve cinayetleriyle hafızalara kazınan Hüdapar’ın ve Yeniden Refah gibi müttefikleriyle seçim sonrası işçi sınıfına, ezilen halklara ve özellikle kadınlara yönelik sömürü ve saldırılarını yükselteceğinin de emarelerini verdiğini söyleyebiliriz. Hüdapar ve Yeniden Refah gibi müttefikleriyle bu saldırı hattını genişletmeye çalışan iktidar, sadece kadınların haklarını elinden almadı. Geçen aylarda Aile Bakanlığı’nın düzenlediği ve kadın örgütlerinin iradesinin hiçbir düzeyde yansımadığı “Aile Çalıştayı” ile tam da yukarıda belirttiğimiz gibi kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik şiddet politikasını daha kurumsal ve organize bir şekilde uygulamayı hedefliyor. Bu saldırı hattını daha bütünlüklü görmek gerekiyor.

AKP iktidarı neo-liberal saldırılarla birlikte işçilere, emekçilere yönelik emek sömürüsünü daha da yoğunlaştırarak devam ettiriyor. Her gün nerdeyse en az bir işçi iş cinayetine kurban gidiyor. Toplumun bütün kesimlerine yönelik çok ciddi bir şiddet politikası uyguluyor. Özellikle kadınları, aile kurumuna hapsederek evde parça başı iş yapmaya yönlendiriyor. Tabi bu, kadın emeği sömürüsünü daha da derinleştiren bir durum. Kadınlar hem çocuk hem yaşlı bakımını üstleniyorlar, hem de daha ucuz çalışarak ciddi bir emek sömürüsüne maruz kalıyorlar. Erken yaşta evlilik şartıyla evlilik sigortası, her çocuk için altın ödenmesi ve sosyal yardım savsatası gibi teşviklerle aileyi kurumsallaştırıyor; kadınları aile kurumuna hapsetmek istiyor.

Kadınların saldırılara ve baskılara karşı direnişini, mücadelesini durdurmaya yönelik olarak, AKP-MHP faşist iktidarının 20 yılında, bu şiddet sarmalını daha organize uygulamak için İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı çekmesi de yetmedi. Bugün bu saldırı furyasını “Medeni Yasa” değişikliğiyle tekrar gündemine taşımış durumda. Her fırsatta “kadın-erkek eşit değildir” fikrini dillerinden düşürmeyen faşist Erdoğan ve rejimi Medeni Yasa değişikliğiyle bu saldırı konseptini genişletecek. Medeni Yasa değişikliği ile yapmak istedikleri aile kurumunu kadınlar için bir hapis haline getirmek, erkek şiddeti karşında boşanmayı engellemek ve erkeğin rızasına tabi tutmak, nafaka hakkını gaspetmektir. Yani kısaca kadınlara, “aile dışında hayat yok!” fikrini dayatarak, kadın ve kız çocuklarını erkeğe mahkum bırakacak politikalarını daha sistematik hale getirecekler.

Tabi bunu sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan topraklarında değil aynı zamanda işgal ve yayılmacı politikalarıyla Ortadoğu halklarına ve kadınlarına yönelik de yapıyorlar. Kadınların öncülük ettiği Rojava Devrimi’ni boğmak en temel hedeflerinden biri. Özellikle Efrin, Serakaniye ve Gire Spi işgaliyle birlikte Rojava Devrimi’ni boğmak ve kadınların mücadelesiyle gerçekleşen kadın kazanımlarını gasp etmek istiyorlar. Çünkü kendileri için ciddi bir tehlike olarak görüyorlar.

2) Erkek-devlet terörüne karşı kadın hareketleri açısından nasıl bir direniş ve dayanışma örgütlendi?

EYLEM KEÇER: Faşist AKP-MHP, iktidar olduğundan bu yana, uyguladığı şiddet politikalarına ve devlet terörüne karşı kadın özgürlük mücadelesi/feminist mücadele ciddi bir direniş hattı örgütledi. Geçtiğimiz 25 Kasım, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşleri’nde AKP-MHP faşist iktidarın ağır şiddetine rağmen kadınlar geri adım atmadan barikatları yıktılar. Emek sömürüsüne karşı ve haklarını alabilmek için grev ve iş bırakma eylemlerinde kadınlar, hem ücretlerinin arrtırılmasını talep ederken hem de işyerlerinde yaşanan cinsel şiddet ve tacizi açıkça ifşa ettiler. Bunda, kadın özgürlük mücadelesi/feminist mücadelenin örgütlediği direniş ve dayanışmanın önemli etkide bulunduğunu düşünüyoruz. Diyebiliriz ki şehirlerde, dağlarda ve diğer mücadele alanlarında öne çıkan yine kadın mücadelesi oldu. Aslında düşmanın kendi varlığı karşısındaki en büyük tehditlerden biri de bu. Çünkü direnen kadınlar, erkek egemen sistemin dayattığı sınırlar dışında bir dünyayı işaret ediyor ve bu mücadele yayılarak büyümeye devam ediyor.

Erkek devlet şiddetine ve sömürüye karşı, kadınların sokak eylemlerinde, grevlerde, barikat ve dağlarda yürüttüğü kadın özgürlük mücadelesi/feminist mücadelenin bütünlüğü, AKP-MHP faşizmine karşı saldırıya geçtiği andan itibaren daha da büyümeye, diğer ezilenlere cesaret vermeye devam edecek. Dayanışma eylemleri ve direniş büyüdükçe, geliştikçe ve çeşitlendikçe patriyarkal kapitalizmin saldırıları gerileyecektir. Türkiye ve Kürdistan’da kadınların özgürlüğü adına en ufak bir ses çıkartma, en ufak bir eylem, bütün kadınlar adına yapılmış bir eylemdir. Bu anlamıyla var olan kadın mücadelesi bizler için çok büyük önem taşıyor. Aynı zamanda kadınların yanyana gelmesinde hiç olmadığı kadar önemli bir dönemden geçtiğimizi belirtmek istiyoruz.

