Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Filistin direnişi yok edilemez: Tarih tanıktır – Cenk Ağcabay

İşgalci İsrail devletinin Gazze’deki soykırım saldırıları tüm dünyada yükselen büyük öfke ve tepkilere rağmen emperyalizmin açık desteğiyle devam ediyor. Artık öyle zamanlardayız ki, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber, “Gözlerimizin önünde bir soykırımın yaşandığını görüyoruz” diyerek istifa ediyor. Hastaneler ve mülteci kamplarına tonlarca bomba yağıyor. Emperyalizm güç gösterisiyle, İsrail eliyle uyguladığı “şok ve dehşet” operasyonlarıyla bölge halklarına gözdağı veriyor. İtaat edilmediği takdirde neler olacağını İsrail’e sağladığı bombalarla göstermeye çalışıyor.

Gazze’de başlayan kısmi kara operasyonlarına ABD Özel Kuvvetlerinden katılım olduğu yönünde bilgiler geliyor. Gazze’de olan biteni daha berrak görebilmek için Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarına bakmak gerekiyor. Hiroşima ve Nagazaki’ye ölüm ve yıkım yağdıran bombaların savaşın askeri koşulları açısından bir zorunluluk olmadığını o dönem bizzat ABD Genel Kurmay Başkanı ifade etmişti. Japonya zaten yenilmişti. Amerikan emperyalizmi atom bombalarıyla kitle katliamları düzenleyerek esas olarak dosta ve düşmana güç gösterisi yapıyordu. Almanya’nın Dresden şehrinin bombalanması da aynı kapsamda gerçekleşti.

Amerikan emperyalizmi komünizme karşı küresel savaş perspektifi bağlamında Sovyetler Birliği’ne ve dünya halklarına mesajını atom bombalarıyla vermişti. Emperyalist-kapitalist dünyaya da artık esas patron olduğunu bu bombalarla anımsatmıştı. Time dergisinin 1941 yılındaki bir kapağında ifade edildiği üzere, “Amerikan Yüzyılı” başlıyordu ve “Amerikan Yüzyılı” kitle katliamlarıyla açılmıştı. Emperyalist-kapitalist dünyanın savaş sonrası finansal mimarisinde nasıl Dolar egemenliği, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların etkinliği gerekliyse ve inşa edilmişse; bombalara da ihtiyaç vardı. ABD askeri üslerinin dünya çapında yayılması ve yerleşmesi gerekiyordu. İsrail bu kapsam içinde Ortadoğu’da büyük bir askeri üs niteliğinde var oldu. Bölgeden petrol akışının güvence altına alınması büyük önem taşıyordu.

Son bir ayda bölgeye yığılan büyük emperyalist askeri varlığa ve İsrail’e sunulan askeri desteğe bu çerçeveden bakmak verimlidir. ABD Ortadoğu’da zaman içinde aşınan hegemonyasını yeniden tesis etmek için harekete geçti. İsrail kendi özgül hedeflerini ABD’nin bu hamleleri içine yerleştirerek gerçekleştirmek istiyor. New York Times gazetesinin Amerikalı yetkililerden edindiği bilgilere göre, ABD ve İsrail yetkililerinin yaptıkları görüşmelerde İsrail tarafı ABD’lilere, “Kitlesel sivil kayıpların askeri harekâtta kabul edilebilir bir bedel olduğuna inandıklarını” söylemiş. İsrailliler ayrıca “Hiroşima ve Nagazaki’ye iki atom bombasının atılması da dahil olmak üzere” İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin Almanya ve Japonya’yı bombalamasına da özel atıflarda bulunmuşlar.

Filistin direniş güçlerinin 7 Ekim operasyonu İsrail’in yüzündeki makyajı tümden döktü artık gerçek niyetlerini gizleme gereği duymuyor. İsrail’in üst düzey yetkilileri –devlet başkanından politik liderlere- Filistinliler için “hayvan”, “canavar” sözcüklerini hiçbir rahatsızlık duymadan kullanıyor. İsrail’de iktidardaki Likud partisinin kadın milletvekili Galit Distel Atbaryan, X sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik etnik temizlik çağrısı yaptı. İsraillilere, “Birbirinizden nefret etmeyin. Canavarlar sizden yeterince nefret ediyor. Düşmandan nefret edin. Canavarlardan nefret edin. İç çekişmenin en ufak bir kırıntısı, çıldırtıcı derecede aptalca bir enerji israfıdır. Bu enerjiyi tek bir şeye yatırın; Gazze’nin tamamını yeryüzünden silmek. Gazzeli canavarlar ya güneydeki çitlere gidecek ve Mısır topraklarına girmeye çalışacak ya da ölecekler. Gazze yeryüzünden silinmeli. İntikamcı ve zalim bir İsrail ordusuna ihtiyaç var. Daha azı ahlaka aykırıdır. Tamamen etik dışıdır” şeklinde seslendi.

Atbaryan’ın bu sözlerini İsrail basınına sızdırılan bir belgeyle birlikte ele almak gerekiyor. Bu belge, İsrail’in sivil halka yönelik bu saldırılarıyla Gazze’de tam olarak ne yapmak istediğine dair bazı açılımlar sunuyor. İsrail İstihbarat Bakanlığı tarafından hazırlanan ve tam içeriği ilk kez Sicha Mekomit isimli İsrail dergisinde yayınlanan belgede, Gazze Şeridi’ndeki nüfusun kalıcı olarak Sina’ya zorla nakledilmesi öneriliyor ve uluslararası toplumun bu hamle için harekete geçirilmesi çağrısında bulunuluyor. Belgede ayrıca Gazze sakinlerini ‘planı kabul etmeleri için motive edecek özel bir kampanya’ düzenlenmesi öneriliyor. Anlaşıldığına göre, önerilen özel kampanya atılan tonlarca bombadan oluşuyor.

Projede Gazze halkının Sina’nın kuzeyindeki çadır kentlere taşınması ve kalıcı kentler inşa edilerek buraya yerleştirilmeleri öngörülüyor. Gazze halkının yerleştirileceği kalıcı kentlerle İsrail arasında bir tampon bölgenin oluşturulması projenin bir başka unsuru. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da geçtiğimiz gün Senato’da yaptığı bir konuşmada, ABD’nin Gazze’nin geleceği için “bir dizi seçeneği ele aldığını” söyledi. “Hamas’ın Gazze’yi yönettiği statükoya dönemeyiz” diyen Blinken, çeşitli seçenekler üzerinde çalıştıklarını belirtti. Projenin temelinin öldürebildikleri kadar Filistinli öldürüp kalanları Gazze’den sürmek olduğu belirginleşiyor ve bu tip projelerin İsrail devleti açısından yeni bir şey olmadığını sürekli olarak geliştirildiğinin altını çizmek gerekiyor.

Bu projelerin sürekli olarak üretildiğinin altını çizmek gerekiyor, neden mi? Batı Şeria’nın Hebron tepeleri üzerindeki bir Filistin köyü olan Zanuta’da yaşayan 150 Filistinli yıllardır topraklarını terk etmemek için baskılara direniyordu. 7 Ekim’den sonra İsrail askerlerinin ve İsrailli yerleşimcilerin yeni boyutlar kazanan saldırıları nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldılar. Guardian gazetesi muhabiri Bethan McKernan Batı Şeria’dan yaptığı haberde durumu şöyle anlatıyor: “Bazıları yedek asker üniforması giyen, bazıları yüzlerini kapatan silahlı yerleşimciler geceleri evlerine girmeye, yetişkinleri dövmeye, eşyaları tahrip edip çalmaya ve çocukları korkutmaya başladı. On yıllar boyunca topraklarına tutunmak için umutsuzca mücadele eden topluluk, kaybettiklerine karar verdi.” (‘Yeni bir Nakba’: Yerleşimci şiddeti Filistinlileri Batı Şeria köylerinden sürgün ediyor)

Haberde, İsrailli yerleşimcilerin Filistinlileri bölgeden zorla çıkarması detaylı olarak anlatılırken, İsrailli insan hakları grubu B’Tselem için bölgede araştırmalar yapan Nasser Nawadja’nın defalarca dövülüp, tutuklandığı bildiriliyor. Nawadja, “Yerleşimcilerin şiddeti şimdi her zamankinden daha kötü. Bazen yedek asker üniforması giyiyorlar ve artık kimin ordu kimin yerleşimci olduğunu bilmiyoruz. Tuba’daki insanlara ayrılmaları için 24 saatlik bir ültimatom verildi, yoksa yerleşimciler geri gelip onları öldüreceklerini söylediler. Bundan sonra ne olacak bilmiyoruz.” diyor. B’Tselem’in bulgularına göre son üç hafta içinde 32 farklı topluluktan 858 Filistinli ve toplamda 13 topluluğun tamamı zorla yerinden edildi. Bu sayı her geçen gün artmaktadır.