3) Önümüzdeki dönemde KBDH bileşeni olarak birleşik devrim mücadelesini yükseltme hedefleriniz nedir? Kadın hareketlerine çağrınız nedir?

EYLEM KEÇER: Aslında yukarıda da söylediğimiz gibi, tüm verileri karşılaştırdığımızda, 2023 yılında tüm toplumsal kesimler üzerinde baskı ve sömürünün giderek arttığı görülüyor. Bu saldırıların AKP-MHP iktidarı tarafından derinleştirildiğinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Bugün, AKP-MHP faşizmi altında Türkiye sınırları içerisinde bulunan hem batıda hem de Bakure Kürdistan’daki bütün ezilen halklar ve kadınlar tutsak edilmek isteniyor. Bu haliyle bile işçi, genç ve kadınlar için Türkiye bir zindan halini almıştır. Böyle bir erkek egemenliği ve böyle bir faşizm altında yaşıyoruz. Dolayısıyla tüm bu saldırılara karşı kadınların özgürleşmesi ve kurtuluşunun önemli ayaklarından birinin, kadınların birleşik mücadelesi olduğunu düşünüyoruz.

Biz, KKB/KÖG olarak, şundan eminiz. Türkiye’de ki hiç kimse ve özellikle kadınlar, var olan koşullardan memnun ve bu koşullar altında yaşayabilecek durumda değildir. Bugün, özellikle yaşadığımız tüm bu saldırıların boyutu göz önüne alındığında, yürütülen mücadelenin koşullarına bakıldığında, daha ileri bir hatta geçmemize yönelik mecburi ihtiyacın zorlayıcısı ve örgütleyicisi bir pozisyon alınması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü, kadınlar örgütlenmedikçe, hesap sormadıkça hem kazanımları hem de yaşam hakları ellerinden alındığından dolayı bu hatta ısrarcı olmak gerektiğini düşünüyoruz. Kadın özgürlük mücadelesinin ve feminist mücadelenin kazanım ve deneyimlerinin mirasçısı olarak bugün yapılması gereken, kadınların kurtuluşunu hedefleyecek zoru örgütleyebilmek ve zorun kaldırıcı gücünü öne çıkarabilmektir.

Tüm kadınlar adına söz söyleyen, eylem örgütleyen bir kadın örgütlenmesi değil anlatmak istediğimiz. Farklı ezilmişlik biçimlerini kendinde barındıran kadın mücadelesinin kapsayıcılığıyla, kadınların talep, isyan ve öfkelerine cevap olabilecek, onların öfkelerini filizlendirebilecek topyekün bir ileri sıçratmayı hedefliyoruz. Patriyarkal kapitalizm, toplumun bütün kesimlerine yönelik bir saldırı konsepti uyguluyor ve bu saldırılar birbirinden bağımsız değil. Bu yüzden faşizmin, emperyalizmin, patriyarkal kapitalizmin saldırıları hangi yoğunluğu ile gelirse gelsin farketmez. Mücadelemizin, erkek egemen sistemi topyekün yıkacak devrimci bir dinanizmle buluşmadığı takdirde başarıya ulaşma şansının olmadığını düşünüyoruz. Tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesi, kendi özneleriyle ve devrimci öznelerin bir arada yürüttüğü mücadele ile zafere ulaşabilir. Bu mücadele dinamiklerini buluşturamadığımız takdirde, hangi tarihsel sürece denk gelirsek gelelim isyan ayaklanma vb. aslında fikren mağlup olduğumuz bir kavgada fiilen de mağlup ayrılırız. Bu tarihsel bir zorunluluktur. Tarihsel tüm mücadele deneyimleri bunun kuvvetle ispatıdır.

Kadın Komünarlar Birliği/Kadın Özgürlük Gücü olarak, kadınları ve LGBTİ+ları faşizme ve erkek egemenliğine karşı, var olan mücadele zeminlerini aşan, ileriye sıçratan, karşı saldırı ile sadece kadınların öfkesine cevap olmakla sınırlı kalmayan; kadınlara yeni alanlar açmak, patriyarkal kapitalizmden koparılmış mevziler kazanmak için saflarımıza katılmaya çağırıyoruz.

63 yıl önce Dominik Cumhuriyeti’nde Turujillo Diktatörlüğü’ne karşı mücadele ederken ölümsüzleşen Mirabel Kardeşler’den bugüne, kadın özgürlük mücadelesi bugün dünyanın bir çok yerinde, Polonya, Arjantin, İran, Filistin, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki taciz, tecavüz ve şiddete karşı verilen kadın mücadelesi şunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Kadın özgürlük mücadelesi dünya egemenlerini ve patriyarkal kapitalizmi parçalayacak güce sahip. Tam da buradan doğru, erkek-devlet şiddetine karşı öfkeyi kuşanıp direnmek mümkün. Mirabel Kardeşler’den bu yana deneyimlediğimiz süreçler ve savaşlar bize gösterdi ki, her türlü saldırıya ve kuşatmaya karşı kadınlar yılmıyor. Cemre, Zahide, İdil, Delal Amed, Mercan, Sevda, Ceren, Aynur ve tüm ölümsüz kadınların kararlılığı bugün bunun somut halidir. Bu kararlılığı sömürünün olduğu her alana taşıyarak patriyarkal kapitalizm son bulana kadar mücadele edeceğiz.

Paylaşın