Filistin direniş güçlerinin 7 Ekim’deki saldırısından bir gün önce İsrail Parlamentosu üyesi milletvekili Zvi Sukkot Batı Şeria’daki Huwara köyünde Filistinlilere yönelik bir yerleşimci saldırısına öncülük etmişti. O daha önce defalarca Filistinlilere yönelik yerleşimci saldırılarına öncülük etmesi nedeniyle yargılanmıştı. Geçen hafta İsrail Parlamentosunun Batı Şeria Alt Komitesinin başına atandı ve Dışişleri ve Savunma Komitesinde yer alıyor. İsrail’in hedeflerini kavramak açısından bu atama bir iç görü sağlıyor. O Filistinlilere yönelik her saldırganlık sonrası İsrail devleti tarafından ödüllendirildi ve bugünkü güçlü konumuna getirildi.

ABD ve AB destekli İsrail’in temel yönelişinin yeni bir Nakba olduğu son derece açık ve direniş güçleri bunu çok iyi biliyor. Amerikan emperyalizminin uşaklığı temel nitelikleri olan işbirlikçi Arap egemenleri ve bağırıp çağıran ancak İsrail’in soykırım girişimine karşı hiçbir ciddi adım atmayan Türkiye egemenleri sadece bölge halklarında biriken öfkeyi emmeye çalışıyor.

Bu gerçeklerin bilincinde olan direniş güçleri kendi öz güçlerine dayanarak direnişi büyütürken, işbirlikçileri uyarmaktan da geri durmuyor. Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin yayınladığı son bildiri bu duruma dikkat çekiyor:
“Arap ve Filistinli partileri, Amerika’nın Gazze’nin geleceğine yönelik önerilerine ilişkin tartışmalarına katılmanın, Gazze halkına karşı Amerikan-Siyonist soykırım savaşını körüklediği konusunda uyarıyoruz. ABD ve İsrail’in Direniş’i ortadan kaldırabilecekleri ve Gazze’yi ya da Filistin’in herhangi bir karışını düşman güçlerin vesayeti altına alabilecekleri hayalleri, Direniş’in kararlılığı ve onu destekleyen halkımız tarafından yıkılacaktır.”

Şimdi görev, saldırı ışığında her türlü siyasi diyaloğu reddeden, Filistin Direnişi’ni ortadan kaldırmaya yönelik saldırının reddedilmesini vurgulayan, Amerika’nın Gazze halkına yerinden etme ve imha savaşının gücüyle ve Arap ve Filistinli partilerin işbirliğiyle yüzyılın anlaşmasını dayatma yönündeki hedeflerini reddeden birleşik bir Filistin ve Arap tutumuna bağlı kalmaktır.

Saldırı ateşi altında verilecek tavizlerin, saldırgan güçlerin halkımıza karşı imha savaşını genişletme ve şiddetini artırma iştahını beslemeye katkıda bulunacağı yönünde tüm tarafları uyarıyoruz. Halkımız, Filistin topraklarındaki direnişi, birliği ve kararlılığıyla Amerikan planını yıkacak ve zaferini saldırgan güçlerin pençesinden alacaktır.”

Filistin direnişi dosta ve düşmana bu net mesajı veriyor. Filistin halkı son yüz yıllık tarihinde defalarca karşı karşıya kaldığı ölüm kalım günlerinden bir kez daha geçmektedir. Filistin halkının zaferi iki temel faktöre bağlıdır. İlki kendi öz gücüyle büyüttüğü direnişi sürdürmek ve daha ileri taşımaktır. İkincisi Filistin halkıyla uluslararası dayanışmanın tüm dünyada büyütülmesi ve sokağa ve eylemlere taşınmasıdır. Brüksel’de, Atina’da işçi sınıfının Filistin’in özgürlüğü için yükselttiği eylemler, tüm Arap dünyasında işbirlikçi iktidarlara rağmen milyonları sokağa çeken eylemler Filistin halkının tarihsel haklılığının ve yok edilemezliğinin en güçlü göstergeleridir.

Paylaşın